• Sonuç bulunamadı

2. KADINCA BİR DİLE DOĞRU: “BAKIŞ” VE DİŞİL ÖZNELLİK

4.1. Yöntem

4.1.1. Feminist Bilinç ve Farkındalık

Bakış aynı zamanda bir bilinç edimi olduğundan, kendi zihnimizle algılama ve yorumlamayı da beraberinde getirdiği ve odaklanılanı nesneleştirmektedir. Peter Wollen’ın ifadesiyle (2008), nesneleştirilen, somutlaştırılan, bir şeye dönüştürülen bakılan kişidir, bakış ise bu somutlaştırmanın hayali aracıdır. Bakışı göremeyiz ama gücünü hissedebiliriz (s.250). Düşünsel bakışı, Sigmund Freud’un (1998) açıksaçıklık üzerine iddia ettiği düşleme işleminde de görebiliriz. Freud’a göre açıksaçıklık, cinsel olgu ve ilişkilerin konuşma ile kasıtlı olarak ön plana çıkarılmasıdır. Bunun kökende kadınlara yönelik olduğunu ve baştan çıkarma girişimlerine eşit tutulabileceğini ve bir erkeğin açıksaçık espriler anlatması ve dinlemesinin nedeninin, erkeğin toplumsal ketvurmalarla bağlantılı olarak gerçekleştirilemeyen özgün durumu düşlemesi olarak belirtir. Ayrıca bunlara gülen bir kişinin sanki bir cinsel saldırı eyleminin seyircisiymiş gibi gülmekte olduğunu iddia eder (s.128-129). Kadını nesneleştiren cinsiyetçi esprilerde bu düşleme işlemi için, algısal olarak gözle görülmeyen zihnin bakışı söz konusudur. Ancak esprinin açıksaçık olmasının yanında, bu açıksaçıklığın nasıl yapılandırıldığının düşünsel bakışı şekillendirdiği söylenebilir. Freud’un kurgulanan ve dinleyiciye aktarılan açık saçık esprilerde cinsel saldırı örneğinde olduğu gibi, eril iktidar tarafından inşa edilen bu anlatının yapılarının görünür kılınması ya da yıkılması eleştirel bir feminist bilinç ve farkındalıkla mümkün görünmektedir. Farkındalık 17. yüzyıl şüpheci filozoflarından Rene Descartes ile tartışılmaya başlanır. Tura’nın ifadesiyle (2012);

Descartes kendisine doğru diye sunulan her şeyden şüphe eder ve sonunda şüphe ettiğinden şüphe edemeyeceğini görür, çünkü şüphe ettiğinden şüphe etse yine şüphe ediyor olacaktır. Şüphe etmek düşünmektir, yani “bilinç edimi” yapmaktır, o halde düşündüğü kesindir. Kesinliği apaçık, açık seçik veren budur: ‘Zihin edimi yapıyorum’dan şüphe edemem. Bu dolayımsızdır, sezgiye doğrudan bir kesin doğru olarak verilmiştir” (s.100-101).

80

Burada kişinin bilincini belirli bir konuya odaklamasıyla, odaklanılan konunun kişinin bilincinin nesnesi haline geldiği söylenebilir. Tura’nın da belirttiği gibi “psikoloji ve psikiyatrinin söz ettiği ‘bilinç’ de buraya dayanır: ‘Farkında olmak ve farkında olduğunun farkında olmak.’” (2012, s. 100-101). Ayrıca farkındalık, bakma ve “bakış” arasındaki farkı anlamada da önemlidir. Bakış olgusu görme eylemiyle her ne kadar benzer gibi görünse de aralarında önemli bir fark vardır. Descartes’ın ifadesiyle, algı ya da algılamamıza yol açan eylem görme değildir, yalnızca zihnin bakışıdır (Crary, s.56). Descartes burada dünyayı kendi zihnimizle algılamamızdan söz etmektedir. Smelik (2008)’e göre farkındalık, cinsiyetler arasındaki asimetrik iktidar ilişkisine dair geliştirilen eleştirel bir farkındalıktır (s.xii). Smelik’e göre (2008), bir film feminist bir bilinç ve eleştirel bir farkındalığa sahip bir anlayışla dişil öznelliği yansıtabilir. Aynı şekilde Janet Bing (2004) de, feminist mizahta merkezde kadının yer alması ve espride alay konusu olan hedefin erkeklerden ziyade ataerkil sistem olması gerektiğini ifade eder. Bu çalışmada, “farkındalık” zihnimizle algıladığımız, bilinç edimiyle düşünsel olarak şekillenen, feminist bir bilinç ve eleştirel bir farkındalıktır. Bu anlamda çalışmada ‘bakış’ ve feminist mizah için önerilen ‘feminist kahkaha’, içerisinde bir maksat ya da niyet, feminist bilinç ya da erkek egemen ideolojiye yönelik eleştirel bir farkındalık barındırmaktadır.

