• Sonuç bulunamadı

2. AYŞE KULİN’İN ROMANLARINDA BALKANLAR

2.1. BALKAN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

2.2.3. Göç

Göç, TDK tarafından “Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret” olarak tanımlanmaktadır.79

“Toplumsal siyasal boyutu olduğu gibi bireysel boyutu da bir o kadar önemli olan göç olgusunun edebiyatta dillendirilmemiş olması düşünülemez.”80 Bu bağlamda Türk tarihinin en sarılmaz yaralarından biri olan göç muhtevasını çalışmamızda incelediğimiz eserler üzerinden değerlendireceğiz.

1908 yılında resmî olarak Balkanlarda kaybettiğimiz topraklardan olan Bosna, Osmanlı’nın en kıymetli sancaklarından biridir. Baba tarafının Bosna’dan İstanbul’a göç hikâyelerini dinleyerek büyüyen yazarın; Boşnak tarihini, göçlerini, uğradıkları soykırımları hem Zeki Salih Bey hem de Raziyanım karakterleri ile gözler önüne serdiğini görmekteyiz.

78 Ayşe Kulin, Füreya, s. 45.

79 Şükrü Haluk Akalın, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s. 954.

80 Gürsel Aytaç, Çağdaş Türk Romanı Üzerine İncelemeler, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2016, s. 439.

Osmanlı, çaresizlik içinde 1878 yılında Bosna’yı gözden çıkarır ve idaresini Avusturya-Macaristan’a bırakır. Osmanlı, eriyip giderken Bosna’da yaşayanlar için bir şey yapamaması Boşnaklar için hüzün ve yıkılış hikâyesinin başlangıcıdır.

Boşnakların karar verme zamanıdır. Göçmek mi kalmak mı?

“En umarsız en yakıcı ayrılıkları, Osmanlı'nın Bosna'yı gözden çıkardığı 1878 yılında yaşamıştı Boşnaklar. Bosna-Hersek'in idaresi, Osmanlı'dan alınıp, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na verilmişti. Çaresizliğini kabullenmişti Osmanlı. Parça parça çözülmekteydi koskoca imparatorluk. Her kıpırdanışında, sanki bir toprak parçası daha kopuyordu bağrından. Koskoca Bosna vilayeti, Osmanlı'nın şanlı Rumeli sancağı, tek kurşun atılmadan, savaşılmadan, uğruna kan dökülüp şehit olunmadan, masa başında alınan kararlarla, atılan imzalarla gâvura bırakılıyordu. Eriyordu Osmanlı.”81

Boşnak tarihinden eksik olmayan acılar Osmanlının çöküş yıllarında âdeta tarihin tekerrür ettiğini gösterir. Çok sevdikleri vatanlarının hiç savaşılmadan Avusturya-Macaristan’a ilhakı ile belirsizliğe düşen Boşnaklar için iki seçenek vardır.

Ya topraklarını terk etmeden haçın gölgesinde yaşayacaklar ya da her şeylerini geride bırakarak Osmanlı sancağına sığınacaklarıdır. İçinde bulundukları bu zorlu süreç Sevdalinka romanında şu cümlelerle kelimelere dökülür:

“Osmanlı’nın dört yüz yılı aşkın saltanatı sona erdiğinde, Balkan’ın o uzun dönem içindeki efendileri, kendilerini göç yollarında bulmuşlardı. Ve o gün bugündür hep göçüyordu Boşnaklar. Savaş rüzgârları her estiğinde, ki Balkanlar'da çok sık eserdi bu rüzgâr, Bosnalı, dengini toplayıp düşer olmuştu yollara.”82

93 Harbi’nin kaybedilmesiyle 1878 yılında imtiyazlı vilayet olan Bosna, bu tarihten sonra göç travmalarını iliklerine kadar yaşamaya başlar. Zeki Salih Bey, Gül Hanım için Hüsrev Ağa’dan firuze kolye ve küpe hazırlamasını ister. Tamamlanan siparişlerin teslim vakti geldiğinde Boşnak Bey’i olan Zeki Salih ile Hüsrev Ağa

