• Sonuç bulunamadı

Endüstrileşmenin Sonuçları: Karşıt İdeolojiler ve Sınıf Kavgaları

2. AVRUPA SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİNDE ROL OYNAYAN

2.2. Endüstrileşmenin Sonuçları: Karşıt İdeolojiler ve Sınıf Kavgaları

Avrupayı kapitalizmi ve kapitalist ilişkileri irdelemeden anlamak mümkün değildir. Kapitalistleşme yalnızca üretim ve teknolojide değil, sosyal yapılanmadan gündelik ilişkilere, siyasal yapıdan hukuk sistemine, değer yargılarından yaşam alışkanlıklarına, aile ilişkilerinden eğitim sistemine her alanda çarpıcı etkileri olan bir dönüşümü ifade etmektedir (Koray, 2005, s.51). Kısaca üretim araçlarının özel ellerde toplandığı ve kar maksimizasyonunun hedef alındığı bir üretim ve ekonomiye kapitalizm adı verilmektedir. Bu dönemde Avrupa’da bireyci yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. Aydınlanma ve Fransız Devrimi sonrası insan hak ve özgürlükleri söylemleri yaygınlaşmıştır. Liberalizmin getirdiği bireyin özgürlüğü anlayışı kapitalizm içinde kaynakların kullanımı açısından kullanılmaya başlamıştır.

Vahşi kapitalizm olarak adlandırılan dönem sonrası sermaye sahiplerinin ayak diremelerine rağmen, dizginsiz liberalizmin yarattığı adaletsizlik ve dengesizliklere karşı sosyal adalet ve devlet fikirleri, devletin piyasayı düzenlemesi fikri ve toplumun kendini piyasaya karşı korumak için geliştirdiği karşı hareket güçlenmeye başlamıştır. Kapitalizmin ve liberal yaklaşımın yarattığı sosyal sorunlar ve tahribat, beraberinde liberalizm karşıtı Marksizm gibi çeşitli sosyal düşünce akımlarını getirmiştir (Çelik, 2008, s. 39). Sanayi Devrimi ve ona eşlik eden liberal ekonomi anlayışı, varlıklı burjuva sınıfını daha da niteliklileştirirken, işçi sınıfının giderek daha da yoksullaşmasına neden olmuş ve buna bağlı olarak toplumdaki

22

sosyal farklılıkları ve sınıf çelişkilerini artırmıştır (Güven, 1997, s.36). Bu noktada sosyal hareketlerin, sınıf kavgalarının temelini oluşturan ve Avrupa sosyal geleneğine büyük etkisi olan düşünce akımlarından Liberalizm ve Marksizm’i incelememiz yerinde olacaktır.

Kapitalizmi kuramsal çerçevede ekonomik olarak açıklayan teori ekonomik liberalizm olmuştur. Ekonomik açıdan liberalizm, en başta emek kullanımı ve ticaret açısından burjuvazinin ihtiyaç duyduğu bir serbestlik anlamına gelmektedir. Bu nedenle başlangıçtaki dönem “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” deyimi ile bilinen ortodoks dönemdir. Ekonomik liberalizmi formüle eden ve bir iktisat okuluna dönüştürenlerin başında Adam Smith gelmekle birlikte Ricardo, Malthus ve Say gibi iktisatçılar da katkıda bulunmuştur. Liberal okul bireyci, akılcı ve mülkiyetçi yaklaşımları açısından olduğu kadar, emek-sermaye ilişkileri açısından da kapitalist sistemin ihtiyaçlarına cevap verecek bir düşünce sistematiği kurmaktadır. Ekonomik liberalizm geçmişte de bugün de özellikle endüstrileşmiş ülkelerin sermaye birikim ihtiyacını ve kuşkusuz kapitalist sistemi ideolojik açıdan besleyen bir yaklaşım olmaktadır (Koray, 2005, ss.59-61).

Klasik teoride emeğin fiyatının ne olacağına verilen cevap “işçinin yaşaması ve neslini sürdürmesi için gereken fiyat” olmuştur. Sefaletin artışına neden olarak nüfus artışı gösterilmiş ve önlem olarak az çocuk sahibi olunması önerilmiştir. Bu şekilde emeği mal olarak görüp metalaştıran insan olduğunu unutan yaklaşımlar nedeniyle çok geçmeden insanın başkaldırışı ortaya çıkmıştır. Vahşi kapitalizmin emek için fazla umut ve kurtuluş yolu bırakmaması karşısında, emek için kurtuluş yolu aramak şart olmuştur (Koray, 2005, s.60). İşçiler bir yandan teknolojiye, fabrikaya ve işyerine karşı çeşitli eylemlere gitmekte, bir yandan birleşmek ve örgütlenmek istemekte, bir yandan da siyasal hak talebinde bulunmaktadır. 1700’lü yılların sonundan 19. yüzyılın sonuna kadar sürecek olan işçi sınıfı hareketi, 1870’li yıllarda sendika kurma yasağının kalkmasına ve yüzyılın sonunda da genel oy hakkını elde edene kadar büyük bir mücadele vermiştir.

