• Sonuç bulunamadı

B. Toplumsal Temalar

5. Eğitim Yetersizliği ve Sorunlarının Farkında Oluş

neyimiz eksikti bizim. Çalışıp geçinmek ayıp mı? Hep hanlar hamamlar, apartmanlar mı olmalı? Neyimizi beğenmediler? Üstelik kız da ağabeyimi deli gibi seviyordu istiyordu” (s.60) der. Öylesine bir gönül zenginliği yaşamaktayken daha fazlasını istemenin neden gerekli olduğuna bir anlam veremez.

“Piyano Çalabilmek” hikâyesinde yine bir anne-kız ve nine üçlüsünün hayatından kesit sunulmaktadır. Memleket özlemi ve yoksulluk kişilerin yaşamını şekillendiren unsurların başında gelir. Hikâyeyi ilginç kılan, vaktiyle “Varlık, onur görmüş konakların kızıydım” (s.34) diye övünen annenin acı talihi sonucu, son evliliğinde yoksulluğu yaşaması ve yoksul yaşamlarında “piyano”nun çok lüks kaçmasıdır.

Sınıf farkı, ağırlıklı olarak evlilik ve fuhuş konusuna değinilen hikâyelerde somut bir engeli oluşturmaktadır. Yoksulluğun ana olay olarak kurgulandığı hikâyelerde ise sınıf farkına soyut bir yaklaşım söz konusudur.

diyerek okuyamamışlığın acısını dile getirir. Kasabanın çocukları ortaokuldan sonra okumaya şehre gider. Hepsinin büyük hayalleri vardır; çeşitli meslekler edinip Anadolu’ya dağılacaklardır. Fakat ne yazık ki “eğitimin yanlışlığı” (s.36) çoğunu yolundan döndürür. Hatice ve arkadaşları henüz ortaokul sıralarında “fırsat eşitliği”

(s.36) gerçeğini kavrar. Bazı öğrencilerin ebelikten başka meslek seçme şanslarının olmayışı onları fazlasıyla üzer.

Yılar sonra Hatice “acımayla düzelmeyecek” olanı kavramıştır. Kendisi, yitirdikleriyle hiç alışverişi kalmamış, “yaşamındaki değişmeyi izleyemeyecek denli kendisiyle dolu” (s.39) öğretmenler gibi olmamaya kararlıdır. O öğretmeler ki

“…Yurdun çeşitli yerlerinden kopup gelmiş, kıtı kıtına parayla yetinip öğrencilerinin kişiliklerindeki özü, halk olma benzeşmesini hiç önemseme” (s.39) mişlerdir.

Füruzan’ın ilk yazdığı hikâyelerinden bir olan “Sabah Eskimişliği”ndeki kız çocuğu eğitimciler ve eğitim sisteminin suskun nesil yetiştirmesi konusundaki şikâyetini şu sözlerle dile getirir:

“Susuuuuuuuuuun.

Nedir bu susan?

Susku dolu bir evrene susku dolu bir savaş.

İlkyazları odaya koyun, ölüm onlara barınamaz gider.

Ölüme inanmıyoruz ki, ondan korkalım efendim. Ama bir korktuğumuz olmalı; ihtiyarlamaktan çirkinleşmekten korkuyoruz. Aklı savunuyoruz, ama güzellikten yanayız. Bize uslu durmayı öğrettiler başta. (s.13)

“Temizlik Kolu”nda yoksul aile çocuklarının sınıfta hem arkadaşları hem de öğretmenleri tarafından nasıl horlandıklarına değinilirken “Kuşatma” ve “Benim Sinemalarım”da kötü yola düşen kızların ilkokul mezunu olmalarına işaret edilir.

“Kuşatma”da ise Nazan’ın babası ölmeden önce kızını okutma özlemi içindedir;

çünkü okuyan çocuk, gelecek korkusu taşıyan yoksul ailelerin tek güvenli gelecek umududur: “Çalış çalış, iş bitti deseler, kaldık açıkta. Cepte, kıyıda dayanacak bir şey yok. Nazan’ı okutalım diyorum ne yapıp yapıp. Okumuş olursa belki bizim sürünmemiz onda biter” (s.61).

Füruzan’ın birkaç hikâyesinde yoksul aile çocuklarının okuma umutlarını gerçekleştirecekleri tek yer, parasız yatılı okullarıdır. “Parasız Yatılı” hikâyesindeki anne kurtuluş yolunun okumaktan geçtiğini anlayarak kızını parasız yatılı sınavına

götürür. Anne, henüz kızı sınava girmeden kızının öğretmen olduğunu hayal eder. O gün geldiğinde kendisi de hastabakıcılığı bırakıp kızıyla Anadolu’ya gidecektir.

“Çocuk” hikâyesindeki anne de çocuğunu okutma özlemi içindedir. Yazar, annenin çocuğunu okutma özlemini “Ah okula gidebilmeliydin!” (s.52) diye dile getirirken çocuğun okuması gerektiğine inancını da “Adsız sansız günlere, tek uzun mevsim olan kışa, sabahla gecenin arasındaki zamanlara ad koyabilmek için okula gitmesinin gerektiğini düşündü.” (s.52) sözleriyle ifade eder.

