• Sonuç bulunamadı

A. Cinsiyetlerine Göre Kişiler

2. Erkekler

Füruzan’ın hikâyelerinde kadınlar kadar olmasa da erkek tiplere de yer verilmiş ve onların dünyası da başarıyla yansıtılmıştır.

Füruzan’ın hikâyelerindeki çocukların yaşlarına ve yaşayış tarzlarına baktığımızda çok ilginç sahnelerle karşılaşmaktayız. Yazar, beş-altı yaş ile ergenlik döneminde olduğunu tahmin ettiğimiz erkek çocuklarına da hikâyelerinde çok yer vermiştir. Bu çocukların en belirgin özelliği ruh dünyalarında yalnız oluşlarıdır.

Füruzan’ın hikâyeleri arasında erkek çocuklarının ruh dünyasını en derin biçimde anlatan ve okuru da söz konusu çocuğun yaşadığı sıkıntılara ortak eden

“Çocuk” tur. Bu hikâyede çocuk, annesi evdeyken de dışarıdayken de çok büyük bir yalnızlık ve terk edilme korkusu içindedir. Annesinden gereken sevgi ve ilgiyi göremediği gibi bir de annesi tarafından sürekli azarlanıp küçük görülür. Sokakta çocuklarla oynadığında dayak yer. Oyuna katıldığında mahalle çocukları erken dağılır. Tüm yaşadıkları çocuğun dilinde bir tutukluğa neden olur:

“Hep böyleydi, sözcükleri bulamazdı. Ya yine kimi zamanlardaki gibi istese bile konuşamazsa? Gerçekten de bazen konuşamıyor muydu?” (s.49) Çocuk başkalarıyla iletişim kuramaz, içine kapanır, sormaktan ve öğrenmekten çekinir, unutkandır; hatırladığında neyi, neden hatırlamak istediğini bilemez. Çevrelerindeki hareketleri anlamlandırmaya çalışır. Algıladığı ama anlam veremediği en önemli şey, dış dünyadaki hayatın farklı oluşudur. Başka anneler, “(…)çocuklarına eğilip

sevecenlikle, özenle bir şeyler” anlatır. (…)Annesi tüm bunları görmüyormuşçasına ilgisiz, hatta solgundu”r. Çocuk fark edilmek ister: “Bir onları fark etmiyorlardı.

Oysa geçerlerken hiç çarpmamışlardı ki ana oğla” (s.49). Bazı şeylere akıl yürütüp mantıklı çıkarımlarda bulunmaya çalışır: “Annesi çok sıkılıyor olmalıydı.

Belki o da kendisi gibi sözsüz, gülmesiz, güneşsiz bir yerlerde büyümüş; onun da babası kendi babası gibi sadece bir resme ve hep bir duvara asılı durmuştu.”

(s.51) Çocuk, annesi eski sevgilisiyle onu uyudu sanıp yatağa girdiğinde uyur gibi davranmayı öğrenmekle bazı şeylerin zamanından önce farkına varır. Annesi yeni sevgilisini odaya alıp onu akşam bahçede bıraktığında ise acının anlamını kavramaya başlar. O an, annesinin eski sevgilisinin gelerek çocuğu korkutması hikâye kişilerinin eğitimsizliklerini ve sorumsuzluklarını göstermesi bakımından şok edicidir: “Adam cebinden bıçağı çıkardığında çocuk hızla kalktı. Bu kez hem adamdan hem annesiyle şimdi birlikte olandan hem de annesinden korkmuştu”

(s.57). Bu adsız çocuk da ruh sağlığı yerinde olan her çocuk gibidir. Annesinden sevgi ve ilgi görmemesine rağmen ait olma ihtiyacıyla annesine sarılır:

“Çocuk şimdiye değin olanların ve anlayabildiklerinin içinde en inanılmazını yaşadığını sezdi. Annesiyle ilk kez bunca yakındı. O ekşimsi, soluğunu engelleyen şey bile, çok kısa yazlar, karanlık uzun kışlar boyunca silinmeyen ve annesi demek olan o, tarçınlı ılık tütün kokusunu yok edemiyordu.

