• Sonuç bulunamadı

1.1. İnsan Kaynaklı İklim Değişikliği, Sebepleri, Sonuçları ve Etkileri

1.1.4. İklim Değişikliğine Neden Olan Sera Gazlarının Dünya Genelindeki Trendi

1.1.4.2. Enerji Arzında Fosil Kaynaklı Enerji Kullanımı

Sanayi devriminden itibaren üretim faktörü olarak insan unsuru yerine makinelerin kullanılmasıyla, gün geçtikçe artan insan nüfusu ve çeşitlenen sınırsız sayıdaki ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde enerji talebi doğurmuştur. Ekonomik sistemin devam ettirilebilmesi için temel girdilerinden biri konumunda olan enerjinin elde edilmesi, dönüştürülmesi ve kulllanılması aşamalarının her birisi çevre üzerinde olumsuz etkilere sahiptir.

İhtiyaç duyulan enerjinin elde edilebilmesi için enerji kaynaklarının doğadan çıkartılıp ekonomik sistem içerisine sokulması, özellikle yenilenemeyen doğal kaynakların yoğun olarak kullanılması ve enerjinin kullanımı sonucu oluşan atıkların

doğaya bırakılması çevre açısından son derece zararlı olan kirlilik sorununu da beraberinde getirmektedir. Üretim sürecinde enerji konusu bu açıdan değerlendirildiğinde, bu girdinin insanoğlunun doğayı tahrip sürecinde en önemli faktör olduğu söylenebilir.

Enerji girdisinin çevre üzerinde oluşturduğu en olumsuz etki, üretim aşamasında fosil kaynaklı yakıt kullanımı sonucu olarak açığa çıkan ve “sera gazları” olarak bilinen karbondioksit, metan, azotoksit gibi çeşitli gazların salımı, atmosfer içindeki yoğunluklarını arttırmaları ve bu artışa paralel olarak en önemli çevre sorunlarından biri olan küresel ısınmaya yol açmasıdır. Sera gazları içerisinde en büyük paya sahip olması nedeniyle karbondioksit gazı, iklim değişikliği konusunda üzerinde en fazla durulan gaz türüdür. Küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunu incelenirken bu soruna yol açan temel faktör olarak, enerji temini için fosil kaynaklı yakıt kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan karbondioksit emisyonu gösterilmektedir. Enerji temini için fosil kaynaklı yakıt kullanımı sonucu, enerji tüketimine bağlı karbondioksit emisyonu seviyelerinde giderek artan bir trend ortaya çıkmıştır.

Tablo 1.13: Enerji Kaynaklı CO2 Emisyonlarının Sektörel Dağılımı (%)

1990 2007 2008 Enerji Üretimi 36 41 40 Taşımacılık 22 23 22 Sanayi 19 17 18 Konut ve Hizmetler 14 10 12 Diğer Faaliyetler 10 10 8

Kaynak : IEA, 2009a. s: 17, IEA, 2010a. (World Energy Outlook 2010), s: 418

Şekil 1.7: Enerji Kaynaklı CO2 Emisyonlarının Sektörel Dağılımı ve Senaryolar

Tablo 1.13’ten izlenebileceği gibi enerji üretimi, CO2 emisyonuna yol açan en önemli ekonomik faaliyettir. Enerji üretimini taşımacılık, sanayi, konut ve hizmetler ve diğer faaliyetler almaktadır. Taşımacılık ve sanayi sektörlerinde de enerji tüketiminin önemli payı olduğuna dikkat edilmelidir. Şekil 1.7’de Uluslararası Enerji Ajansının hazırladığı üç farklı senaryo sonuçları verilmiştir. Mevcut durum senaryosu ve Yeni politikalar senaryosuna göre enerji kaynaklı CO2 emisyonlarının sektörel dağılımının çok fazla değişmediği fakat çevresel tedbirler almayı varsayan 450 senaryosuna göre ise elektrik üretiminde kaynaklanan emisyonların önemli ölçüde azaldığı, taşımacılık sektöründen kaynaklanan emisyonların ise önemli ölçüde arttığı göze çarpmaktadır. Şekil 1.8: Dünyada 1971-2009 Arasında Yakıt Türlerinin CO2 Emisyonu (Mt CO2)

Kaynak: IEA, 2011. “Key World Energy Statistics, 2011”, s: 44.

