• Sonuç bulunamadı

YOKSULUN MEKÂNSAL SINIRLARLANMASININ KISA TARİHİ: FRANSA’DA VE TÜRKİYE’DE BARINMANIN TARİHSEL VE MEKÂNSAL SINIRLARINI ÇİZMEK

2.5. Refah Devletinin Kaybında Konut Sorununu Karşılaştırmak

2.5.1. Fransa: Evrensel Rejimin Kurulması

1970’lerin sonundan itibaren banliyöler konusunda Fransa toplumunun alarm haline geçtiği görülmektedir.

1974 sonrasında özellikle ekonomideki kayıplar ve aniden kapatılan fabrikalar en çok banliyölerde yaşayan mavi yakalı, ki zaten fordist üretim paradigmasının hedeflediği emek biçimidir, ve göçmen aileleri vurmuştur (Jobard, 2009). Bu durumda ise özellikle gençler arasında gayrimeşru ekonomi biçimlerine yönelmeyi kaçınılmaz hale gelmiştir (Robert, 1991).

1980’lerde sosyalist hükümetin göreve gelişinin ardından ortaya çıkan 1983 mali krizi sonrası sosyalist hükümet kendisini söz verdiği sosyal politikaları uygulamaya koymak ile finansal kriz arasında sıkışmış olarak

103 bulmuştur. Piyasanın serbestleşmesi, emek piyasasının sahip olduğu ve toplumsal olarak kazanımlarının sonucu olduğu haklarda gerilemeye ilişkin politikaların uygulamaya konması el ele gitmiştir. Dikeç (2016: 66) bu durumu Fransa devletinin devlet öncülüğünde kapitalizmden devletin her türlü imkanının piyasanın önüne serildiği kapitalizme geçiş olarak açıklamaktadır. Ancak Levy (2001)’in de dikkat çektiği üzere sosyal politikalarda tam anlamıyla sınırlama görülemez. Üstelik sosyal politikalar hem sağ hem de sol hükümetlerce politik açıdan kullanılır olmuştur (Levy, 2001). Öyle ki Chirac dahi sosyal politikalara dokunmayacağına söz vermiştir (Dikeç, 2016: 66).

Ancak 1980 sonrasında artan işsizlik ve yoksulluğun nedeni olarak kolaylıkla göçmenler işaret edilmiştir. Ne de olsa tanımlanan Fransa vatandaşlığının üç saç ayağına uyumları eksiktir. Haliyle hızlı bir şekilde 1981 ayaklanmaları128 göç ile ilişkilendirilmiş, ırk ayaklanmaları olarak algılanmış ve ardından da “la politique de la ville” Fransız kent politikası olarak acilen kurgulanmıştır. Kolaylıkla banliyöler ve göç iç içe geçirilmiş (Dikeç, 2016: 68), emek piyasası ve mekanın bağı doğrudan kurulmuştur. Bu bölgelerdeki yoğunlaşan ani işsizlik, fabrikaların kapatılması, güvencesizliğin yükselişi ve sonunda ortaya çıkan sokak gösterilerinin günah keçisi ilan edilmelerine mani olmamıştır. “La politique de la ville” kapsamında üç temel adımda sorunların çözüleceği ön görülmüştür. Eğitim, konut ve istihdam politikalarında ademi merkeziyetçiliğin hedeflenmesiyle banliyölerde uygulamalarınyoğunlaştırılması sorunun çözümü gibi görülmüştür (Jobard, 2009: 33). Konumuz açısından konut programı olarak adlandırılabilecek Développement social des quartiers (DSQ) ayağına detaylı bakmak faydalı olacaktır. Ayaklanmaların olduğu bölgeler, öncelikli bölgeler ilan edilmiş, birkaç yıl içerisinde sayısı 16’dan 148’e çıkmıştır. Esasen bu plan, ekonomik krizin kötü etkilerini ortadan kaldırmak üzere yapılmış bir plandır. Büyük kentlerin sosyal konut alanlarının bulunduğu mahalleler hedeflenmiştir. Ekonomik kriz sonrası kapatılan büyük fabrikalar ve bu fabrikalar etrafına kurulmuş işçi meskenleri bir anda işsizliğin yaygın olduğu mahallelere evirilmiştir. Üstelik üretim zamanı eski kolonilerden gelen ve bu bölgelerde çalışan ancak sonradan işsiz kalan kesimlere yönelik ırkçılığın da arttığı görülür. Bu bağlamda DSQ programı ile işçi sınıfı mahalleleri, bir anda yoksul mahallelere evirilmiş, politik ve ekonomik gelişmelere doğrudan bağlı kitlelerin