(…)Karnı çok acıkmıştı. Annesinin benzersiz yakınlığını yitiririm kaygısıyla açlığını söylemedi, hemen unuttu” (s.60).“ ─ Sana bir masal anlatayım, dedi kadın.

Daha rahat uyursun, eğer unutmadımsa. Çocuk şaşırdı. ‘Masal’ diye düşündü”

(s.61).

“Kış Gelmeden” ve “Seyyid” hikâyelerinde de yaşını bilmediğimiz küçük çocukların dünyasına yer verilirken “Sokaklarından Gemilerin Geçtiği Kent”te başlı başına İstanbul’da yaşayan sokak çocukları anlatılmıştır. Bu hikâyedeki çocukların çoğu Anadolu’dan gelmiştir; anne-babası belli olmayanlar da vardır. Bünyamin’i yakınları getirip bir bekçiye emanet ederler; Cansu’yu da henüz kundaktayken sokağa atmışlardır. Çocuklar sokakta sigara satıp “aş evinde” (s.73) ısınarak; “bekâr odalarında” (s.79) yatarak yaşamlarını sürdürürler. Toplumdan dışlanmış olduklarının farkındadırlar. Kimsenin kendilerini önemsememesi onların da kimseyi önemsememelerine neden olur. Her hatalarında polis arabasına doluşturulup karakola

götürülmeleri ise terk edilmişlik duygusuyla çocukların kimini birbirlerine yakınlaştırırken kimilerini de asileştirir:

“Dinle oğlum köylü! dedi. Allah seni terk etmiş, senin ondan haberin yok. Bir çocuk nasıl yapılır? Ders bir: Bir erkekle bir kadın buluşup bakışırlar, film bir afiyle öpüşürler, zevki sefaya dalarlar, bizi peydahlarlar. Karının karnı şişti mi şişer, dümbük erkek toz… E, erkeklik kolay mı? Düdükleyip kekâ kaçacaksın. Biz gibiler bu düdükleme işleminin… orospu çocuklarıyız” (s.81).

b. Genç Erkekler

Füruzan’ın hikâyelerinde genç kızlar kadar olmasa da genç erkeklerin sayısı da fazladır. Sosyal konumlarına göre hepsi bir işle uğraşır. Eğitimsiz ve vasıfsız işlerle uğraşanların sayısı daha fazladır.

“Birinci Yaz Şarkıları” ve “İkinci Yaz Şarkıları”nda Kerim Ali, “Bir Evin Dıştan Görünüşü”nde Sedat, “Gecenin Öteki Yüzü”nde ismini bilmediğimiz bir genç yüksek tahsillidir. “Sevda Dolu Bir Yaz”daki gencin eğitiminden bahsedilmez; ama ilerde elçi olacağı söylenir. “Günü Birlik Adada” ve “Gül Mevsimidir” hikâyelerinde burjuva ailelerin çocuklarının okuyarak bir iş sahibi olacakları açıktır.

Hayatın yükünü erken yaşta üstlenen ve eğitim görme şansından mahrum kalan “Kış Gelmeden” hikâyesindeki Alişan ve “Seyyid” hikâyesindeki Zülali Anadolu insanının özünde gizlediği aza kanaat etme, çalışma azmi, inanç ve sabırla geleceğe güvenle bakarlar; her ikisi de yürekleri umut dolu delikanlılardır. “Gecenin Öteki Yüzü”ndeki genç de Anadolulu’dur. Yazar, henüz bir üniversite öğrencisiyken memleket gerçeklerine ve insanî değerlere duyarlı çizdiği bu tiple memlekette yetişecek gençlere bir model oluşturmaya çalışmıştır. Bu kişiler edebî terimle

“idealize tip” olarak tanımlanır. Nurullah Çetin, “olumlu ve iyi tipler”

sınıflamasında bu gruba giren bir kısım tipi “iradeli, umut ve güven telkin eden, belirleyici, yönlendirici konumda olan ve olayların üstüne çıkabilen, öncü, güçlü, iyimser” 10 tipler olarak tanımlar.

