• Sonuç bulunamadı

2. AYŞE KULİN’İN ROMANLARINDA BALKANLAR

2.1. BALKAN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ

2.2.2. Balkan Savaşları

Çorap söküğü gibi Balkanlardaki hâkimiyetini ve topraklarını kaybeden Osmanlı, Balkan Savaşları ile darbe üstüne darbe yer. Yıllardır birlikte yaşadıkları Balkan topraklarındaki halk, özellikle Fransız İhtilali’nden sonra milliyetçilik akımı ile ayaklanmaya başlar. Birinci Balkan Savaşı’nda Sırbistan Krallığı, Bulgaristan Krallığı, Yunanistan Krallığı ve Karadağ Krallığı; Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açarlar. Savaşı Osmanlı Devleti kaybeder fakat kazanan devletlerin kendi aralarındaki anlaşmazlık İkinci Balkan Savaşı’na zemin hazırlar. Birinci Balkan Savaşı’nda Çatalca sınırına ulaşan düşmanlardan, İkinci Balkan Savaşı’nda Edirne-Enez hattına kadar olan yerler geri alınır.

Balkanların Türkleşmesi için iskân politikasıyla buraya yerleştirilen Türkler, Osmanlı’nın bu yenilgisi sonucu yerlerinden olurlar. Balkan Savaşları sonucunda yaşanan göçlerin, 1878 yılındaki göç gibi hiçbir insani boyutu yoktur. “İstanbul’a gelen muhacirlerin çoğunluğunu kadın, çocuk ve ihtiyarlar teşkil etmekte olup, her şeyden mahrum bir durumda”65 oldukları sahne yine tekrarlanmaktadır. 1912-1913 yıllarında göçenlerin perişan hâllerini gördükçe daha önceden İstanbul’a geldiğine sevinen Zeki Salih Bey’in bakışından Balkan Savaşları şöyle özetlenir:

“Zeki Salih, sonraları Allahına şükürler edecekti vakitlice geldikleri, savaşın zorladığı göç dalgasında perperişan olmadıkları için. Zira kaybedilen Balkan Savaşı’nın sonunda kaçmaya kalkanlar, kelimelerle anlatılması mümkün olmayan bir zulme maruz kalmışlardı. Ölüme çoktan razıydı kaçanlar ama Sırp milisler kimsenin

64 Ayşe Kulin, Veda, Everest Yayınları, İstanbul 2018, s. 15.

65 Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1999, s. 55.

yaşına başına bakmadan, ihtiyar çocuk demeden herkesin ırzına geçiyor, önlerine geleni önce soyuyor, işkence ediyor, sonra öldürüyorlardı.”66

Hüsranla sonuçlanan ve Balkan coğrafyası ile vedalaşmak zorunda kaldığımız savaş sonunda bu durumdan en çok etkilenen Ahmet Reşat’ın eşi Behice olur. Kulin’in anne tarafının da maruz kaldığı göç travması romanın çarpıcı sahnelerindendir. Beş yüz yıl boyunca sahip oldukları toprakları alelacele boşaltmak zorunda kalan Osmanlıların yaşadıkları, Behice’nin “Selanik’ten hadiseli kaçışımızdan beri”67 sözlerinin arka planını merak eden Mehpare’nin Kemal’e “Behice Ablamın Selanik’te başına ne geldi?”68 sorusuyla yanıt bularak Balkan Savaşları’nda yaşanan vahşet gözler önüne serilir.

Veda romanının başat kişisi Ahmet Reşat’ın, Balkan Savaşları patlak verdiğinde ailesiyle içinde bulunduğu durum Kemal’in şu sözleri ile özetlenir:

“Dayım Balkan Harbi sırasında ailesiyle birlikte Selanik’te vazifeliydi. Harbi kaybedince Osmanlılar çok kısa bir zaman içinde şehri boşaltmak mecburiyetinde bırakıldılar. Dayım yengemi ve henüz küçük yaşta olan kızlarını ilk kalkan gemiyle bir an önce İstanbul’a göndermeyi uygun görmüştü. Çünkü oralarda kalmak tehlikeli olmaya başlamıştı. Rumlar Türklere eziyet ve hakaret ediyorlarmış.”69

Gemiye varana kadar başlarından geçenler onları, özellikle de Behice’yi olumsuz etkiler. Oranın yerli halkı durumundaki Rumlar, Türklere ağza alınmayacak hakaretler ederek onları taşa tutarlar. Bir anne için tarif edilemez üzüntüyü beraberinde getiren bu acı süreç sonunda Behice, gemiye vardığında bebeğini düşürür. Selanik’ten ayrılışlarını aklından çıkaramayan Behice kalabalık yerlerde mütemadiyen bu vahşet dolu anları hatırlar.

