• Sonuç bulunamadı

1.2. Radyo Haberciliği

2.1.2. Eleştirel Yaklaşımlar

Eleştirel veya değişimci yaklaşımlar olarak bilinen; Frankfurt okulu eleştirel yaklaşımı, Đngiliz Kültürel çalışmaları, Fransa’daki yapısalcı çalışmalar, iktidar ve medya ilişkileri ve medyanın ideolojik işlevleri üzerinde durmuştur. Bu çalışmalarda egemen sınıfların elinde olan medyanın toplum üzerinde ideolojik anlamda ne gibi etki amaçları olduğu ve bu etkilerin ne sonuçlar yarattığı ve nasıl gerçekleştiği farklı bakış açılarından ele alınmıştır. Genel olarak Marxist temelli olan bu yaklaşımlar Ortodoks Marxist yaklaşımın kapitalizmle ilgili öngörülerinin gerçekleşmediği gibi kapitalizmin kendini sürekli yeniden yapılandırmasından yola çıkarak Ortodoks Marksizm’in ekonomik indirgemeciliğinin ötesinde sistemin devamlılığını sağlayan diğer etkenler üzerinde yoğunlaşmışlardır.

2.1.2.1. Frankfurt Okulu

1923 yılının başında Frankfurt Üniversitesi'ne bağlı olarak kurulan Institut Fiir Sozialforschung (Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü) Nasyonel Sosyalistlerin (NSDAP) iktidara gelmesinden sonra 1933'te sürgüne çıkmıştır (Kejanlıoğlu, 2005: 25). Sürgüne Amerika’ya giden Enstitü üyeleri burada Lazerfield ve ekibiyle beraber çalışmalar yapmıştır.

2. dünya savaşı sonrası yeniden Frankfurt’a dönen enstitü üyeleri çalışmalarına yeniden burada devam etmiştir. Frankfurt Okulu tanımlamasıysa Enstitü’nün çeşitli üyelerini kapsayan bir terim olarak ilk kez Enstitü dışındakiler tarafından Enstitü üyelerinin bir kısmı Frankfurt'a döndükten sonra, 1960'larda kullanılmış, Theodor W. Adorno tarafından da gururla sahiplenilmiştir (Kejanlıoğlu, 2005: 25).

Max Horkheimer, Walter Benjamin, Theodor Wiesengrund Adorno, Leo Lowenthal, Herbert Marcuse, Jurgen Habermas, Franz Neuman Frankfurt okulunun en çok anılan ve eserleriyle de bu geleneği hala yaşatan isimlerdir. Bu isimlere sonradan Frankfurt Okulundan ayrılan Eric From’ da eklenebilir.

Frankfurt Okulu'nun ortaya çıkışında, Batı Avrupa'daki işçi sınıfı hareketlerinin I. Dünya Savaşını izleyen yıllardaki ağır yenilgi si, Rus Devriminin Stalinizme dönüşmesi. Faşizm ve Nazizmin yükselişi etkili olmuştur. Frankfurt Okulu düşünürleri, kültür ve modernizm ile ilgili sorunlar üzerine yoğunlaşmışlar, Marksist toplum teorisini varoluşçuluk ve psikanalizle tamamlamaya çalışmışlardır. (Tekinalp ve Uzun, 2006: 156-157)

Temel yaklaşımları özet olarak şöyledir; Frankfurt Okulu'na göre kitleler kapitalizm ve kapitalistlerin kontrol ettiği kültür endüstrileri tarafından kolayca aptallaştırılabilirler. Yöntem olarak eşyayı temsil eden kavramlara bakarak kötümser ve sinik bir şekilde onları gerçeklerle karşılaştırırlar. Onlara göre; kapitalist toplumlarda gerçekler burjuvazi tarafından üretilir ve kültür endüstrilerinde işlenir. Đdeoloji gerçekliği çarpıtır. Bunu yaparken amacı eşit olmayan güç ve iktidar mücadelelerini kamufle etmek ve mevcut sistemi meşrulaştırmaktır (Yaylagül, 2008: 84).

Adorno ve Horkheimer’ın kavramlaştırdığı “Kültür Endüstrisi” kavramının açılımınıysa Adorno “Kültür endüstrisi, çağdaş popüler sanat biçimlerinden kesin

biçimde ayırt edilmelidir. Kültür endüstrisi, yaşamın ticarileşmesiyle bağlantılıdır, kültür ürünlerinin standartlaşması ve dağıtım tekniklerinin rasyonelleşmesi süreçlerine gönderme yapar. Ama söz konusu olan, Fredric Jameson’ın dediği gibi sadece bir endüstri teorisi değildir; bunun yanında, endüstrileşme süreçlerinden bağımsız biçimde kendi basma bir kültür teorisi de değildir.” (Aktaran: Kejanlıoğlu, 2005: 184) şeklinde sunar. Kültür endüstrisi kavramıyla kültürün aşağıdan ya da kitlelerden yükselmediği, yukarıdan yönetildiği anlatılmak istenmiştir (Kejanlıoğlu, 2005: 184).

