• Sonuç bulunamadı

Göksel Kehanetlerin Esasları

Göksel kehanetleri kendi içerisinde iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilki Ay, Güneş, yıldız ve gezegenlerin hareketleri ve görünümlerine birtakım anlamlar verilmesi sonucunda türetilen “göksel/astrolojik” kehanetlerdir. Diğeri de atmosferde gerçekleşen hava olaylarının yorumlanmasıyla elde edilen “meteorolojik” kehanetlerdir. Bu bağlamda göksel kehanetlerin temelinde evrenin gözlemlenmesinin yer aldığını söylemek mümkündür. Ancak gök cisimlerinin atmosferin gözlemlenmesinden daha karmaşık bir iş olduğu görülmektedir. Bu noktada Güneş’in dünyamıza en yakın ısı ve ışık kaynağı olması onu diğer gök cisimlerinden ayrı kılmıştır. Ancak bu muazzam enerji kaynağını geceleri gözlemlemek mümkün değildir. Ay ise Güneş’ten gelen ışınları yansıtarak yalnızca geceleri görülebilmektedir. Buna karşılık yıldızlar birer ışık kaynağı olmalarına rağmen yerküreden çok uzaktadırlar.

Gezegenler onlara nispeten yerküreye daha yakındırlar. Ancak onlar da tıpkı Ay gibi Güneş’ten gelen ışınları yansıtmaları nedeniyle sadece karanlıkta görülebilmektedirler. Öte yandan tüm gök cisimleri gibi gezegenler de hareket hâlinde olduklarından Güneş’e ve Dünya’ya olan konumları onların yeryüzünden gözlemlenmelerini ya sağlamakta ya da engellemektedir. Ayrıca bunlar gözlemlenir konumda olsalar bile yansıttıkları ışık ve hareket hızları onların görülmesinde etkin durumdadır. Zira Merkür Güneş’e en yakın gezegen olmasına rağmen, yansıttığı ışık loştur ve yalnızca sabahları ya da geceleri birkaç saat görülebilmektedir. Bu sebeple gözlemlenmesi en zor gezegendir. Bununla birlikte Satürn’ün yansıttığı ışık sönük olmasına rağmen, o yörüngesinde oldukça yavaş hareket ettiği için gözlemlenmesi Merkür’e göre daha kolaydır. Ayrıca Mars, mor ötesi ışınları emdiği ve kırmızı ışınların çoğunu yansıttığı için kolayca ayırt edilecek bir biçimde kırmızı renklidir ama onun da parlaklığı değişkenlik göstermektedir. Tüm bunlara rağmen Jüpiter yıldıza benzeyen bir gezegen olduğundan Güneş’ten aldığı enerjiden daha fazlasını yaymaktadır. Hâliyle parlak beyaz ışığı onun kolayca fark edilmesini sağlamaktadır. Venüs ise en parlak gök cisimlerinden biridir295. Bu sebeple diğer gezegenlere göre gözlemlenmesi çok daha kolay olmuştur. Ancak dönemin şartları göz önüne alındığında gök cisimlerini doğru tanımlayabilmenin ve hareketlerini sürekli gözlemleyebilmenin zorlu bir iş olduğu çok

açıktır. Ayrıca Mezopotamya semasında sıklıkla görülen toz kümelerinin de bu duruma oldukça olumsuz bir etki yaptığını vurgulamak yerinde olacaktır296.

Gerçekten de MÖ 2. binyılın ilk çeyreğinde Babilli kâhinler tarafından Venüs Tableti oluşturulurken gözlemler yalnızca gezegenin ufukta görülmesi ve kaybolması esasını temel almıştır297. Fakat ufuk çizgisinin her zaman net bir şekilde görülmemesi kâhinlerin alternatif yöntemler geliştirmelerine yol açmıştır. Bu vesile ile önce gece ve gündüz sürelerinin kısalıp uzamasına neden olan Güneş’in hareketi takip edilmiştir298. Ardılında ise geçen zamanın hesaplanması için bir su saati299 ve gölge uzunluklarının yıl içindeki değişimini işaretlemekte kullanılan güneş saati yardımıyla300 gece ve gündüz sürelerindeki değişim kayıt altına alınmıştır. Böylece gece-gündüz eşitlikleri (ekinokslar) kesinleştirilmiştir301. Bu durum yıldız konumlarını belirlemek için yeterli veri oluşturmanın yanı sıra gök cisimlerinin hareketlerinin nispeten doğru bir biçimde çizilmesinin de yolunu açmıştır. Gerçekten binyılın sonlarına gelindiğinde istikrarlı gözlemler neticesinde gök cisimlerinin belli bir zaman içerisinde ilerledikleri yol bilinir hâle gelmiştir. Yaşanılan gelişmeler gök cisimlerinin uzun dönemdeki hareketlerinin takibini ve onların gelecekteki konumlarının çok önceden tahmin edilmesini sağlamıştır. Böylelikle gezegenler; çoğunlukla birbirlerine, Ay’a, sabit yıldızlara ya da takımyıldızlarına olan uzaklıkları parmak boyuyla ölçülerek tespit edilmeye başlanmıştır. Aynı şekilde yıldızların da gezegenlere olan konumları dikkate alınarak belirlenmiştir302.

