• Sonuç bulunamadı

Felsefî Planda Engellilik

Kötü ya da şer olarak addedilen durumların felsefî düşüncedeki yaygın kullanımında metafiziksel, ahlakî ve fiziksel olmak üzere üçlü bir tasnif yapılarak incelenmiştir. Bu ayrıma göre metafiziksel kötülük, somut bir örneği olmasa da sonlu varlıkların varoluşları itibariyle eksik oluşlarını, yetkinliğe sahip olamamalarını ifade etmek için kullanılmıştır.92 Ahlakî kötülükler yalan, bencillik, açgözlülük, kıskançlık, düşmanlık, zulüm… gibi daha çok insana ait görülen kötülük türüdür.93 Fiziksel kötülük ise deprem, sel, yangın gibi doğal olaylarının neden oldukları acı, ıstırap ve ölümler hakkında kullanılmıştır. Edward H. Madden ve Peter H. Hare bu kötülüğün muhtevasını

90 Şinasi Gündüz, “İslâm ve Diğer Dinlerin Yaşlılığa Bakışı”, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri,

ed. M. Faruk Bayraktar, (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2007), s. 80.

91 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, (İzmir: İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2012), s. 213-214. 92 Yaran, Kötülük ve Teodise, s. 31-32.

çok geniş tutmuş, çeşitli doğal felaketle birlikte kanser, tetanos, cüzam gibi hastalıkları ve bununla ilgili görme, işitme, konuşma duyularının ve aklî melekelerin kaybedilmesi ya da çarpık organlara sahip olunması sonucu oluşan engelliliğin beraberinde getirdiği acı ve ıstırabı, sonunda gelen ölümü fiziksel kötülük grubuna dahil etmiştir.94 Doğuştan ya da çeşitli hastalıklar sebebiyle sonradan meydana gelen engelliliğin acı ve ıstıraplar bakımından ele alınarak fiziksel kötülük içerisinde değerlendirilmesi çalışmamızı da yakından ilgilendirmektedir. Bunun için felsefî ve dinî bağlamda problem ele alınırken kategorize edilen kötülüğün daha çok fiziksel boyutu üzerinde durulacaktır.

Çeşitli felaket ve musibetler ile özelde engellilik konusunun teolojik boyutu ve bununla ilgili ortaya çıkan problemler, herkes için sorgulanması gereken durumlardandır. Bununla ilgili olarak hem felsefî planda hem de dinî düşüncelerde engellilik de dahil olmak üzere çeşitli felaket ve musibetlerin yorumlanması ve açıklanması için öncelikle üst pencereden şer kavramının varlığı ve kaynağı bakımından tartışıldığını söylemek mümkündür. Daha felsefî düşüncedeki bu tartışmaların ortak zemini aynı olmakla birlikte argümanları ve varılan sonuçları bakımından farklı olabilmektedir. Bu tartışmalarda söz gelimi bazılarının şerrin reel varlığını kabul ederek mutlak iyi ve kudret sahibi Tanrı ile şerri ilişkilendiremediğini, bazılarının doğrudan şerrin reel varlığını inkâr ettiğini görürüz. Ayrıca şerri Tanrı’nın öfke ve uyarısına bağlayanlar olduğu gibi onun iyiliğin açığa çıkabilmesine ya da insanların olgunlaşabilmesine yardımcı olduğu kabul edenler de olmuştur. Bazılarının ise şerri açıklamak için sınırlı bir Tanrı fikrine sahip olduğunu söyleyebiliriz.95 Dolayısıyla insanların başına gelen çeşitli bela ve musibetlerden hareketle yapılan akıl yürütmelerde Tanrı’nın ya da sıfatlarının sınırlandırılması ile tamamen yok sayılması gerektiği öne sürüldüğü gibi bu tür olumsuzlukların çeşitli sıfatlara sahip Tanrı tasavvuruna engel teşkil edemeyeceği de savunulmuştur.

Görüldüğü üzere problemin inanç meselesi haline gelmesi, engellilik gibi hayatta karşılaşılan olumsuzluklarla ilgili olarak inancın temel öznesi olan Allah’ın adâlet, kudret gibi sıfatları ile ilişkilidir. Nitekim Batı felsefesinde D. Hume’un (ö. 1776) Epikür’e atfen sorduğu sorularla dile getirdiği Mackie’nin mantıksal bir problem

94 Yaran, Kötülük ve Teodise, s. 32; Edward H. Madden ve Peter H. Hare, “Evil and the Concept

of God”, (Illinois: Charles C. Thomas, 1968), s. 6.

şeklinde ortaya koyduğu bu husus, ateist argümanların da bir kısmını oluşturmaktadır. Onlara göre dinî inançlar rasyonel olmamasının dışında irrasyonel ve kabul edilemez bir durumdadır.96

“Kötülüğü önlemek istiyor da, gücü mü yetmiyor? O halde erksizdir. Gücü yetiyor da, istemiyor mu? O halde kötücüldür. Hem gücü yetiyor hem canı istiyor mu? O halde kötülük nereden geliyor?”97

