• Sonuç bulunamadı

Đkinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan Europara piyasasının kökeni, Sovyetler Birliği’nin dolar rezervlerini ABD’nin kontrolü dışında tutmak için Londra’daki bankalara yatırmasına götürülse de, bu piyasanın asıl olarak işlev kazanması 1957 yılından itibaren gerçekleşmiştir. Bu tarihte Đngiltere’de faiz oranları % 7’ye yükseltilmiştir (aynı tarihte ABD’deki bankaların mevduatlara ödeyeceği faizler üzerinde belli kısıtlamalar vardı) (Patel, 2007:1). Aynı sıralarda sermaye kontrollerinin ve döviz kurunu korumaya yönelik kontrollerin kaldırılmasıyla Đngiltere cazip bir finansal merkez haline getirilmeye çalışılmıştır. Đngiltere bu hamlelerle, Đkinci Dünya Savaşı sonrasında kaybettiği dünya hâkimi rolünü bir nebze de olsa geri kazanmak istemekteydi.

Europara piyasasını tetikleyen bir diğer gelişme de yine 1957’de yaşanmıştır. ABD Đkinci Dünya Savaşı sırasında, Đngiliz üreticilere fayda sağlayan sömürge ticaret sistemini ortadan kaldırmaya çalışmış ama Đngiliz bankalarının direnmesiyle savaş sonrasında sömürge sonrası ülkelerle gerçekleştirilen ticaretin finansmanında kontrol Đngiliz bankalarında kalmıştır. 1957’ye kadar, bu ticaretin (bütün uluslararası ticaretin yaklaşık yüzde 40’ına tekabül ediyordu) finansmanı Đngiliz sterlini

cinsinden verilen kredilerle sağlanmaktaydı. Ancak, 1957’de Đngiltere’nin Süveyş Kanalı üzerindeki hâkimiyetini yitirmesi sonucunda buradan elde edilen gelirin kaybedilmesiyle, Đngiliz bankacılık sistemi bu ticareti finanse edecek sermayeden yoksun kalmıştır. Bunun üzerine Đngiliz bankaları, eski sömürgelerdeki müşterilerine borç vermek için dolar mevduatlarını kullanmaya başlamıştır. Eurodolar piyasasıyla ilgili istatistiklerin tutulmaya başlandığı 1964’te Eurodolar piyasasının net hacminin yüzde 48,6’sını, Đngiliz bankalarının daha önce sterlin cinsinden giriştikleri uluslararası finansal faaliyetlerinin yerine koydukları dolar cinsinden faaliyetler oluştururken; bu oran 1971’de yüzde 68,4’e kadar çıkmıştır(Dickens, 2005:211).

Đngiliz bankalarının uluslararası finansal faaliyetlerinde sterlin yerine dolar kullanabilmesi iki etmene dayanmaktaydı. Birincisi, 1965’e gelindiğinde ABD’nin birikimli ödemeler dengesi açığı 33,8 milyar dolara ulaştığından uluslararası ekonomide bir dolar bolluğu söz konusu olmuştur. Đkincisi, ABD’de 1960’ların başında dolar cinsinden verilecek ödünçler için bir tekel fiyatı uygulanmaktaydı ve Đngiliz bankaları bu tekel fiyatının altında bir fiyat uygulayarak çok sayıda müşteriyi kendilerine çekebilmekteydi (O sırada ABD’de uygulanan faiz oranı yüzde 5 ile 5,6 arasında değişirken, Europara piyasasından borçlananların karşılaştığı faiz oranı ortalama yüzde 4,1’di) (Dickens, 2005:212).

Tablo 1.1: Eurodolar Piyasasının Net Hacmi ve Đngiltere’nin Toplam Hacim

Đçindeki Payı (milyon dolar ve % cinsinden)

YIL NET HACĐM ĐNGĐLĐZ PAYI ĐNGĐLĐZ PAYININ ORANI (%)

1964 9.000 4.379 48,6 1965 11.500 5.300 46,1 1966 14.500 7.636 52,7 1967 17.500 9.691 55,4 1968 25.000 15.370 61,5 1969 37.500 25.747 68,6 1970 46.000 31.406 68,3 1971 54.000 36.928 68,4

Kaynak: DĐCKENS, Edwin (2005), “The Eurodollar Market and the New

Era of Global Financialization”, Financialization and the World Economy, Gerald A. Epstein (ed.), Cheltenham, Edward Elgar Publishing, s. 212

1960’larda ABD bankaları üzerindeki finansal kontrollerden (başta da 1964-1973 arasında uygulanan “faiz eşitleme vergisi”nden) dolayı bu bankalar başta Londra olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde şubeler açmıştır. Böylece bu bankalar, Eurodolar piyasasının ABD dışında olması nedeniyle ABD hükümetinin, dolarla işlemeleri nedeniyle de bulundukları ülkelerin hükümetlerinin kontrolü dışında kalmışlardır (Balkan, 1994:72).Yurtdışında faaliyet gösteren ABD kökenli çokuluslu şirketlerin de elde ettikleri kârları ülkelerine götürmek yerine Eurodolar piyasasında tutmalarıyla bu piyasa daha da gelişmiştir (Çağlar, 2003:48). Zamanla diğer ülke paralarını da kapsayarak Europara piyasası haline gelen bu piyasa ABD finans sistemiyle Avrupa finans sisteminin entegrasyonunu hızlandırmıştır.