10 Nurullah Çetin, Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Basımevi, 1.Baskı, Ankara 2003, s.179.

“Çocuk” hikâyesinde ise kadının sevgilileri genç, işçi sınıfından erkeklerdir.

İlki, önceki odalarına da geldiği gibi, yine haftanın belli günlerinde gelen, az gülen, az yiyen, başkalarının yüzüne az bakan, anneyle oğlun odasını paylaşan “üçüncü kişi” sayılan adamdır ve erkek oluşuyla çocuğun gözünde aynı zamanda bir otoriteyi temsil eder. Bu çocuğa, adamın annesiyle geçirdiği zaman çok uzun gelir. Füruzan, henüz akılı her şeye yeni ermeye başlayan bu çocuğun ruh dünyasını başarıyla yansıtmış ve çocuğun duyduğu sıkıntıyı okura da hissettirmiştir.

c. Orta Yaşlı ve Yaşlı Erkekler

Füruzan’ın hikâyelerindeki orta yaşlı ve yaşlı erkeklerin varlıkları belirgin değildir. Çoğunluk bu erkekler evliliklerinin ilk yıllarında hayatını kaybedip bir çocukla eşlerini yalnız bırakmışlardır. Hemen hepsi eğitimsiz ve dar gelirlidir.

“Gecenin Öteki Yüzü”nde hayat dolu bir gencin iş kazası sonucu ölmesiyle karısının dünyası yıkılır. “Birinci Yaz Şarkıları”, “İkinci Yaz Şarkıları” ve “Sevda Dolu Bir Yaz”daki kadınların kocaları ise denizcidir; onların ölüm haberleri de evliliklerinin ilk yıllarında evlerine ulaşır.

“Kış Gelmeden” hikâyesinde memur enişte, kırk yaşlarında kendi kabuğuna sığınmış bencil bir adamdır. Ekonomik sıkıntı, yaşam kaygısı derken yaşamın anlamını hem kendisi unutmuş hem de karısına unutturmuştur. Eniştenin tek düze yaşamında nasıl sürüklenip gitmekte olduğu dramatik yöntemle sunulur. Eşiyle sohpeti sıradan bir iki sözcükten ibarettir.

“Benim Sinemalarım”da ise Nesibe’nin babası orta yaşlı, ara sıra hamallık yapan bir adamdır. Geleneksel anlayışa sahip pek çok adam gibi onun da tek yaşam dayanağı namusudur. Kızının bu kavramı hiçe sayması onu kızıyla karşı karşıya getiren çatışmaların başında gelir. Nesibe’nin genç erkeklerle gezip tozduğunu öğrenen baba “kızını dövmeyen dizini döver” hesabı Nesibe’ye bir güzel dayak atar.

Başka tülü hareket edip kızını kazanması, bulundukları sosyal konum gereği imkânsız olduğundan baba caydırıcı olacağını düşündüğü böyle bir cezayı gerekli görür. Oysa dayak, gözü erken yaşta açılan kızını daha da hırçınlaştırarak kızının evden kaçmasına sebep olur.

“Nehir” hikâyesinde orta yaşlı olduğunu tahmin ettiğimiz ve aynı zamanda ekonomik gücün temsilcisi Yusuf Ağa, sahip olduğu gücü kötüye kullanarak beslemelerin namusunu hiçe saymıştır. Aynı şekilde “Haraç” adlı hikâyede de ilerde generalliğe kadar yükselen Servet Hanım’ın efendisi, beslemelerin namusunu ve ruhunu kirletme hakkını kendisinde görecek kadar insafsız bir adamdır.

B. Sosyal Konumlarına Göre Kişiler