Tablo 1.14: Farklı Yakıt Türlerinin CO2 Emisyonu Dağılımı (%)

Yakıt Türü 1973 2007 2009

Petrol 50,6 37,6 36,7

Kömür 34,9 42,2 43,0

Doğalgaz 14,4 19,8 19,9

Diğer Yakıt Türleri 0,1 0,4 0,4 Toplam Emisyon (Mt CO2) 15661 27136 28999

Kaynak : IEA, 2011. “Key World Energy Statistics, 2011”, s: 44.

IEA, 2009b. “Key World Energy Statistics, 2009”, s: 44.

Şekil 1.8 ve Tablo 1.14’ten izlenebileceği gibi, 1973 yılında 15661 Mt CO2 olan karbondioksit emisyonunun % 50,6’si petrol tüketiminden kaynaklanmaktadır. Kömür tüketimi sonucu açığa çıkan CO2 emisyonunun toplam emisyon içindeki payı % 34,9 doğalgazın payı ise % 14,4 seviyesinde olduğu görülmektedir. 2007 yılına gelindiğinde yakıt tüketimine bağlı ortaya çıkan karbondioksit emisyonu miktarı 27136 Mt CO2 seviyesine yükselmiştir. Petrolün sahip olduğu pay 2007 yılında azalma gösterirken,

birinci sırayı kömür almış, diğer yakıt türlerinin paylarında ise artışlar gözlenmiştir. 2009 yılında ise yakıt tüketimine bağlı ortaya çıkan karbondioksit emisyonu miktarı 28999 Mt CO2 olarak kaydedilmiştir. Enerji üretiminde fosil yakıtların payının % 99 seviyelerinde olması ve 1973’ten bu yana kullanımında önemli değişiklikler olmaması bu sorunun devam edeceğine dair bir belirti sayılabilir.

Enerji ve iklim değişikliği ilişkisinde üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri de “Enerji Yoğunluğu”dur. Enerji yoğunluğunun temel mantığı, ekonomide birim çıktı başına kullanılan enerji miktarını ifade etmesidir. Yüksek bir enerji yoğunluğu, üretim sürecinde bir birimlik çıktı elde edebilmek için daha fazla enerjinin kullanıldığı anlamına gelmektedir. Enerji yoğunluğunun yüksek olması ise, literatürde iklim değişikliğine yol açan temel unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Gelişmiş ülkelerde düşük seviyelerde olan enerji yoğunluğu, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde daha yüksek oranlarda seyretmektedir. Enerji yoğunluğu açısından gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan bu farklılığın temel nedenleri, gelişmiş ülkelerin diğer ülkelere göre daha yüksek teknolojilerle üretim yapma imkanlarının bulunması, enerjiyi daha etkin kullanma şanslarının olması ve bu ülkelerde hizmetler sektörünün diğer sektörlere göre daha yüksek bir paya sahip olmasıdır. Nitekim, geri kalmış teknolojilerle yapılan enerji üretimleri, hem hammaddeden yeterince yararlanılamaması sonucunu doğurmakta, hem de üretim sürecinde çok daha fazla kirletici emisyonların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Özellikle termik santrallerle yapılan enerji üretim sürecinde baca filtrelerinin kullanılmaması, çok daha fazla miktarda emisyon salımına neden olmaktadır. Diğer taraftan, ekonomik büyüme ve kalkınma sürecinin ilerleyen safhalarına geçildikçe hizmetler sektörünün ekonomide daha yüksek bir pay almaya başlaması, bu ülkelerin enerji yoğunluğunu düşüren faktörlerden birini oluşturmaktadır. Çünkü hizmetler sektörü, diğer sektörlere nazaran daha az enerji talebinde bulunmakta, buna bağlı olarak da düşük enerji tüketimiyle daha fazla katma değer yaratmaktadır.