Laura Mulvey’e göre, filmin biçimini oluşturan, erkek egemen toplumun bilinçsizliğidir ve imgeleri, imgelere bakışı ve sunumu düzenleyen ise toplumsal olarak inşa edilen cinsel farklılıklardır. Eril izleyici eril karakterin bakışını üstlenir ve onunla özdeşleşirken, dişil izleyici de dişil karakterin bakışını sahiplenerek onunla özdeşleşir (1992, 2006). Bu narsistik özdeşleşme sinemada belirleyici olan erkeğin görsel zevki ve “bakılan” kadın imgesi, eleştirel bir farkındalıkla, kadına öznelliğini kazandırarak ataerkil yapıyı sarsabilir. Yazınsal anlatıda olduğu gibi film anlatısında da bakış açısı (point of view) son yıllarda önemli bir yer edinmiştir. Francesco Casetti’nin belirttiği gibi (2008), “bakış açısı, perspektif gibi, film anlatıbiliminde pek çok anlama gelebilen bir terimdir., terim kendi içinde ‘çok anlamlı’ görme, gösterme, gözlemleme açılarını barındırır” (s.65). Film seyir deneyimini incelediği Filmic Experience adlı makalesinde film seyir deneyimiyle modernizm arasındaki ilişkiyi inceler ve öznellik (subjectivity) kavramının modern çağın seyir deneyiminin bir parçası olduğunu belirtir. İzleyicinin film izleme deneyimi ve filmle ilişki kurma biçiminin değiştiğinden söz eder. İzleyici

81

kendisine sunulan filmsel dünyada özdeşleşmek için birini arar ve kendini buna adar. Başka birinin hikayesini izlemekten hoşlanmaz ve onu kendi hikayesi haline getirmek için nedenselleştirir (s. 9).

Bu noktada, yalnızca eril bakış açısını ortaya çıkararak yapıyı görünür kılmanın toplumsal cinsiyet üzerine sorunları çözmek adına yeterli olmayacağını düşünüyorum. Smelik’in feminist sinemada uyguladığı dişil öznellik temsillerine odaklanarak benimsediği yaklaşım, mizahta da geleneksel bakışı kırma potansiyeli taşımaktadır. Eril yaklaşımı ortaya çıkarmanın yanında, Anneke Smelik gibi dişil öznelliğin olasılıklarını görünür kılmanın da önemli olduğu bir yaklaşım benimsiyorum. Freud’un esprinin ancak dinleyici hazzıyla haz kaynağı olabileceğini belirttiği gibi, çalışmamda karikatürist ve eserinin okurunda (feminist anlayışla feminist kahkahaya yol açarak) anlam bulacağını, burada da özdeşleşmenin ve bununla birlikte öznellik kavramının, özellikle de “dişil öznelliğin” son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Feminist sinemada olduğu gibi, feminist mizahta da okur ya da izleyicinin, mizah anlatıcısı ve ana karakterle ortaklaşa bir deneyim paylaştığı ve okurun kendini espri üreten özneyle özdeşleştirdiği söylenebilir.

Ayrıca Casetti’ye göre sinema salonunda film izliyor olmak ortak bir eylem biçiminin yanında ortak duygu ve inançları da paylaşmak anlamına gelir (s.21). Casetti’nin vurguladığı sinemanın toplumsal boyutunun mizah için de geçerli olduğu söylenebilir. Mizah aynı kültürü paylaşan insanların ortak ürünü olmakla birlikte, o kültürün bir iletişim aracı olarak da görülebilir. Bing’in kapsayıcı mizah olarak, Barreca’nın da aynı sahada olmayı ifade eden kahkahanın bağlayıcı özelliği üzerine vurgusunda olduğu gibi, feminist mizahta da ortak bir dil ve anlayışla ataerkil düzeni nesneleştirerek eleştirmek, feminist anlayışın politik bir iletişim stratejisi/yöntemi olabilir. Görüldüğü gibi, feminist mizahta feminist bakış açısı ve öznellik son derece önemlidir. Bu noktada bakış açısı bir hikayenin kimin gözüyle anlatıldığını ortaya koyduğundan ve bu da öznelliğin inşasında rol oynayarak okur/dinleyici/izleyicinin karakterle özdeşleşme sürecini etkilediğinden, incelemede feminist bakış açısı ve dişil öznellik üzerinde duracak ve kadın deneyiminin değerini olumlayıcı bir yaklaşım izleyeceğim. Bu nedenle, mizahta bakış açısını ortaya çıkarmak amacıyla çalışmada çözümleme için özne nesne ilişkisini belirleyen, bakışın kim tarafından, kime

82

yönelmekte olduğu sorusudur (Kırel, 2012, s.144) sorularını temel alarak değerlendirmeye çalışacağım. Çalışmada karikatüristin bilinci ve alanın farkındalık yaratma potansiyeliyle konumlandırdığı “bakış” yoluyla oluşturduğu farklı öznellik temsillerini, mizahi anlatının öyküsü ve söyleminin birbiriyle ilişkisi içerisinde anlayabiliriz.