Mattelart’a göre Adorno ve Horkheimer’ın ortaya attığı bu kavramda, kültür varlıklarının endüstriyel üretimini, kültürün meta gibi toptan üretildiği bir hareket olarak incelerler. Onlara göre, kültürel ürünler; filmler, radyo programları, magazinler, arabaların ya da kentleşme projelerinin seri olarak yapımındaki örgütlenme ve planlama şemasına ait teknik mantığın aynısını yansıtırlar. Çağdaş uygarlık her şeye bir benzerlik havası verir. Kültür endüstrisi, çok sayıda isteği karşılamak üzere her yerde standart mallar sunar. Bu durum, teknolojinin evrimiyle ilgili bir yasanın kendiliğinden sonucu değildir, onun güncel ekonominin içindeki işlevinin sonucudur (Aktaran Tekinalp ve Uzun, 2006: 157).

2.1.2.2. Đngiliz Kültürel Çalışmaları

Marksist kuram içine eklemlenen Đngiliz Kültürel Çalışmaları, savaş sonrası Đngiltere'nin, kültür, endüstri, demokrasi ve sınıf arasındaki ilişkilerini medya, popüler kültür ve edebi metinler gibi problematik alanlarda açıklama çabasıyla ortaya çıkmıştır (Dursun, 2001: 34).

Đngiliz Kültürel Đncelemeler geleneğinin öncüleri. R. Hoggart ve R. Williams'tır. Bunların çalışmaları ideolojik olarak Batı Marksizm’i olarak adlandırılabilecek düşünce geleneğine dayanmaktadır (Yaylagül, 2008: 112). Bu bağlamda Đngiliz Kültürel Đncelemeleri geleneğinde Ortodoks Marksizm’in görmezden geldiği düşünülen kültür unsuru üzerinde durulmuştur. Ekonomik indirgemeciliği ret ederler. Onlara göre ilk aşamada belirleyici olan ekonominin son aşamada belirleyiciliği söz konusu değildir.

Đngiliz Kültürel Çalışmalar geleneği dayanak noktası olarak ilk dönemlerde Althusser'in yapısalcı Marksist ideoloji görüşüne dayanırken, daha sonra Gramsci'nin

hegemonya kavramsallaştırmasına başvurur. Batı Marksizm'i içinde yer alan her iki düşünürün görüşüne göre de "kültür görece olarak özerktir" ve ideolojik ortamın ve popüler kültür aracılığıyla popüler bilincin biçimlenmesine yardım eder (Yaylagül, 2008: 112).

Hardt'a göre Kültürel çalışmalar, medyanın ideolojik rolü çerçevesinde anlam taşıyıcıları olarak medya metinlerinin ideolojik yapılanmasını incelemiştir. 'Pasif izleyici' yerine 'daha aktif izleyici' ve 'okuma' anlayışını koyarak medya iletilerinin nasıl kodlandığını, kodla-mayla iletiyi çözen izleyici arasındaki ilişkileri ve başat ideolojinin oluşumunda ve pekiştirilmesinde medyanın oynadığı rolü incelemiştir (Aktaran: Tekinalp ve Uzun, 2006: 160).

Sholle ise Kültürel Marksizm temsillerin üretiminde metinlerin gördüğü işleve teori içinde daha olumlu ve önemli bir konum tanır Grossberg'in belirttiği gibi, bu yorum bilgisel (hermeneutic) yaklaşımda "Bir metin, toplumsal gerçekliğin çarpık ya da doğru hır yansıması olmadığı gibi, kendi maddi üretim koşullarına yönelmiş bir iç tepki de değildir" (2005: 262) demektedir.

Stuart Hall geleneğin tanınmasında en önemli isimdir ve gelenekle beraber anılan kişi olmuştur. Hall'a göre medya egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden yorumları yeniden üretme eğilimindedir. Fakat bu yorumlar aynı zamanda ideolojik mücadele alanıdır. Medyanın anlamlar sistemi göreli olarak otonom olarak görülür. "Haber" olayları tanımlayarak önemli bir rol oynar. Fakat medya, hükümet ve diğer kurumlar gibi yetkili kaynaklara göre ikincil tanımlayıcıdırlar (Aktaran: Yaylagül, 2008: 114).

2.1.2.3. Yapısalcı Dil Bilim Ve Gösterge Bilim

Toplumsal ilişkilerde var olan durumları veya olayları anlayabilmek ve yorumlayabilmek adına toplumu bir yapı gibi düşünüp temelde yatanı bulmayı amaçlayan düşünce şekli yapısalcılıkla ifade edilmektedir. Özellikle dil ve kültür üzerine yapılan çalışmalar dikkat çekmektedir.