128 1981 yılında yaşanan Sıcak Yaz Ayaklanması çalışmanın ilerleyen bölümlerinde sosyo sembolik parçalanma kısmında detaylı bir biçimde aktarılmaktadır.

104 bulunduğu alanlar haline gelmiştir. 1981 ayaklanmalarından sonra kent ve özellikle banliyölere ilişkin düzenlemelerin arttığı görülür.

1989 yılında Contracts de Ville pogramı ile yerel ve genel yönetim arasında 3 temel amacın gerçekleştirilmesini ön görmüştür. İlki müdahalenin boyutu belirli mahallelerden tüm kent düzeyine çekilmiş, bununla bağlantılı olarak DSQ’nun adı değiştirilerek Développment social Urbain- DSU olmuştur. İkinci olarak belediye başkanlarının ekonomik ve sosyal kararları hem öncelikli mahallelerde hem de tüm kent genelinde alması konusunda yetki verilmiştir. Bunda Mitterand hükümetinin yerel yönetimlerin etki alanını artırma çabasının etkili olduğu bilinmektedir. Üçüncü olarak ise öncelikli mahallelerden başlayarak tüm kente yayılan uzun erimli projelerin sunulmasıdır. Ancak Dikeç’e göre bu plan tam anlamıyla hayal kırıklığıdır. Öncelikli alanların göz önünde bulundurulmasından ziyade düşünülen projeler için finansal desteğin bulunması olarak algılanmış ve öncelikli alanlar için herhangi bir proje gerçekleştirilememiştir (Dikeç, 2016: 70).

1990 yılında çıkarılan Besson Yasası konut hakkını “tüm ulus ile dayanışma görevi” olarak ele almaktadır ve bölgelere dayanışma fonuna katkı yapmasını zorunlu tutmuştur. 1991’de çıkarılan “Loi de Dotation de Soldarité Urbaine” yasası ise varsıl bölgelerden sosyal sorunları olan yoksul bölgelere bir fon aktarımı amacı taşımaktadır (Scanlon ve Whitehead, 2011: 9). Bu yasa aynı zamanda Fransa’da konut hakkını “Fransa ulusunda finansal açıdan zorluk çeken tüm fertlere devletin yardım etme ödevi” olarak tanımlamaktadır.

Ardından gelen 1991 tarihli Loi d’orientation pour la ville (LOV) diğer adıyla “anti getto yasası” “social mixity” yaklaşımını hedefler. Bununla gerçekleştirilmeye çalışılan ise 200,000 kişiden fazla nüfus barındıran yerlere nüfusun %20’sini kapsayacak şekilde sosyal konut yapılmasını sağlamaktır. Social mixity yaklaşımının önemi ise esasen banliyölerde ekonomik kriz ve yoğun işsizlik sonrası çıkan ayaklanmalarının sorumluluğunu Fransa ulusuyla yeterince entegre olamamış yabancılar nedeniyle olduğu kabulünden hareket etmesidir. Bu bölgelerdeki etnik yoğunlaşmanın ve ayrışmanın önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Böylece sokak gösterilerinin önüne geçilmesi umudu beslenir. Ekonomik temeli ayaklanmalar bu dönemde Fransız kimliğine ve Avrupalılık fikrine birer saldırı olarak algılanmıştır (Dikeç, 2016: 73).

105 1990 yılında Fransa Şehir Bakanlığının kuruluşunun temelinde dışlanma ile mücadele ve gettolaşmayı önlemek olduğu açıklanmıştır (Dikeç, 2016: 75). Devletin geri dönüşü olarak açıklanan program, esasen eş anlı olarak hem sosyal, yani sol el, hem de cezalandırıcı ,yani sağ elin, geri dönüşüdür (Dikeç, 2016: 75). Bu durum, Adalet Bakanlığı ve Şehir Bakanlığının işbirliğinde somutlanır. Bu akla göre banliyöler artan şiddet vakalarının yuvasıdır ve mücadele edilmelidir.