Ateist argümanlarında bir kısmını oluşturan yukarıdaki pasajda yer alan ifadelerde kötülüğün mutlak olarak ele alınıp mutlak iyi (Allah) ile bağdaştırılamaması yatmaktadır. Buna göre Allah’ın kâinatı ve içindekileri yarattığı kabul edildiğinde kötülük ya da şerleri de yaratması gerektiği, bunları murat etmesi, yaratması halinde âdil ya da iyi olamayacağı ifade edilmektedir. Adil ve iyi olmasının önünde görülen engellerden biri de mevcut kötülüklerin ilahî bakımdan engellenmeyişidir. Kötülüklerin varlığı ya sınırlı bir kudrete sahip olunmasından ya da kasıtlı olarak engellenmemesinin zorunlu sonucu olarak görülmüştür. Bununla birlikte kötülüklerin Allah ile herhangi bir şekilde ilişkilendirilmemesi durumunda bunların kaynağının ne olacağı problemlerden bir diğerini oluşturmaktadır. Başa gelen çeşitli olumsuz durumların anlamlandırılmasında çözülmesi gereken bu problemler “kötülük problemi” olarak da adlandırılırken, aşkın bir varlığa inanan ya da inanmayan herkesi meselenin teolojik boyutu ilgilendirmektedir. Ancak problemin çözümünde varılan sonuçların ortaya çıkardığı farklılıklar inanç noktasında insanların farklı yerlerde durmalarına da sebep olmaktadır. Örneğin Arap filozof ve şairlerinden Ebû’l-Alâ el-Ma‘arrî (ö. 449/1057) de Allah ile ilişkisi bağlamında kötülükleri, çözümsüz problemler olarak görmüştür:

“Bir kimse, Allah’ın sadece iyiliği isteyip istemediğini sorabilir. Kötülük hakkında, iki şeyden birisi söz konusu olabilir: Ya Allah onu bilir ya da bilmez. Eğer onu bilirse, iki şeyden biri olabilir: Ya onu ister ya da istemez.

Eğer onu isterse, fâil sanki kendisiymiş gibidir; tıpkı, her ne kadar (kesme) işini bizzat kendisi yapmasa da, “hükümdar hırsızın elini kesti” dendiği gibi. Eğer Allah onu (kötülüğü) istemezse, o zaman dünyadaki herhangi bir hükümdara layık görülmeyen bir şey, O’na layık görülür;

96 Nebî Mehdiyev, Dinî Epistemolojiye Giriş: Tanrı İnancının Rasyonelliği, (İstanbul: İsam

Yayınları, 2014), s. 39.

zira onun (dünya hükümdarının) ülkesinde her ne zaman hoşuna gitmeyen bir şey yapılsa, onu kabul etmez ve onun durmasını emreder. Bu, kelâmcıların çözmek için muhakeme güçlerini seferber ettikleri, ancak hiçbir fayda elde edemedikleri bir güçlüktür.”98

Âlemde var olan kötülüklerin âdil ve merhametli bir yaratıcı ile bağdaştırılamaması, Allah’ın varlığının sorgulanmasına ve çoğu zaman inançsızlığa götürmüştür. Ancak kötülüklerin teolojik boyutuyla ilgili probleme tarihi süreç içerisinde tartışılarak dinler ve felsefî sistemlerce çeşitli cevaplar üretilmiştir. Allah’ın adâletinin ve iyiliğinin savunulduğu, genel olarak “teodise” adı verilen görüşlerden ilki âlemde hiçbir kötülüğün varlığını kabul etmeyen Platon’a aittir. Ona göre yaratan iyi olup iyi olanda hiçbir şeye karşı hırs olmaz. Hiçbir şeyin kötü olmaması için de elinden geleni yapar.99 Platon Timaios’ta evrenin yaratılışıyla ilgili şöyle bir ifadeye yer verir: “Tanrı, dünyayı mümkün olduğu kadar kavranabilen varlıkların en güzeline ve her bakımdan en kusursuzuna benzetmek istedi.”100 Ona göre içinde yaşadığımız dünya, varlık nedeni olan idealar dünyasına tamamen olmasa da paraleldir. Dünyanın gerçek sahibi Tanrı’nın bu dünyayı olgunluğa götüren bir planı vardır.101

Aristoteles ve Epiküros’un dünya ile ilgilenmeyen Tanrı tasavvurlarının aksine Stoacılar da Platon gibi iddia edilen kötülüklerin Tanrı’ya mal edilemeyeceğini çünkü kötü diye bir şeyin olmadığını söylemiştir.102 Platinus’a göre âleme bir bütün olarak bakılmalıdır. Nasıl ki bir melodide onu meydana getiren parçaların güzel olup olmadığına bakılmıyorsa evrende de bu gözetilmelidir. Evrende bir bütün olarak Tanrısal aklın inayeti mevcutken, parçalardaki kötülük insandan kaynaklanmaktadır.103 Hristiyan teologlarından Saint Augustinus’a göre de kötülüğün mutlak bir gerçekliği bulunmazken varlıktan kaynaklanan kötülük evrende ahengi doğurmaktadır. Agustus, var olduğu iddia edilen bu kötülükleri insanın sorumluluğundaki ahlakî kötülük

98 Eric L. Ormsby, İslam Düşüncesinde İlahi Adalet (Teodise) Sorunu, trc. Metin Özdemir,

(Ankara: Avrasya Yayınları, 2001), s. 37.

99 Platon, Timaios, trc. Erol Güney ve Lütfi Ay, (İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2001), s. 25-26. 100 Platon, Timaios, s. 26-27.

101 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, (İstanbul: Remzi Kitabevi, 2010), s. 65-66.

102 Ahmet Arslan, İlk Çağ Felsefe Tarihi 5: Plotinus, Yeni Platonculuk ve Erken Dönem

Hıristiyan Felsefesi, (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010), s. 218.

kategorisine dahil etmiştir.104 Ayrıca din ve felsefe dünyasından Ebu’l-Huzeyl el-Allaf, İbn Sina, İmam Gazzâlî, Leibniz gibi isimlerce mevcut âlemin halihazırdaki durumundan daha iyi olamayacağı ifade edilmiştir.105