Bu yaklaşımla adı anılan ilk kişi ünlü dil bilimci Ferdinand De Saussure dür. Kişisel iletişimde kitlesel iletişime en önemli unsur olan dille ilgili çalışmalarıyla günümüzde yeni araştırmacılara, özellikle medya metinlerinin çözümlenmesi için büyük bir kaynak sağlamıştır.

Dilin bir işaretler sistemi olduğunu ortaya koyan Saussur’ e göre dili anlamak içinde yapılması gereken şeyin sistemin yapısına bakmak olduğunu söyler. Dil bir yapı olarak, yani "Đçinde her bir terimin değerinin sadece aynı anda mevcut öteki terimlerin mevcudiyetiyle belirlendiği bir karşılıklı bağımlı terimler sistemi" olarak kavranır. Böylesi bir sistem olarak dil, "Çok yönlü ve heterojen" olan ve "Bütün olarak keşfedilemeyen" konuşmanın aksine, nesnel olarak irdelenebilir (Leledakis, 2000: 77).

Saussure’ e göre “Dil herkesin ortak malı olandır, yani toplumsal olandır. Söz ise bireyin söylediklerinin toplamıdır. (aktaran: Đnal, 1996: 46) Aynı zamanda dilin göstergelerden yani gösteren ve gösterilenden oluşan bir sistemi ifade ettiğini söyleyen Saussure’ün ifadesine göre “Gösteren, işaret ya da seslerden oluşurken, gösterilen düşünce ve kavramlardır. Sesler ya da kelimelerle bunların ifade ettikleri kavram ve düşünceler arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Yani düşünceyi taşıyan işaretler keyfidir” (Aktaran: Yaylagül, 2008: 107).

Saussure'ün çözümleme modeli dili eşzamanlı ve statik bir yapı olarak ele alır ve temel çözümleme birimi olarak gösterge (sign) kavramını geliştirir. Dilin temel iş- levi göstergeler aracılığıyla anlamlandırma-imleme (signifi-cation), yani bildirişimde bulunma ya da düşünceleri iletmedir. Dil, bir göstergeler sistemidir. Saussure'e göre gösterge temel dilsel birimdir. Gösterge psişik iki şeyin birleşiminden oluşur: kavram ve ses imgesinin birleşimidir (Üşür, 1997: 75).

Sausure göstergelerden bahsederken aynı dönemlerde Amerika’daki araştırmacı Charles Peirce ile gösterge bilimin de temellerini atmış oluyordu. Mutlu, gösterge bilimi şöyle tanımlar: “Gösterge bilim gerek sözlü, gerekse sözsüz gösterge sistemlerinin ve bu sistemlerin anlamının kurulmasında ve yeniden kurulmasındaki konu alan bilim dalıdır” (1998: 142).

Bu yaklaşımda ismi anılan diğer kişi de yapısalcı antropolojinin temellerini atan Claude Levi-Strauss’ tur. Levi-Strauss’un amacı toplumsal olgulara yön veren genel ve bilinç dışı yasaların keşfine yönelik ön ayak olacak terimleri tespit etmekti (Leledakis, 2000: 78).

Levi-Strauss, yapısalcı yaklaşımı kültür alanına uygulamıştır. Marksizm'deki yapısalcı yaklaşım ile Freud’un çalışmalarını birleştirerek kültürün yapısal analizini yapar. Kültürü anlamak için gelenek, görenek, mit ve ritüellerin yapısal analizini

gerçekleştirir. Mitleri ve mitsel düşünceleri oluşturan yapısal bir mantık vardır. Mitler, toplumun bilinçaltını ortaya çıkarmaya yarar. Levi-Strauss, dilbilim yönte- mini kültüre uygulayarak kültürel sistemlerin yapısını ortaya koymaya çalışır (Yaylagül, 2008: 108).

Strauss yazı ile ilgili incelemesinde yazıdan önce olan söze gönderme yapar. Ona göre yazı, yabanıl düşünceyi sömürgeleştirmeye aracılık eden bir baskı aracıdır (Aktaran: Sarup, 2004: 63).

Saussure’in çalışmalarına dayanarak kültür üzerinde incelemeler yapan Roland Barthes de yapısalcı dil ve gösterge bilim anlayışıyla çalışmalarını yapmıştır.

Barthes Saussere’den aldığı geleneğe dil için söylemiş olduğu şu sözleri ile katkı sağlamıştır: Barthes e göre “Dil, bir bakıma, dil yetisi eksi Sözdür: Hem bir toplumsal kurumdur, hem de bir değerler dizgesidir. Toplumsal kurum olarak, hiçbir biçimde bir edim değildir, her türlü önceden tasarlamanın dışında kalır; dil yetisinin toplumsal bölümüdür. Birey onu tek başına ne yaratabilir, ne de değiştirebilir. Özü bakımından, ortaklaşa bir sözleşmedir, bildirişim kurmak istenirse buna tümüyle uymak gerekir; üstelik bu toplumsal ürün kuralları olan bir oyun gibi özerktir çünkü ancak öğrenildikten sonra kullanılabilir” ( Barthes, 1997: 35-36).