• Sonuç bulunamadı

2. Bölüm

2.4. Ekonomik Sistemler ve Eğitim Sistemleri Arasındaki İlişkiler

2.4.1. Ekonomik kalkınma ve ekonomik boyuta ilişkin yaklaşımlar

kavramdır. Kişi basına düşen milli gelirin artmasının yanında, genel olarak üretim

faktörlerinin etkinlik ve miktarlarının değişmesi, endüstri kollarının milli gelir ve ihracat içindeki payının artması gibi değişiklikler, kalkınmanın temel unsurlarıdır (Günkör, 2017).

Ülkelerin kalkınabilmesi için o topluma ilişkin birtakım asgari koşulların yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu koşulları şu şekilde sıralayabiliriz: sürekli ve istikrarlı bir siyaset

ortamı, yüksek ulaşım olanakları, iyi bir iletişim ve finans ortamı, yeterli çapta eğitim seviyesi (Taş & Yenilmez, 2007: 159). Başka bir değişle, bir ülkenin kalkınmışlık göstergeleri arasında, eğitim düzeyinin özel bir yeri ve önemi vardır. Yüksek kalkınma

düzeyine sahip ülkelere bakıldığında eğitim hizmetleri için daha fazla kaynak ayrıldığı, eğitimin süresinin daha uzun olduğu ve bireylere verilen eğitimin daha nitelikli olduğu görülmektedir (Altınışık& Peker, 2012).

Eğitimin ekonomik boyuta etkisi insansermayesi kuramının yanı sıra eleme

hipotezi, kuyruk hipotezi ve radikal yaklaşım şeklinde incelenmektedir (Psacharopoulos ve Woodhall, 1986: 31-52).

2.4.1.1. İnsan sermayesi kuramı. Kalkınma sadece fiziki üretim araçlarıyla

sağlanabilecek bir durum değildir. İnsan faktörüne ya da insan gücü kaynaklarının geliştirilmesi üzerine yapılacak yatırımlara bağlıdır. İnsan sermayesinin niteliğinin artırılmasının sosyal ve yapısal değişmeyi hızlandırıcı ve üretim düzeyini artıran önemli etkileri bulunmaktadır. Ayrıca kalkınma, gelişmekte olan ülkelerin en önemli

sorunlarından biridir. Dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisinin gelişmekte olan ülkelerde yaşadığı düşünülürse bu sorun aynı zamanda bir dünya sorunu olarak da görülebilir. İyi eğitilmiş insan gücüne sahip olan ülkeler daha hızlı kalkınmaktadır. Japonya ve Almanya bunun en iyi örnekleridir. Eğitimin toplumsal barış ve düzeni sağlamanın yanı sıra toplum ve uygarlığın gelişmesinde ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasında da önemli etkisi bulunmaktadır (Altınışık& Peker, 2012). Bu noktada üzerinde durulan en önemli kavram

“insan sermayesi” dir. Bu kavramsa kendisini oluşturan eğitim sistemleriyle yakından ilişkilidir (Günkör, 2017).

İnsan sermayesi kuramı, bireylerin gelir düzeylerini ve refahlarını ileriye taşımak amacıyla bizzat kendilerine yatırım yapmaları olarak ifade edilebilir (Eide & Showalter, 2010: 27). Başka bir biçimde açıklanacak olursa insan sermayesi, bireylerin sahip oldukları eğitim durumu aracılığıyla onlarda gizil olarak oluşan güç ve edindikleri beceri ve

potansiyelin sentezi olarak görülebilir (OECD, 2007).

İnsan sermayesi kuramı insana yapılan yatırımın kalkınma sürecini hızlandırmaya yönelik etkili bir gücü olduğunu öne sürer (Schultz, 1971: 24). Çünkü insan sermayesi yoluyla emeğin niteliği artmakta ve buna bağlı olarak mal ve hizmet miktarıyla birlikte ulusal gelir de artmakta, teknolojik gelişim hız kazanmaktadır.

Sosyolojinin kurucusu olarak bilinen ünlü düşünür ve iktisatçı Saint Simon eğitimin kalkınmaya ilişkin önemini şu şekilde açıklamıştır:

“Fransa’daki tüm tıbbi malzemeler bir gecede yok olsa aynı düzeye 6 ay içinde geri gelebilirim, ancak tüm doktorlar ortadan kaybolsa bugünkü durumuma ancak bir asır sonra ulaşabilirim” (Adem, 1993:39).

Yine başka bir iş insanı Amerikalı Henry Ford tarafından aynı görüş şu şekilde ifade edilmektedir:

“Makinelerime ve fabrikalarıma zarar verin ama çalışanlarımı bana bırakın. En kısa zamanda var olan servetime tekrar sahip olurum” (Adem, 1993:39).

