• Sonuç bulunamadı

1. 5. 1. Feminizm

Hemen her toplumun ortak problemlerin başında kadına ait sorunlar yer almaktadır. Kadın ait sorunlar 17. yüzyıl’da çözüm arayış yol ve yöntemlerinin konuşulur, tartışılır olması kadın hareketlerinin başlangıcı olmuştur. Kadına ait sorunların, kadınlar tarafından farkındalık kazanması, bu olumlu değişimin başlamasında önemli bir rol oynamıştır. Dünyadaki her türlü kadın fikir ve hareketlerinin genel ismi Fransızca kökenli “Feminizm” kelimesiyle tanımlanmaya ve anlamlandırılmıştır. Feminizm, temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan siyasi bir harekettir (Çaha, 2005: 560; Tekeli, 2010: 29).

1857’de New York’ta kadın işçilerin “EKMEK ve GÜL” sloganı ile başlayan mücadelede 129 kadın yaşamını kaybetmiştir. Bu mücadelenin anısına, 1910 yılında Kopenhag’da toplanan 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda “Kadınlar Günü”nün uluslararası kutlanmasına karar verilmiştir. Bu sürecin sonunda kadınlar, çalışan kadınların hakları, anne ve çocukların korunması, oy hakkı için ortak mücadele kararı almışlardır. (Özvarış ve Akın, 2010).

Feminist akımları, “kadın hakları hareketi” ile “kadının kurtuluşu hareketi” şeklinde iki genel kategoriye ayırmak mümkündür. Birinci dalga olarak da adlandırılan,“Kadın hakları hareketi” 19. yüzyıl oy hakkı mücadelesi ile başlayıp, kadının ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşam alanlarında yer almasını sağlamak üzere gelişmiştir (Çaha, 2005: 560). İkinci dalga kadın hareketi, 1960 yılından sonra başlayıp ve gelişen “Kadın kurtuluşu hareketi” söylemi ile “dişi bir kamusal” yaşam oluşturmayı amaçlayan çizgide ilerlemiştir (Çaha, 2004: 202). İlk kadın hakları hareketinden çok farklı platformda ilerlemiştir. “Kadın kurtuluşu hareketi”, eşitliği reddetmekte ve temel amacını kadını patriarkal (aile, okul, devlet, kilise) kültürün baskısından kurtararak kadınları kendine özgü kimliği ile kamusal alana ait ve dâhil etmek olarak özetlenebilir (Çaha, 2005: 560). 1980’lere gelindiğinde “üçüncü dalga” denilen kadın hareketi “kadınlıkla” “insanlık” arasındaki ilişkiye dikkat çekerek kadınlığa ait değerleri (sevgi, şefkat, merhamet,

bağışlama, yardımseverlik, duygusallık, romantizm) topluma kazandırmaya yönelik çabaları içermiştir (Çaha, 2004: 202, 203).

1. 5. 2. Feminizmin Ortaya Çıkışı

Batıda, kadın hareketinin ortaya ilk çıkışı kadını dışlayan yeni kamusal alana tepki şeklinde oluşmuştur. Heywood, ilk feminist taleplerin tarihi, eski Çine kadar uzansa da; çekirdeği on yedinci yüzyılda İngiltere’de oluşmuştur. Çekirdek hareket olarak kabul edilen kadın hareketlerinin ilk kitlesel hak arayışları 1789 Fransız Devrimi başlamış ve ilk mücadeleleri “yurttaş” olarak kabul edilmek için olmuştur (Heywood, 2007: 86; Çaha, 2004: 201). Zira Fransız İhtilalı’nda hazırlanan bildirgede insanlık, akıl yürütme, erkeklik ve yurttaşlık ile birlikte tanımlanırken kadınlar yok sayılmıştır (Ramazanoğlu, 2000: 144). Bu devrimle birlikte kadınlar gazete çıkarmaya başlamışlar, siyasi kulüpler kurmuşlar ve birçok gösteri gerçekleştirmişlerdir. Ama bu yapılan mücadeleler ise sonuçsuz kalmış ve 1793 anayasasında kadına oy hakkı verilmemiş, “kadın kocasına itaate mecburdur” hükmü getirilmiştir (Ünlü, 2000: 5).