Kâhinler, MÖ 1. binyılda “MUL.APİN”303 adlı astronomi tabletlerinden de faydalanarak gök cisimlerini tanımaya başlamışlardır. MUL.APİN Tabletleri’nde gökyüzü üç ayrı kuşağa bölünmüştür. Böylece gök cisimlerinin Ekvator’u temsil eden

296 J. Oates, age., 2015, s. 199. 297 M. Baigent, age., 2009, s. 173. 298 P. Bordreuil, et al., age., 2012, s. 383.

299 Su saatleri, küçük zaman birimlerini ölçmek için kullanılan yüksekliği ölçülmüş ve işaretlenmiş bir

kap şeklindedir. Bu kabın içine koyulan suyun akışı belli bir zaman aralığını oluşturmaktadır. Bkz. J. Bottéro, age., 2012a, s. 78.

300 M. Baigent, age., 2009, s. 175. 301 P. Bordreuil, et al., age., 2012, s. 383. 302 M. Baigent, age., 2009, s. 173-175.

303 MUL.APİN Tabletleri’nin en eskisi MÖ 7. yüzyıla tarihlenen birçok kopyası Mezopotamya’nın farklı

şehirlerinde bulunmuştur. Mezopotamya astronomisinin temel konuları olan takvim, yıldız listeleri, gezegenlerin kavuşum dönemleri, Ay’ın hâlleri, gece gündüz sürelerinin uzunluğu ve gölge boylarının yıl içerisinde gösterdiği değişiklikler hakkındaki bilgileri kayıt altına alındığı bu tabletler Eski Mezopotamya’daki en iyi organize edilmiş astronomi metni olarak kabul edilmektedir. Bkz. Hermann Hunger, John Steele, The Babylonian Astronomical Compendium MUL.APIN, New York 2019, s. 1.; A. S. Baysal, agm., 2018, s. 470-471.

Anu’ya, Yengeç-Oğlak dönencelerini temsil eden Enlil ve Ea’ya olan konumları da değerlendirilmiştir304. Zira bu üç bölgenin hepsinin yeryüzünde tesir ettiği belirli bölgeler olduğuna inanılmıştır. Nitekim Enlil, Akad’ı temsil ederken diğer ikisi onların düşmanları olan Elam ve Amurru ile ilişkilendirilmiştir305. Yeryüzü ise dört parçaya bölünmüş Güney Akad’ı, Kuzey Subartu’yu, Doğu Elam’ı ve Batı Amurru’yu temsil etmiştir. Ayrıca gezegenlere ve yıldızlara bir bölge tahsis edilmiş ve onların gökyüzünde görüldükleri zamana göre bu bölümlerden hangisi ile ilişkilendirileceği belirlenmiştir. Nihayet tüm bu unsurlar göz önüne alınarak gök cisimlerinin hangi ayda hangi konumda olduklarına, birbirlerine yakınlaşmalarına veya uzaklaşmalarına da farklı anlamlar yüklenmiştir306.

Ayrıca her gök cisminin kendine has birtakım etki ve anlamı olduğu da düşünülmüştür. Buna göre olumlu etkileri olan gök cisimlerinin ışığının parlak olması iyiye işaret etmiştir. Ancak ışığın sönük olması zıt bir anlam taşımıştır. Buna karşın olumsuz etkileri olduğu düşünülen gök cisimlerinin ışığının parlak olması türlü fenalıkların yaşanacağına delalet etmiştir. Bu durumda kâhinlerin kötülükleri etkisiz kılmak için bazı ritüelleri gerçekleştirmesi gerekmiştir. Söz konusu gök cisimlerinin parlaklıklarının azaldığının gözlemlenmesi ise kötü etkilerinin giderek azalmaya başladığı anlamına gelmiştir. Ayrıca bazı gök cisimleri kendilerine has bir ışık yaydıkları için ışıklarının renginin bir sebepten değişmesi onların etkilerinin de değişmesine sebep olmuştur307.

Meteorolojik gözlemler ise astrolojik gözlemlere göre nispeten daha kolaydır. Yine de bu kehanetler türetilirken dikkate alınan bazı kıstaslar vardır. Bunlar, hava olayının hangi zamanda-yönde gerçekleşti, niceliği ya da niteliği olmuştur.

Öte yandan hem Enuma Anu Enlil Serisi’nde hem de kâhinlerin raporlarında yer alan astrolojik ve meteorolojik kehanetlerin tamamının ülkenin ve kralın kaderi ile ilgili olduğu görülmektedir. Söz konusu kehanet metinleri genellikle kralın gücünü kaybetmesi/nüfuzunun artması, hanedan değişimi, savaşlar/fetihler, isyan, salgın hastalıklar ve kıtlık/bolluk gibi konuları içermiştir.

304 A. Sayılı, age., 1991, s. 324-325. 305 U. Koch-Westenholz, age., 1995, s. 98.

306 A. Sayılı, age., 1991, s. 324.; U. Koch-Westenholz, age., 1995, s. 97-98.; M. Baigent, age., 2009, s.

117.; Erica Reiner, “Babylonian Celestial Divination”, Ancient Astronomy and Celestial Divination, Cambridge 2000, s. 22.

2.2.2. Gök Cisimlerinin Yorumlanması