23

İşçilerin başını çektiği sosyal muhalefet ve dönüştürme hareketi oldukça uzun sürmüş ve bundan sonra Avrupa’daki gelişmeleri belirleyen büyük ölçüde bu hareket olmuştur. Kapitalist ekonomi ve sürüp giden emek sömürüsü karşısında, karşıt ideolojilerin doğması beklenen bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır. Birçok görüşün ortaya atıldığı bu döneme damgasını vurup işçi sınıf üzerinde oldukça etkili olan düşünce ise Marx’ın bilimsel sosyalizmi olmuştur.

Karl Marx diyalektik ve maddeci bir tarih anlayışından hareketle, geçmişten bugüne sosyal yapının belirlenmesinde üretim güçleri ile üretim ilişkilerinin belirleyici rol oynadığını söylemektedir. Marx proletaryanın burjuva tarafından yaratıldığına ve ücretli işçiler olarak çalıştırıldığına, fakat her zaman için ürettikleri değerden daha azını ücret olarak aldıklarına inanıyordu. Böylece artı değer daha fazla ücretli emeği sömürmek için kullanılan kârı oluşturuyordu. Yerel piyasalar yaygın aşırı üretimden doyduğu zaman, sermaye emperyalizm biçiminde dünyanın diğer kesimlerine yayılmıştır. Bununla eş zamanlı olarak kontrolsüz rekabetçi mücadele ile tüm kapitalizm türleri krize girecektir. Marx ve Engels’e göre sınıflı toplumdan kurtulmanın tek yolu proletaryanın yapacağı devrimden geçmektedir. Üretim araçlarının mülkiyeti ortadan kalkacak ve sosyal mülkiyet gelecektir. Proletaryanın önderliğinde zaman içerisinde sınıfsız topluma geçilecek ve böyle bir toplumda devlete gerek kalmayacaktır (Marx, Engels, 1976, s.152).

Bu düşünceler işçi sınıfı üzerinde oldukça etkili olmuş ve devrim heyecanının doruğa çıktığı yıllarda hayli etkili olmuştur. Örneğin 1848’de Paris, Viyana ve Berlin’de isyanlar yaşanmış ve bu isyanlar krallıkların sona ermesi, ulusal meclislerin kurulması gibi önemli siyasal değişikliklere neden olmuştur. İşçi sınıfının önemli payı olan kitlesel isyanlar arttıkça yasaklar ve baskılar peşi sıra gelmiştir. Ancak bilinçlenen işçi sınıfı karşısında yasaklar uzun süreli olamamış ve yüzyılın sonunda Avrupa’da hem sendika kurulması serbest bırakılmış hem de oy hakkı işçi

24

sınıfını kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bu iki hakkın kazanılması ile işçi sınıfı mücadelesi değişim geçirmiş, düzenin yıkılması yerine kabul edilmesi ve devrim yoluyla değil parlamenter demokrasi yoluyla mücadele edilmesi benimsenmiştir (Koray, 2005, ss.66-67).

Özetle Sanayi Devrimi, yaşanan ekonomik ve toplumsal gelişmelere bağlı olarak büyük değişimler yaratmış ve devlet kavramındaki gelişmeleri gündeme getirmiştir. Sanayi Devrimi, sosyal nitelikli politikalar yönünden bir başlangıç noktası olmuştur. Kapitalist ekonomilerde sanayileşme ile ortaya çıkan sorunlar, artan işsizlik ve güvensizlik karşısında siyasal hakların gelişmesiyle devlet müdahalesine karşı çıkan anlayış yerini, devletin toplumsal güçler arasında bütünleşmeyi sağlayıcı rol üstlenmesi gerektiğini savunan anlayışa bırakmıştır (Güven,2001, s.81). Liberal devlet anlayışından sosyal refah devleti anlayışına geçilmesinde eşitsizliğe ve sömürüye karşı düşünsel ve eylemsel düzeyde yoğun tepkilerin önemli rolü olmuştur.

2.3. Avrupa’nın 20. Yüzyılı: Dünya Savaşları, Ekonomik Krizler ve