“Bir Evin Dıştan Görünüşü”nde ise Sedat’ı annesi ısrarla okutmak ister:

“…oğlum, büyü açık göz ol, oku, bari sen anneni rahat ettir” (s.99). Sedat, okur;

inşaat yüksek mühendisi olur; ancak okumuş insanlara has alçak gönüllülükten yoksundur.

“Sokaklarından Gemilerin Geçtiği Kent” de sokak çocuklarının eğitimsizliği ciddî bir sorunu oluşturmaktadır. Bünyamin yaşını ve nereli olduğunu bilmemektedir. Diğer sokak çocuklarının da ondan bir farkı yoktur. Bu hikâyede de Bünyamin’i büyüten bekçinin ölüsü başında doktorun gösterdiği tutum, okumuş insanlarda daha fazla bulunması beklenen hoşgörüden uzaktır:

“Hep böylesiniz be!,

Hep böyle! İstanbul’da bok mu var? Her yer insanla dolu. Yakında İstanbul denize çökecek, batacak. Doğru dürüst konuşmasını bilmiyorsunuz. Bir de kalkıp ölüyorsunuz.”

“Çocuğun onu anlamayan bakışlarını gözden geçirdi. Tembel tembel esnedi”

(s.84).

“Nehir” ve “Su Ustası Miraç” hikâyelerinde eğitimsiz köylü kızlarının ağa evlerine besleme verilmeleri gibi özellikle güney bölgelerinde görülen toplumsal bir sorun anlatılmaktadır. Bu kızcağızların her konuda eğitimsiz oluşları toplumumuzda kadına verilen değeri de göstermektedir aynı zamanda. Döne ismindeki bir hizmetçinin sürekli düşük yapması ve son çocuk düşürmesini önemsiz bir şey gibi anlatması, değersizlik duygusunu çaresizlikten kabullenişinin acı bir gerçeğidir. Eve gelen konukların “Onlar durmadan çocuk düşürürler. İki günde de ayağa kalkarlar.”

(s.57) diyerek yoksul, eğitimsiz köylüleri cahilliklerinden sorumlu tutması, maddî gücü elinde bulunduran bazı insanların insafsız ve anlayışsızlığını göstermesi bakımından da bir sosyal gerçekliği yansıtmaktadır.

Hikâye kişilerinin yaşamından kısa bir kesitin sunulduğu “Kış Gelmeden”

adlı hikâyede Alişan ve Ayten üçüncü sınıfa kadar okumuşlardır, Seyyid hikâyesinde köyde “çomak yontup davar gütmekten göz” (s.64) açamayan Seyyid ağabeyi askerden geldikten sonra, ağabeyinden ancak sayı saymayı öğrenebilmiştir.

“Birinci Yaz Şarkıları” ve “İkinci Yaz Şarkıları”nda Kerim Ali’nin rahatsızlanmadan önce, eğitimin önemi hakkındaki düşünceleri ise “gelecekteki kadınların sevgiyle yetinmeyeceğinden okuyup meslek sahibi olması gerektiği”

şeklinde özetlenebilir.

“Redife’ye Güzelleme”de Temir Efendi eşinin doğumunu beklerken doğacak çocuğun oğlan olmasını dileyerek onu okutmayı hayal eder. Eğer oğlunu okutursa oğlu cahil kalmayıp dünyada ne olup bittiğini anlayacaktır. Kızı Redife’ye gelince büyümesini istemez; çünkü bir kızı, çocukken koruyup kollamanın daha kolay olduğuna inanır; ancak kanından biri olursa, bir erkek kardeş, onu “okumuşlar nasıl savunursa” (s.152) öyle savunabilecektir.

“Özgürlük Atları”ndaki henüz ilkokulu bitiren kız çocuğu, okumanın öneminin bilincindedir. Okuyabilmek için “parasız yatılı” sınavını kazanmaktan başka çare göremez: “Sınavı kazanmalıydım. Hiç yolu yoktu başka okumanın” (s.14).

“Gecenin Öteki Yüzü”nde üniversiteli genci okumaya yönlendiren tarih öğretmeni olmuştur. Genç delikanlı tarih öğretmeninden hep saygıyla söz eder.

“Haraç” hikâyesinde Servet Hanım, ilerlemiş yaşına rağmen, Almanya’ya giden oğluna duyduğu özlemi iki satır mektupla dile getirip oğlunun mektuplarını okuyabilmek için masallardaki gibi, “periler ve cinler” in çıkıp da kendisine dileğini sormasını hayal ederek “okumayı, yazmayı sökeyim isterdim” (s.164) der.

Füruzan’ın hikâye kişileri okumanın önemini kavramıştır. Çoğu hikâye kişisi yoksulluktan kurtuluşun eğitimle mümkün olacağına inanmakla birlikte çocuğunu okutabilme temennisi içindedirler. Burjuva sınıfı için ise eğitim sorunu diye bir şey söz konusu değildir. Eğitim, onların çocuklarının doğal bir hakkıdır.

İngilizce ya da Fransızca eğitim alırlar. Hatta bazılarının gösteriş merakının sonucu yabancı dadıları bile vardır.