Sanayi Devriminin başlamasıyla, kadın aile içi üreten konumundan alınmış ve daha sonrada kadın emeğinin pazara çekilip sömürüldüğü dönem başlamıştır. Dönemin teorisyenleri olan, Hobbes, Locke, Rousseau ve Hegel, kadının yerini özel alanla sınırlamışlar, bu durumdan ise en çok orta sınıf kadın etkilenmiştir. İngiltere’de Sanayi Devrimi, feminist hareketlerin başlangıcı olmuş ve kamusal alanda kadının yer alabilmesi için gerekli olan hukuki düzenlemelerin yapılması ve erkek egemen eğitim ve iş alanlarında yer alınması için mücadeleyle ilerlemiştir (Çaha, 2005: 562). Fransız devrimine büyük umutlar bağlayan kadınlar, tüm çabalarının boşa çıkmasıyla hak arayışının yönünü değiştirerek bunu, “siyasi haklar” üzerinden gerçekleştirmenin en doğru yol olduğuna karar vermişlerdir. İngiltere’de Marry Wollstonecraft’ın öncülüğündeki 1840’lar ve 1850’lerde kadınların oy hakkı (suffraget) hareketini, ilk dalga feminizm adı altında geniş kitlelere ulaşmıştır (Heywood, 2007: 86).

Oy hakkı ile kadınlar, yeni toplumda gelişen parlamenter sistemde kocalarının üzerinden değil bizzat kendileri tarafından temsil edilmek ve erkeklere verilen egemenliklerinden pay almak istiyorlardı. Bunun için Batı’da yoğun kampanyalar düzenlendi ve bu kampanyalar erkekler tarafından destek gördü. Bu durum, erkek egemen toplumda, kadının eğitimden ekonomiye, sosyal alandan hukuksal alana kadar uzanan bir eksende gerçekleşmiştir. Bu kolektif bir feminist hareket olarak, Amerika’da 1840, İngiltere’de 1850, Fransa ve Almanya’da 1860 ve İskandinav ülkelerinde 1870’li yıllarda gelişmiştir (Çaha, 2005: 562). Önemli bir kazanım, Marks’ın yazdığı II. Enternasyonal 1893 Zürih ve 1907 Stuttgart Kongrelerinde kadınlara oy hakkı tanınması yolunda ilke kararı alınmasıdır (Ünlü, 2000: 5). Kısaca özetlemek gerekirse, erkekler tarafından destek bulan oy hakkı mücadelesi, kadınlarda aile içi ve geleneksel rollerde değişiklik düşünmeden; sadece vatandaşlık sıfatının mücadelesini vermişlerdir (Çaha, 2005: 562). “Kadın hakları hareketi”, kadınların siyasette ve diğer alanlarda yer almaları için gerekli yasal düzenlemeleri bir ölçüde iyileşme sağlamış, eğitim, iş gibi ekonomik özgürlüklerine kavuşmalarına yardımcı olan alanlarda başarı yakalanmıştır (Güçbilmez, 2005: 114).

1960’lı yıllarda gelişen ikinci dalga feminizm ise öğrenci hareketleri ile başlayıp, ilk feminist hareketlerden farklı bir yönde ilerleme göstermiştir. Bu yön, kadının erkekten farklılığını vurgu, yani cins kavramı üzerinden haklar savunması geliştirmekti. Kürtaj hakkı, feminist eylemlerin ve kampanyaların merkezine alınmıştır. “Kadın doğulmaz, kadın olunur” söylemini geliştiren Simone de Beauvoir, kadınlara cesaret vermiş ve farklı bir boyutta konuların irdelenmesinde rol oynamıştır (Çaha, 2005: 563).

Cinsiyet ayrımı; toplumda belki de en temel ve en önemli bölünmeye zemin oluşturmuştur (Heywood, 2007: 86). Kate Millett’in “dünya nüfusunun yarısı olan kadınların diğer yarısı olan erkekler tarafından denetim altında tutulduğu” ifadesi ile kadın hareketinin politik boyutu yoğunlaşma yoluna girmiştir. Feminist kadınlar “katılım”, “otonomi”, “rıza”, “adalet”, “kimlik”, ve “hak” doğrultusundaki siyasi söylemlerini, siyasi bir hareket olarak güçlü bir şekilde ifade etmişlerdir (Çaha, 2005: 563). İkinci dalga feminizmin beklide en önemli özelliği “özel alan” da ki ilişkilerin siyasi yönüne dikkat çekmeleridir.

Kadınların oluşturduğu ve gerçekleştirdiği her eylem, söylem toplumlarda, bilinç yükselmesi ve bazı kavramaların konuşulur, tartışılır hale gelmesinde aktif rol oynamıştır. Artık kadınlar toplumları, kurumları, siyasi partileri ve hükümetleri etkileri altına alıp baskı kurarak kamu desteği sağlamaktadırlar. Bu yüz yılı aşkın mücadele sürecinde “cinsiyet eşitliği” temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. BM Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi CEDAW, güçlü bir uluslararası temel dayanak olmuştur. Kadın hareketinin uzun ve zorlu savaşımı sonucunda, uluslararası alanda ve Avrupa’da iyi bir yasal mevzuat yaratılmıştır. Elbette her zaman yasal eşitlik ile uygulamada var olan eşitlik arasında fark bulunmaktadır (Özvarış ve Akın, 2010).