A. İlahî Adâlet ve Engellilik
3. Mezheplerin Yaklaşımlarının Değerlendirilmesi
Kelâmcılar Allah’ın adâletli olduğu hususunda hemfikirdir. İnsanların dünya hayatında çeşitli acılar çekmeleri, eşit şekilde yaratılmamaları ilâhî adâlete aykırı görülmez. Bu bakımdan iyilik ve kötülüklerin ayrı birer varlık tarafından yaratıldığını savunan Senevîlere karşı eleştirileri hem Ehl-i sünnet hem de Mu‘tezilî kaynaklarda görmek mümkündür. Mu‘tezile kelâmcılarına göre Allah’ın adâletli olması, O’nun hiçbir zaman kötü ve çirkin bir fiil işlemeyeceğini ifade eder. Bu bakımdan Allah’ın kullarına acı çektirmesi, sıkıntıya düşürmesi iyi ve güzel bir fiildir. Çünkü bunlarla Allah kullarının menfaatine hareket eder, çektikleri acıların karşılığını verir ve bu acılar aynı zamanda toplum için ibret anlamı taşır. Mu‘tezile kelâmcılarının adâlet ilkeleri gereği bu fiilleri Allah’a vâcib görmeleri Eş’arîler’in karşı tepkisini doğurmuştur. Onlara göre Allah’ın fiillerini sınırlayabilecek herhangi bir düşünce tenzih edilmelidir. Çünkü Allah mülkün yegâne sahibi olup fiillerinde hiçbir zorlayıcı etken bulunmamaktadır. Bu iki farklı anlayış içerisinde Mâtürîdî kelâmcılar uzlaşmacı bir tavır sergilerler. Allah’a hiçbir şey zorunlu görülmemekle birlikte fiillerinin hikmetten ayrı düşemeyeceği savunulmaktadır. Engelliliği mezheplerin adâlet konusuna yaklaşımları bağlamında incelediğimizde Mu‘tezile’nin açıklamalarını belirleyen şeyin adâlet ilkesi olduğu görülür. Onlar iyi ve kötü olarak adlandırılan değerlere akılla ulaşılabileceklerine inanarak bu türden fiiller işleyenlerin bu sıfatlara sahip olacağını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla Allah’ın bir insanda engelliliği meydana getirmesi, insanın suçsuz ve faydasına olmadığı durumda zulüm anlamı taşır. Burada onların adâlet ilkeleri gereği ortaya attıkları “ivaz” kavramı önemlidir. Ehl-i sünnet kelâmcıları tarafından Allah hakkında zorunluluk ifade ettiği için şiddetli tenkitlere uğrasa da tümden yadsınabilecek