81 Ayşe Kulin, Sevdalinka, Everest Yayınları, İstanbul 2018, s. 18.

82 Ayşe Kulin, age., s. 17.

arasında göç hakkında gerçekleşen diyalogda her ikisinin de tedirginliği aşikârdır çünkü gitmeyi düşündükleri yaban ellerde geçimlerini nasıl sürdüreceklerini bilemezler. Salih Bey, Hüsrev Ağa’nın kolunda altın bileziğinin olduğunu kendisi gibi toprak iradı ile geçinenlerin gittiği yerde daha çok zorlanacaklarını belirtir. Bu olumsuzluğa rağmen göçmeye kararlı olduğunu da “Eskiler anlatırlar hep, gâvurun zulmünü çok çekmiş”ler, “Gâvurun idaresi altına geçtikten sonra, bir hayrı kalmaz artık buraların.” sözleriyle açıklar.83

Zeki Salih Bey’in kesin kararlı olduğunu anlayan Hüsrev Ağa, koskoca Bey göç ediyorsa biz de etmeliyiz diye düşünür. Zeki Salih Bey, “Yeğenim Fehim Bey, birinci Meclis-i Mebusan’da Bosna mebusudur.”84 diyerek onlara yardımcı olduğunu eğer karar verirse Hüsrev Ağa için de Meclis-i Ayan üyesi olan tanıdıkları ile iletişime geçebileceğini ifade etmesiyle Osmanlı’daki yönetim şekli ile ilgili de bilgi sahibi oluruz.

Onu göç etmeye ikna eden en büyük sebep doğacak olan çocuğudur. Kendini gideceği yere ait hissetmese bile çocuğunu “Hilafet Sancağı’nın altında büyüt”me85 olanağını bir şans olarak görür.

Göç yolları göründüğünde ise Bosna’ya benzeyen yönleri ile Bursa’dan şu sözlerle bahsedilir:

“Derler ki Bosna’ya pek benzermiş oraları. Travnik’teki gibi çağıl çağıl dereler akarmış, yemyeşil, bereketli ovaları varmış. Camileri, hamamları, çarşıları dahi pek benzermiş bizim oralara.”86

Bosna’daki gibi mutlu olabilmek için yaşam koşullarının ve doğasının çok benzediği Bursa’dan “Tıpkı Saraybosna'ya benzermiş. Bir karlı dağın eteğindeymiş...

83 Ayşe Kulin, age., s. 20.

84 Ayşe Kulin, age., s. 20.

85 Ayşe Kulin, Umut, s.10.

86 Ayşe Kulin, age., s. 3.

Çarşılar aynı... Kubbeler aynı.”87 şeklinde yorum yapsalar da karar verdikleri şehir İstanbul olur.

İstanbul, Boşnaklar için “ayrı düşen ana oğullar, karı kocalar, kardeşler, sevgililer demekti. Sönen ocaklar, solan bahçeler demekti. Dönüşü olmayan gidişler, hasreti dinmeyen gurbetler demekti. Ne zaman birileri gitmeye kalksa Bosna topraklarından İstanbul'a doğru, acı ve özlem eşlik ederdi gidene, sonsuza kadar.”88

Göç etmeye karar veren Hüsrev Ağa, içine dolan huzurla evine gittiğinde göçe karşı çıkan damadının tepkisiyle karşılaşır. Çünkü damadı onlarla İstanbul’a gelmeyi kabul etmez ve çocuğu ile Bosna’da kalmayı tercih eder. Böylece Hüsrev Ağa’nın kızı yavrusundan ayrılarak İstanbul’a gider. Geride eski hayatlarından ziyade canlarından bir parçada bırakan Boşnakların göç travmaları İstanbul ile ilintili olarak şu şekilde bütünleştirilir.