İnsan sermayesi kuramına göre bu yatırımın bireysel ve toplumsal getirileri vardır.

Örneğin eğitim düzeyi yüksek olan kişinin iletişim becerisi yüksek olur ve bu sosyal açıdan yarar sağlar. İyi eğitimli bireylerin sağlık açısından farkındalık düzeyi fazla olur ve bu durum kendine iyi bakarak zararlı alışkanlıklardan kaçınması demek olur ki bu durum sağlıkla ilgili olmakla birlikte hem finansal hem de sosyal pek çok getirisi vardır. Eğitim düzeyi yüksek olan insanlara olan toplumsal güvenin sonucu olarak da toplumsal refah ve daha pek çok unsur insan sermayesinin etkisi altında kalır.

2.4.1.2. Eleme hipotezi. Eleme hipotezi kuramında eğitim yoluyla bireyin

niteliğinin artırılmasının aslında verimliliğin artmadığını, ancak bireyin üretken yeterlilikleri bakımından işverene ipucu sağlayarak bir eleme mekanizması meydana getirdiğini (Woodhall, 1995) ileri süren bir yaklaşımdır. Bireye ait diplomalar, kurs

belgeleri, uzmanlık belgeleri ve sertifikalar işe alınacak kişinin işverene kendisini daha iyi tanıtması için elinde bulundurduğu birtakım belgelerdir. Ancak bu belgeler bir bireyin işi yapma yeterliliğine sahip olduğu anlamı taşımamaktadır (Gövdeli, 2016). Yani eleme hipotezine göre eğitimin işi almaması gerekenlerin ayıklandığı bir filtre işlevi yerine getirdiği düşünülmektedir (Aslan, 1998: 309-310).

Eleme hipotezinde işe alınacak bireyin sadece bilişsel özellikleri değil, iş hayatına yönelik; zaman yönetimi, sorumluluk sahibi olma, iletişime ve kolektif çalışmaya açık olma, uyum gösterme gibi nitelikleri de dikkate alınmaktadır. (Aksoy ve diğerleri, 2011:

73).

Eleme hipotezi anlayışıyla derinleştirilen eğitim sistemlerinin ekonomik amacı bireyi farklı düzeylerde verimliliklerine göre sınıflandırarak tanımlamaktır. Bu sayede verimliliği yüksek düzeyde olan bireyler belirlenmekte, bireyler uygun pozisyonlara yerleştirilmekte ve üretimin artmasıyla ekonomik güç de artmaktadır.

2.4.1.3. Kuyruk hipotezi. Bu hipotez, eğitim-gelir korelasyonunu odak noktası

kabul ederek işe alımda eğitim durumu en yüksek olandan eğitim durumu en aşağıda olanın sıralandığı bir yaklaşımdır (Aksoy ve digerleri, 2011: 74). Bireyin işe alımda göz önünde bulundurulacak önemli özelliklerinin belirlenmesi eğitim durumunun

değerlendirilmesi neticesinde ortaya çıkar. Bireylerin eğitim süreçleri boyunca öğrenme becerileri daha da gelişeceği için, kişiler eğitim düzeylerine göre sıralandıklarında kuyruğun önündekiler, öğrenme becerisi en yüksek olan, en nitelikli kişiler olarak işe alınmaktadır. Kişilerin yetiştirilebilirlik düzeyini belirleyen en önemli unsur ise eğitimdir (Yağmur, 2009). İşe alınan bireylerden en yüksek düzeyde verimlilik beklendiği için bireyin mümkün olduğunca gelişime ve öğrenmeye açık olması gerekmektedir.

2.4.1.4. Radikal yaklaşım. Radikal yaklaşım kuramı bireyin aile geçmişi ve bulunduğu sosyal grubu temel alarak gelir dağılımındaki eşitsizlikleri ifade eder. Eğitim

sayesinde toplumda üst düzey ayrıcalıklara sahip sosyal sınıflar her türlü mal ve zenginliklerini ailenin gelecek nesillerine aktarmaktadır. Başka bir değişle eğitim sistemleri sosyal sınıflar arasındaki makası açmakta, netleştirmekte ve yeniden

üretmektedir (Öztürk, 2005: 34). Bu durum eğitimin ideolojik boyutunu da etkilemekte, kapitalist sisteme hizmet etmesi yönüne işaret etmektedir.

Radikal yaklaşıma göre işverenlerin bireyler üzerinde kendi belirledikleri amaçlara uygun bir biçimde kontrol oluşturması söz konusudur. İşe alan kişilerin belirledikleri doğru davranışları işe alınan kişilerin göstermeleri hiyerarşik bir kontrol mekanizmasıyla

gerçekleşmektedir (Ünal, 1980:764).

2.4.2. Eğitim-ekonomik kalkınma ilişkileri. Günümüzde ekonomik kalkınmanın