436 Gazzâlî, İhyâ’u Ulûmi’d-dîn, V, 474.
437 Konuyla ilgili tartışmalar için bkz. Ormsby, İslâm Düşüncesinde İlâhî Adâlet (Teodise)
bir kavram değildir. İnsanların engellilik gibi dünya hayatında çektikleri sıkıntılara sabır ve rıza ile katlanmalarına karşılık Allah’ın adâletine güvenerek ahirette mükafatlar beklemeleri tabii bir durumdur. Muhtelif ayetlerde ilahî musibetlere sabredenlerin cennetle müjdelendiği,438 birçok hadiste müminlerin günahlarının silinmesine vesile olacağı439 dikkate alındığında ilahî iradeyi sınırlayan vücûb fikri reddedilerek hikmete uygun bir ivaz nazariyesinin Allah’ın adâlet ve rahmet sıfatının gereği olduğu görülür.440
Eş’arî’nin Makâlâtü’l-İslâmiyyîn’de aktardığına göre Mu’tezile’den çoğunlukta olan grup çocukların acı çekmesine karşılık ahirette bir bedelin verilmesini kabul etmekte, dünya hayatında ise bu durumun yetişkinlere ibret olduğunu öne sürmektedir.441 Bu görüşü “dünya hayatında sırf bir başkasının ibret alması için bir insanın engelli olması” olarak ele aldığımızda isabetli gözükmemektedir. Çünkü Allah acı çektirmeden de kullarına bir bedel karşılığında ve ibret olmaksızın mükâfat verebilir. Ayrıca çocukların çektikleri acılara karşı insanlar, ibret almak yerine isyana sürüklenebilirler.442 Bu bakımdan insanın hayatı boyunca kendisinde veya çevresinde meydana gelen hâdiselere karşı tavırlarından birini oluşturabilecek ibret kavramını tek başına ele almak yerine imtihanın bir parçası olduğu söylemek yerinde olur. Ayrıca Mu’tezile’nin bu konudaki görüşüne karşı Nesefî’nin eleştirilerinde haklılık payı söz konusu olmakla birlikte kendi söylemlerinde tatminkâr çözümlerin bulunmadığı söylenebilir. Ancak daha çok karşı tarafın görüşlerinin çürütülmesi üzerine süren bu tartışmada Mu‘tezile’nin çocukların ıstırabına karşı öne sürdüğü tezin yanlışlığını bulmak mümkündür.443
Engellilik konusunda insanın sorumluluğunu açık bir şekilde ortaya konulduğunu Mu‘tezile kelâmcılarında görmekteyiz. Nitekim onlara göre acılar ve hastalıklar Allah tarafından gelebileceği gibi insandan da kaynaklanabilir. Çünkü insan fiillerini bizzat kendi irade ve gücüyle yapar. İnsanı kendi irade ve kudretiyle fiillerini
438 el-Bakara, 2/155-157, er-Ra’d, 13/22-24. 439 Buhârî, “Merdâ”, 7.
440 İlyas Çelebi, “İvaz”, DİA, XXIII, 490. 441 el-Eş’arî, Makâlâtü’l-İslâmiyyîn, s. 253.
442 Özdemir, “Kötülük Problemine Eleştirel Bir Yaklaşım”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi (2000), s. 241.
yapacak şekilde yaratan Allah ona herhangi bir müdahalede bulunmaz.444 Ancak içinde yaşadığımız dünyada tecrübe edilen durumlar, insanı aşan pek çok durumun varlığını ortaya koymaktadır. Mu‘tezile kelâmcıları elemler konusunda ilâhî ve insanî fiillerin sınırlarını belirlemeye çalışsa da insan, hareketlerinde ontolojik bakımdan tamamen özgür değildir. Bu bakımdan bir insanın ilâhî iradenin tecelli edeceğinin aksine kendisine veya bir başkasına zarar verme amacıyla hareket etmesi durumunda başarılı olacağı söylenemez. Aynı şekilde insanın gözüken bir kusurunun olmadığı veya bir başkasının ihmâli sebebiyle engelli olması da imkân dahilindedir. Ehl-i sünnet kelamcılarının cüziirade ve kudretle meseleye yaklaşımlarında da görüldüğü gibi insanın sınırlı bir özgürlüğe sahip olması ilâhî adâlete aykırı bir durum değildir. İnsanın kendi akıbetini tam olarak belirleyemediği bir dünya ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken husus, ayetlerde de bildirildiği üzere Allah’ın kimseye zulmetmeyeceğidir.
