• Sonuç bulunamadı

2. AVRUPA SOSYAL POLİTİKASININ GELİŞİMİNDE ROL OYNAYAN

3.1. Refah Devletinin Ortaya Çıkışı

Refah devleti kavramı, 1940’ların politik düşünce alanında gelişen, devletin rolünü sosyal hizmetlerin sağlanmasından daha fazlası olarak açıklayan, ekonomik ve sosyal politika alanında da daha geniş bir role sahip devlet biçimini ifade eden kavramdır. Birçok yazar refah devleti kavramını, tüm toplumun genel refahını sağlamaya yönelik ve değişimin sosyal maliyetlerini göz önüne alarak devletin daha olumlu ve kararlı bir şekilde sorumluluk yüklenmesi olarak görmektedir (Hills, 2001, s.126). Liberal devlet anlayışından, refah devleti anlayışına geçilmesinde, Sanayi Devrimi ile doğmuş olan kapitalist sistemin yarattığı sosyal eşitsizliklere ve emeğin sömürülmesi olgusuna karşı, düşünsel ve eylemsel düzeydeki yoğun tepkilerin büyük bir role sahip olduğu bir gerçektir. İşçi sınıfının kolektif kendi kendine yardım hareketleri yoluyla ekonomik, mesleki ve siyasal örgütlenmeleri ve bu alanlarda güç birliği oluşturmaları bu dönüşümdeki başlangıç nedenidir (Güven, 1997, s. 69).

Refah devletine yönelik atılan adımlardan en önemlisi sayılabilecek olan Beveridge Raporu, İngiltere’de 1942 yılında William H. Beveridge tarafından hazırlanmış, “Social Incurance and Allied Services” başlığını taşıyan, sosyal sigortalar ve ilgili servisleri konu alan bir rapordur (Beveridge Raporu, 1942). Beveridge Raporu, parasız ulusal sağlık sistemi, aile yardımı, tam istihdam için hükümetin müdahil olması ve “beşikten mezara kadar” yaygın bir sosyal sigorta sistemini öngörmüştür. Beveridge, raporunu kendi deyimiyle “beş dev kötülüğe karşı bir saldırı” olarak nitelendirmiştir. Yoksulluk, hastalık, cehalet, sefalet ve işsizlik raporda sıralanan beş kötülüktür. Bu raporla, sosyal sorunlar karşısında devletin sorumluluğunun olduğu ve devletin bir sosyal yönetim anlayışı olması gerekliliği

28

savunulmuştur (Akbaş, 2009, s. 32). Rapor modern bir sosyal güvenlik anlayışı geliştirmesi açısından dünya sosyal tarihi için önemlidir. Rapor yoksulluğun çağdaş toplumlarda kabul edilemeyeceğini vurgulamş ve bunu ortadan kaldırmak için yoksulluun nedenlerinin iyice araştırılıp gerekli önlemlerin kapsamlı bir şekilde alınması gerektiğini ifade etmiştir.

Beveridge raporu gibi önerilerin de etkisiyle İkinci Dünya Savaşı bitiminde Refah devleti anlayışı yükselişe geçmiştir. 20. Yüzyıl başlangıcı ile meydana gelen savaşlar ve ekonomik krizler de refah devletinin kurulması için sebep oluşturmuştur. Ekonomik krizlerin önüne geçmek, savaşların ve krizlerin yol açtığı tahribatı ortadan kaldırmak için refah programlarının devlet tarafından organize edilerek düzenlenmesi artık bir zorunluluk haline gelmiştir (Çelik, 2005, s. 304). İkinci Dünya Savaşı sonrası devlet ve sosyal taraflar arasında gelişen uzlaşma refah devletine giden yolun başlangıcı olmuştur.

Avrupa Refah Devleti’nin oluşturulmasının gerekliliğinin altında yatan nedenleri ayrıca şu şekilde sıralamak mümkündür (Koray, 2002, s. 163):

• Devletin sosyal politikalar üzerindeki etkisi ekonomik koşullara bağlıdır.

• II. Dünya Savaşı sonrası dönemde devlet, pazar ve aile üçgeninin yapısında değişim gerçekleşmiştir.

• Avrupa devletlerinde özellikle ekonomik alanda merkeziyetçi yapıdan uzaklaşma hareketleri gözlemlenmiştir.