66 Ayşe Kulin, Umut, s. 8.

67 Ayşe Kulin, Veda, s. 153.

68 Ayşe Kulin, age., s. 154.

69 Ayşe Kulin, age., s. 155.

Kulin, Hayat adlı romanında anneannesinin annesi Behice ile konuşmaları esnasında öğrendiği Selanik’ten kaçış anılarını ilk öğrendiğinde çok şaşırır. Veda romanında daha betimleyici anlatımla sunulan göç; Behice Hanım’ın anılarında daha çok öyküleyici bir anlatıya dönüşür.

“Savaş’ı kaybedince bütün oraları Yunan’a verdiler. Dedeciğim o sırada Selanik defterdarıydı. Kızım, bir gidişimiz vardı bizi İstanbul’umuza getirecek vapura kadar, anlatsam roman olur. Rus sefiri bize kupasını verdi, Allah razı olsun, kavasını arabacının yanına oturttu, benim sağımda anneannen, solumda el kadar Suat teyzen, karnımda da Sabahat, öyle geçtik yollardan limana kadar. Rumlar kudurmuşlar, kaçışan Osmanlıları taşa tutuyorlardı. Canımızı zor kurtardık”70

Yazarın beşlemeden oluşan kitap serisinde gerçek tarihi okurun önüne yineleyerek sunduğu kısımların en önemli özelliği anlatıcının değişmesidir. Veda’da Kemal’in gözünden verilen göç olgusu; Hayat Dürbünümde Kırk Sene romanında Behice’nin bakışıyla okurla buluşur. Değişmeyen tek gerçek ise ailesinin başından geçen tarihî olayların olmasıdır.

Balkanlar’dan Osmanlı topraklarına sağ salim ulaşanlardan dinlenen hikâyeler zihinlere çivi gibi kazınır. Hoşgörü ve merhamet ile fethedilen yerlerden “Binlerce, on binlerce insan, sel gibi akarken Balkanlar’dan Türkiye’ye doğru, bir yanık kokusu da eşlik etmişti onlara. Yanan evlerin, yanan toprakların ve yanan yüreklerin kokusu!”71

Çok uluslu yapısına rağmen selameti her zaman sağlayan Osmanlı’ya karşı diğer etnik unsurların düşmanlıklarını tüm acısıyla gören Balkan göçmenleri hafızalarından asla silemeyecekleri tasvirleri geldikleri yerdeki insanlara tüm canlılığıyla şu sözlerle anlatırlar.

70 Ayşe Kulin, Hayat Dürbünümde Kırk Sene, s. 136-137.

71 Ayşe Kulin, Umut, s. 9.

“… gözleri dönmüş Sırpların mezaliminden kaçan insanların çektiklerini, o kadar canlı anlatacaklardı ki ona, ırzına geçilen kızları kadınları, kuzu keser gibi kesilen çocukları, yakılan evleri, yağmaya uğrayan kervanlar…”72

Osmanlı Devleti’nin kaybettiği savaşlar neticesinde İstanbul’a göçmen olarak gelenlerin perişan hâlde oldukları İstanbul’da yaşayan Mehpare’nin içini sızlatır.

Çünkü onlar da göç ederek İstanbul’a gelen başka bir ailedir. Gördüğü manzara karşısında hissettikleri romanda şu şekilde yansıtılır.

“Muhacirleri seyrederken içi parçalanıyordu kızın. Zırıl zırıl ağlayan, yırtık giysili çocuklarını göğüslerine bastırmış, karalar giymiş kadınlarla, paçavralar içindeki çocukların eşlik ettiği zar zor yürüyen yaşlılar, içlerine düştükleri korkunç durumu belli etmeme gayreti içindeydiler. Onlar her şeylerini kaçtıkları veya kovuldukları topraklarında bırakmış, umutsuz insanlardı. Sadece gururları kalmıştı ellerinde. Asla şikâyet etmiyor, sığınabildikleri barakalarda yaşam savaşı veriyorlardı.”73

Kulin, çöküş yıllarındaki yapılan savaşları tarihî gerçeklik perspektifinde değerlendirirken Osmanlı Devleti’nin son yıllardaki tablosunu şu şekilde okura sunar.