İlk bölümde ortaya koyduğumuz üzere engelliliğe sebep olan durumlar içerisinde insanın ihmal ve kusurlarının oranı dikkat çekicidir. Bu bakımdan Allah’ın insana tanıdığı özgürlük alanı içerisinde meydana gelen hâdiseleri doğrudan ilâhî düzlemde tartışmak yanlış olur. Engelliliğe sebep olan durumlara baktığımızda doğum öncesinde evlilik öncesi gerekli testlerin yapılmaması, akraba evlilikleri, genetik bozukluklar, hamilelik yaşının çok küçük ya da büyük olması, hamilelik sürecinde yaşanan sorunlar (zehirlenme, aşırı stres, travma, kaza, yetersiz ve dengesiz beslenme, doktor tavsiyesi dışında ilaç alınması, uyuşturucu, alkol ve tütün kullanımı, röntgen ışınlarına maruz kalma…) gibi pek çok faktörün insan kaynaklı olduğu görülmektedir. Aynı şekilde doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması, düşük ağırlıkla doğması, travmaya maruz kalması, doğumun zamanında ve sağlık kuruluşlarında gerçekleştirilmemesi engelliliğin diğer sebepleridir.445 Sağlıklı bir yaşam için gerekli tedbirlerin alınmayarak tütün, içki, uyuşturucu gibi zararlı maddelerin kullanımı, hastalıklar, sosyal hayat ve iş hayatındaki tedbirsizlikler sonucu meydana gelen hâdiseler insan kaynaklı engelliliğin diğer sebepleridir. Bu bakımdan ilahî adâletin bir sonucu olarak imtihan dünyasında insanın kendi fiillerinin sorumluluğu için verilen iradenin yanlış kullanımında sorumluluk yine insana ait olmaktadır.
444 M. Sait Yazıcıoğlu, “Fiil”, DİA, XIII, 61. 445 Yerebakan, Özürlüler Vadisi, s. 37.
İlâhî adâlet konusuyla ilgili olarak tekrara düşmemek amacıyla ayrı bir başlık altında ele alacağımız “sünnetullah” konusuna da kısmen değinebiliriz. Allah’ın yarattığı âleme koyduğu “sünnetullah” adı verilen genel kanunlara aykırı fiiller hakkında da aynı şeyler düşünülebilir. Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunları ifade eden sünnetullah, insanların yaşamı ve ölümü için bulunan biyolojik kanunları ifade ettiği gibi toplumların yaşamı ve helâki için bulunan sosyal kanunları da ifade etmektedir.446 İnsana düşen Allah’ın koymuş olduğu bu kanunları araştırmak, tanımak ve bunlara uygun davranmaktır. Dolayısıyla bu kanunlara aykırı davranıldığında ortaya çıkabilecek felaketler yine kulların sorumluluğuyla ilişkilendirilmelidir.
Hiçbir ihmâl ve kusuru olmadığı halde bir başkasının hatalı davranışı sebebiyle insanlar engelli olabilmektedir. İlâhî adâlet çerçevesinde sorumluluğun bu durumlara sebep olanlara ait olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü imtihan dünyası içerisinde Allah’ın insanlara verdiği özgürlük alanı içerisinde iradenin yanlış kullanılması da imtihanın bir parçası olmaktadır. Bu bakımdan engelliliğe sebep olanlar engelliler için bir mağduriyet oluşturmakta ve bu mağduriyetin telafisi de Allah’ın kuracağı hesap gününde giderilecektir. Çünkü dünya hayatında tedavi edilmez durumdaki engellilik hallerine yapılırsa yapılsın tam anlamıyla karşılık bulamaz. Nitekim içinde yaşadığımız dünyanın imtihan için yaratılması mutlak adâletin ahirette gerçekleşeceğini göstermektedir. İnsanların özelde engelli olup olmama gibi farklı şekillerde sınanması ise ilâhî adâletin olmadığını göstermez. Beşerî düzlemde eşitsizlikler zulüm olarak gözükse de ilâhî iradenin insan hakkındaki tecellilerinde Mâtürîdî anlayışta olduğu gibi çeşitli hikmetlerin barınabileceği göz önüne alınmalıdır. Dünyadan ahiret hayatına taşınabilecek her şey birer nimet olarak görülmelidir. Sınırlı bir dünya hayatında yaşanan her şeyin imtihanın bir parçası olarak ve sonsuz ahiret hayatıyla birlikte değerlendirilmelidir.