• Sosyal hizmetler alanında yeniden yapılanma ihtiyacı doğmuştur. • Sosyal patlamanın yaşanması nedeniyle seçicilikte artış gözlemlenmiştir.

• Hükümetlerin bütçe açıklarını kapatmak için ek gelir arama yoluna gidilmiştir.

29

• Sosyal harcamalar üzerinde büyük baskı yaşanmaya başlamış ve toplumda refah kaybı görülmüştür.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Avrupa artık hem bir sosyal uzlaşma hem de bölgesel barış aramaktadır. Savaş sonrası dönem birçok açıdan Avrupa için dönüm noktası olmuştur. Bölgesel düzeyde savaş ve barış arasında olduğu gibi, toplum düzeyinde de çatışma ile istikrar arasında bir seçim yapması gerekmiştir. Toplum artık piyasa ekonomisi ile sosyal eşitliksizliklerin, mülkiyet hakkı ile vatandaşlık haklarının karşı karşıya gelmesinden yorgundur ve farklı çözümler istemektedir. Avrupa ya demokrasiden sınıfta kalacaktır ya da liberal anlayışında değişiklik yapacaktır. Buna verilecek cevap kuşkusuz yüzyıllar boyu gelişen sosyal güçlerce ideolojik temeller üzerinde üretilmiştir.

Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan sosyalist eğilimleri kontrol altında tutabilmek için de ülkeler işçi ve işveren hakları temelinde örgütlenmeyi desteklemeyi tercih etmişlerdir. Savaş sonrasında refah devletinin ortaya çıkması temelde güvenlik, vatandaşlık, evrenselcilik ve eşitlik kavramlarına dayanan sosyal güvenliğin sağlanması amacı temelinde olmuştur (MacGregor, 1999, s.91-93). Sosyal nitelikli politikalar Sanayi Devrimi ile başlamıştır ancak sistemli bir hale gelmesi II. Dünya Savaşı sonrası olmuştur. Sosyal politika uygulamaları günümüz modern anlamda sosyal politika uygulamalarıyla tam örtüşmese de sosyal devlet ortaya çıkmadan önce de var olmuştur. Bu anlamda sosyal politikalar refah devletleri olmadan da var oluştur tam tersi şekilde ise refah devletlerinin sosyal politika olmadan var olabilmeleri söz konusu değildir (Esping Andersen, 2006, ss. 35-41).

Refah devleti tartışmaları ile daha çok gündeme gelen sosyal politikalar 20. yüzyıl olgusu olarak görülmektedir ve bunun sebebi sosyal politika ve sosyal haklar arasındaki ilişkinin özellikle II. Dünya savaşından sonra gelişme göstermesidir. II. Dünya Savaşı ve Keynes sonrası dönemde devlet piyasa ilişkilerinde değişiklik

30

yaşanmakta, devlet daha müdahaleci ve sosyal politikaların tek sağlayıcısı olmaktadır. Bu dönemden sonra refah devleti vatandaşlarının sosyal hakları olan demokratik devlet olgusu tartışılmaya başlamıştır. T.H. Marshall tarafından ortaya atılan sosyal vatandaşlık fikri vatandaşların medeni sosyal ve siyasi haklarının olması gerektiğini savunmaktadır. Sosyal devletin gelişmesinin en önemli düşünsel temellerinden birini oluşturan teori özellikle İskandinav sosyal modelinin inşasına neden olmuştur. II. Dünya Savaşı öncesi refah devletleri ile savaş sonrası refah devletleri arasındaki önemli farklardan biri hak çeşitlerinin artması, sosyal hakların kapsamının gelişmesi, bütün vatandaşları kapsaması ve anayasalarda yerini almasıdır (Şenkal, 2003, ss. 2-3). Günümüzde de Avrupa Birliği’nde sosyal vatandaşlık anlayışının geliştirilmeye çalışıldığı göze çarpmaktadır. Refah devletlerinin bir araya gelmesiyle oluşan AB’de sosyal politikalar olmadan sosyal hakların sağlanamadığı bir vatandaşlık anlayışı Birliğin geleceğini hem demokratik olarak hem de ekonomik olarak tehlikeye atacaktır. Bu bağlamda Avrupa Birliği içerisinde de örneklerini gördüğümüz refah devleti modellerini kapsamlı şekilde ele almak Birliğin bütününü değerlendirmek açısından önemlidir.