Bunların yanında, 1966’dan itibaren ABD’deki bankacılık karteli de Europara piyasasından fon sağlamaya başlamıştır. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi, ABD’nin Vietnam’ı işgal etmesi ödemeler dengesi açıklarının hızla artmasına neden olmuş, Đkincisi bankacılık karteli bu hamlesiyle, dolar üzerinden verilen kredilerin faiz oranlarını yukarıya çekmeyi amaçlamaktaydı. Bu konuda ABD bankacılık kartelini Europara piyasasına yönelten süreç şöyle özetlenebilir. Ağustos 1966’da bankacılık kartelinin faiz oranlarını yükseltme girişimine ABD’deki para otoriteleri karşı çıkmıştır. Çünkü faiz oranlarının yükselmesi, şirketlerin finansman maliyetlerini yükseltecek, bu da üretilen mal ya da hizmetlerin fiyatlarını artıracaktı; sendikalar da artan fiyatları gerekçe göstererek daha fazla ücret artışı talebinde bulunacaklardı, böylece bir ücret-fiyat spiraliyle karşılaşılacaktı. Para otoriteleri bunun önüne geçmek için, bankacılık kartelinin ABD Merkez Bankası’ndan borç almasına kısıtlamalar getirmiştir. Bunun sonucunda da bankacılık karteli ihtiyaç duyduğu fonu sağlamak için Europara piyasasına yönelmiştir. Böylece resmi çevrelerin faiz oranlarının artırılmasına yönelik muhalefeti dağılmıştır (Dickens, 2005:213-214). Bu durumun en önemli sonucu, faiz tavanı uygulamalarının ve faiz oranlarının artırılmasının önündeki her türlü kısıtlamanın kaldırılması doğrultusunda bir yol açılması olmuştur. Ayrıca finansal sermaye, özellikle de kısa vadeli sermaye hareketleri, uygulanan denetimlerden de kaçış yolu elde etmiş olmaktaydı.

da uluslararasılaşması hız kazanmıştır. Özellikle ABD kökenli çokuluslu şirketlerin fonlarının, Europara piyasasında faaliyet gösteren Avrupa ve Japon bankalarına yönelmesi karşısında ABD bankaları (sermaye hareketlerine getirilen yasal sınırlamaların da etkisiyle) yurtdışındaki şubelerini büyük bir hızla artırmıştır. Örneğin ABD bankalarının 1960’ta ülke içindeki aktifleri, toplam ticari banka aktiflerinin % 98,6’sını oluştururken, bu oran 1967’de % 96,5’e, 1980’de ise % 74,1’e düştmüştür (Balkan, 1994:72). ABD bankalarının Europara piyasasına girip burada açtığı şubelerin yanı sıra, bu bankalar Europara piyasasından kredi de aldılar ve ABD finans piyasası ile Europara finans piyasası arasındaki bütünleşme daha da artmıştır.

1973’te petrol fiyatlarındaki ani artışla Europara piyasalarını besleyen yeni bir finansal akım ortaya çıkmıştır. Petrol gelirleri büyük artış gösteren petrol üreticisi ülkeler bu “petrodolarları” Europara piyasasına yatırmışlardır (Çağlar, 2003:49).

1970’lerdeki petrol krizinin ardından petrodolarların başta Europara piyasalarına yayılması, üçüncü dünya ülkelerine verilen borçların özelleşmesine neden oldmuştur. Çünkü kalkınmalarını finanse etmek için borçlanan gelişmekte olan ülkelerin ödemeler dengesi sıkıntılarına girmeleri, 1979’da ikinci büyük petrol şokunun dünyada enflasyonun yükselmesine neden olması ve bunun sonucunda uygulanan enflasyonla mücadele politikalarının faiz oranlarının yükselmesine yol açması, gelişmekte olan ülkelerin borç yüklerinin çok artmasına neden olduğundan ve daha önce resmi borçlar şeklinde olan uzun vadeli düşük faizli dış kaynakları bulamamalarına yol açtığından Europara piyasalarından kısa vadeli yüksek faizli borçlanmaya gitmelerine, borçlarını borçla ödemelerine yol açmıştır. Ağırlaşan borç yükü 1980’lerin ortalarında borç krizine sebep olmuştur. 1970’lerin sonuna gelindiğinde üçüncü dünyaya verilen borçların kaynağı açısından Đkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin tersine dönülmüştür. Bu tarihe gelindiğinde özel sektörün verdiği borçlar kamu kesiminin verdiği borçların üç katına çıkmıştır (Hoogvelt, 1997:163). Bu durum üçüncü dünya ülkelerinin hem dış borç bulma koşullarını artırmış, hem de borç bulma şekillerini çeşitlendirmiş, böylece bu ülkelerin uluslararası finans sistemiyle entegrasyonları hızlandırmıştır.

Bankaların Europara piyasasında borç alıp verme imkanını elde etmeleri merkez bankalarının para ve kredi arzını kontrol etmelerini güçleştirmiştir. Bunun sonucunda etkinliği giderek azalan kontroller kaldırılıp finansal piyasalar liberalleştirilmeye başlanmıştır (Çağlar, 2003:49-50).