“Bosna ve İstanbul, aynı kaynaktan fışkıran ama değişik yataklarda çağıldayan iki nehir gibi, asırlardır birbirlerine kavuşamadan akıp duruyorlardı mecralarına doğru. İstanbul'a Bursa'ya, İzmir’e, Adapazarı'na göç veren Bosna, huzuru, güveni, mutluluğu yakalamak için, beş parmağını açarak, elini Trakya üzerinden Anadolu’ya uzatan güçsüz düşmüş bir dev gibiydi.”89

Sevdalinka eserinde Raziyanım’ın büyük dedesi olan Hüsrev Ağa “bir karar ki, iki yüzü keskin bıçak!” olan bu zorunlu göç ile “Kendi gibi yüzlerce garibin yanı sıra, denkler, yükler, torbalar ve mekkare arabaları arasında Stambol’a doğru... İşsiz güçsüz, yersiz yurtsuz kalmaya” yollara düşer.90 İnsan zorlukları yenerken dirayetli olmalı ince eleyip sık dokumalıdır. Bu anlayışla ailelerini kurtarmak, yaşamlarını idame ettirmek adına doğru yol arayışına giren Boşnakların acılarını yazar, bir ayna gibi yansıtır.

87 Ayşe Kulin, Sevdalinka, s. 97.

88 Ayşe Kulin, age., s. 17.

89 Gös. yer.

90 Ayşe Kulin, age., s. 18.

Dünyanın en güzel şehri olan İstanbul onlar için “bir kaçış” ve “Umudun yitirildiği noktaydı.” Balkanlardan savrulan bunca insanın “Gözyaşları sel gibi akmaya başladığında, önüne katar İstanbul'a sürüklerdi umutsuzları.”91

Anadolu bağrını Boşnaklara sonuna kadar açar ama onlar için ayrılığın ve vedanın adı olan Bosna; onların gönüllerinde anılarının, geçmişlerinin bırakıldığı topraklar olarak kalır. Zeki Salih Bey, konağına alıcı bulduktan sonra boğazı düğümlenerek geriye şu hissiyatla bakar.

“Çocukluğunu, gençliğini geçirdiği konak, bağları, bostanları, Gül’ü üzerinde ilk kez görüp ona sevdalandığı köprü, anasının babasının mezarları, neyi var neyi yoksa hepsi, birer anı olmak üzereydiler. Aniden yüreğine bir korku düşmüştü.

Köklerinden sökülmenin korkusu!”92

“İstanbul’a doğru yola çıkarken, hâlâ Balkanların efendisiydi Osmanlılar.”

düşüncesi Zeki Salih’in içini ferahlatan gerçeklerden biridir.93 Belki bir gün memleketine tekrar dönme ihtimali onun yüreğini güneş gibi aydınlatır.

Kulin ailesi için göçün son durağı olan İstanbul’daki yeni hayatları, Zeki Salih’in içine kapanmasına neden olur çünkü onun değerleri burada hiçbir anlam ifade etmez. “Travnik’te, Banya Luka’da ve Saraybosna’da yürüdüğü yollarda herkes kenara çekilip saygıyla önünü iliklerken, İstanbul’da görünmez adam ol”muştur.94

Zorunlu olarak Bosna’dan İstanbul’a yapılan göçün psikolojik yönden Zeki Salih’in hayatını tamamen alt üst etmesinden bahseden romanda onun Bosna’daki hayatı ile İstanbul’da yeniden kurmaya çalıştığı hayatı karşılaştırılır. Bu karşılaştırmanın yapılması son derece doğaldır. Çünkü Zeki Salih, Bosna’da bir bey olarak hayatını idame ettirirken bu vasfını İstanbul’da tamamen yitirir. Onun yaşadığı

91 Ayşe Kulin, age., s. 17.

92 Ayşe Kulin, Umut, s. 8.

93 Ayşe Kulin, age., s. 7.

94 Ayşe Kulin, age., s. 11.

bu sancılı geçiş süreci hayatını inanılmaz bir şekilde etkiler. Giyiminden kuşamına, hareketlerinden konuşmasına kadar her bir özelliği ayrıntılı şekilde irdelenir.

“Yeni komşuları, Zeki Salih’in topraklarından sökülmüş herhangi bir muhacir değil, bir soylu olduğunu hiç bilmeyecekler, bir türlü düzeltemediği şivesine gülecekler, bir yerde çalışmıyor olmasını kınayacaklar, Osmanlıca yazıyı bilmemesini cahilliğine yoracaklar ve onu boş gezenin boş kalfası zannedeceklerdi.” 95