“Kadınlar, kanamalar durdurulamadığı, iltihaplanmaların önüne geçilemediği için doğumda, erkekler cephede ölürdü.” Annesini doğumda, babasını savaşta kaybeden bir çocuğu büyütmek de teyzelere, halalara, dayılara, amcalara düşerdi. Nitekim Sarıkamış gazisi olan Kemal, babasının “Türk-Yunan muharebesinde şehit”lik mertebesine ermesiyle Ahmet Reşat’ın konağında büyütülmüştür.

Tarihimizdeki yaşanan gerçek trajediye yer verilen romanda bu durum toplumsal yapıda telafisi mümkün olmayan hasarlar meydana getirmiş; acıyı iliklerinde hisseden bir neslin yetişmesine sebep olmuştur.74

72 Gös. yer.

73 Ayşe Kulin, Veda, s. 43-44.

74 Ayşe Kulin, age., s. 23.

Sınırları küçülürken kaybedilen topraklardan akın akın gelen göçler ile İstanbul’daki nüfus artışının doğurduğu olumsuzlukların değerlendirilmesi yapılır ve bulaşıcı hastalıkların arttığı üzerinde de durulur. Demografik yapının yeniden şekillenmeye başladığı başkentin panoraması şu şekildedir:

“Balkan Harbi esnasında bu topraklara gelen göçmen sayısı sadece İstanbul’da altmış beş bin kişidir. Buna bir de nerdeyse doksan bine yaklaşan Ruslarla yüz bini aşkın Kırım göçmenini ilave edin.”75

Osmanlı’ya olan bağlılıkları her zaman tam olan Balkan göçmenlerinin, Anadolu ve İstanbul topraklarını yeni yurtları olarak belledikleri ve hem Osmanlı’nın hem de Türkiye’nin vazgeçilmez bir parçası oldukları millet olma bilinci ile açıklanır.

“Balkan Harbi’nden malını, mülkünü geride bırakıp canını kurtarmak için can havliyle Anadolu’ya kaçan ‘suyun öteki yanı’ yani Rumeli’den gelenler, bir imparatorluk değil, millet olmaya hevesliydiler.” Çünkü onca yaşanılan acı, geride bırakılan anılar ve topraklar “imparatorluk artığı insanlarına, bir millete dönüşmenin zaruretini” öğretir.76

“Balkan Harbi’nden sonra, felaketin verdiği dehşete, memleketin istikbali için bütün benizleri sarartan endişeler de karışınca”77 çeşitli fikir akımlarının sebep olduğu tartışmalar da yaşanır. Balkanlardaki azınlıkların Osmanlı’ya karşı savaşması Osmanlıcılık fikrinin hayata geçirilemeyeceğinin en net örneğidir.

Balkan Savaşları’nda alınan yenilgiler ülkeyi buhranlı yıllara iter. İttihat ve Terakki’nin tutumlarının başka bir savaşa sürükleyecek tavırları, yaşanılan bu kadar acının nedeninin politikacıların besledikleri duygulardan kaynaklı olduğu romanda vurgulanır. Osmanlı’nın, “1912 ve 13 yıllarında sürdürdüğü Balkan Savaşı'nın

75 Ayşe Kulin, age., s. 188.

76 Ayşe Kulin, Umut, s. 26.

77 Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1988, s. 14.

bitiminde” halkın yaşadığı durum ve adım adım Birinci Dünya Savaşı’ndan işgal yıllarına doğru büyüyen felaket Füreya romanında gözler önüne serilir:

“Memleket perişandı. Halk kan ağlıyordu, ittihatçılar bir darbe ile hükümete el koymuşlardı. İttihatçı Paşaların bütün dünyaya meydan okuyan tavırları, kimseyi dinlemeyen kibirli halleri sürerken, ülkenin üstündeki kara bulutlar da giderek yoğunlaşıyordu. Bunlar yetmezmiş gibi felek, Osmanlı ülkesine ve halkına, Balkan Savaşı'ndan yenik çıkmasının hemen ardından, bir savaş darbesi daha indirecek, Avrupa devletlerinin 1914'te başlattığı Birinci Dünya Savaşı'nın korkunç girdabına, Osmanlı Devleti gözü kapalı sürüklenecek ve o girdapta boğularak ölecekti.”78