1993 yılında Chirac’ın özellikle genç suçluluğu ile mücadelede adresi olarak banliyöleri işaret etmesi kent yoksullarının sürekli denetim ve gözetiminin artırılmasına neden olmuştur. Polis kuvvetinin sayısının artırılması ve banliyölerde sürekli olarak gençlerin denetim altında tutulması gerçekleşmiştir (Jobard, 2009: 33-34). 1996 yılında Juppe Hükümeti “pacte de relance pour la ville (PRV)” programı ile istihdamı artırmak için vergi imtiyazları koyarak tanımlanmış olan Zones urbaines sensibles (ZUS), hassas mahallelerdeki yatırımı, özellikle problemli nüfus kavramı ile adlandırılan banliyölerde, kamu sübvansiyonlarını öngörmüştür. Böylece ekonomide bir iyileşme hedeflenmiştir. Ancak yine de yapılan yatırımların öncelikli alanlara yönelmediği görülmüştür (Dikeç, 2016: 71). Bunun sonucunda öncelikli alanların daha büyük risk altında olduğu fark edilmiş ve öncelikli bölgeler adı “riskli mahalleler” olarak güncellenmiştir. Dikeç, PRV programını neoliberal yaklaşımın en çıplak haliyle Fransa kent politikasına uygulanması olarak yorumlar. Bu program neoliberalizmin kente, ekonomi ve planlama ile doğrudan etkisini sağlamaktadır. 2000 yılında geçirilen “Loi relative a la solidarité et au Renouvellement Urbain” (SRU) yasası ile 2002 seçimlerinden sonra öncelik tanınan ve vergi muafiyetleri getirilen problemli alanlara 41 yeni mahalle daha eklenmiştir. Bu yasa ile aynı zamanda 3500 kişiden fazla yaşayan yerlerde bulunan konutların %20’sinin sosyal konut olması gerektğini belirtirken (Scanlon ve Whitehead, 2011: 5), Sarkozy’nin 2002 seçimlerinden sonra özellikle banliyölerde yaşayan gençlere (raceille129) savaş açması seçim zamanındaki zaferine katkı sunduğu söylenmektedir (Jobard, 2009:

35). Banliyölere ve buralardaki gençlere yapılan yoğun sembolik ve maddi düzeydeki saldırıların sonucunda Fransa’da 2005 banliyö ayaklanmalarının ortaya çıkmaması beklenemezdi. Zaman içerisinde poliitique de la ville politikalasının esasen yoksulun cezalandırılması aracına dönüştüğü açık şekilde görülür. Özellikle artık

129 İlerleyen bölümde açıklanmaktadır.

106 kent içerisinde kalan banliyölerin kentsel dönüşüm projeleri130 aracılığı ile kent yoksullarının yerinden edilerek daha çok çeperlere yerleştirilmesi dikkat çekicidir. Aynı anda uygulamaya konan aktif istihdam politikaları ise doğrudan vergi muafiyetleri ile el ele biçimde banliyölerdeki genç işsizliği azaltmak adına geçici istihdam biçimlerinin yaygınlaşmasına ve kiralık işçiliğin genel bir form olarak Fransız gençleri arasında kalıcılaşmasına neden olmuştur.131

2007 yılında loi instituant le droit au longement opposable (DALO) esasen 1990 yılındaki loi Besson’dan esinlenmiştir. Eğer belirli süre içerisinde konut sorununa ilişkin yapılan başvurularda herhangi bir çözüm bulunamazsa Fransa devletinden tazminat isteme hakkı düzenlenmiştir. 132

Fransa’da barınma hakkının her koşulda tüm nüfusa yaygınlaştırılması bir anlamda aslında emek piyasasındaki parçalanma ve Fransa’daki sivil siyasetin yıkıcı etkisinin birleşiminden doğmuştur. Türkiye’de ise durum biraz daha karmaşıktır.