• Sonuç bulunamadı

2.2. Şirket Değerlemesi

2.2.3. Değerlemede Dikkat Edilmesi Gereken Unsurlar

2.2.3.1. Ekonomi ile İlgili Unsurlar

Makroekonomi, tüm işletmelerin faaliyet gösterdikleri çevredir. Tüm ülkeler açısından makroekonomik politikaların temel amaçlarından birisi de ekonomik istikrardır (Agalega ve Antwi, 2013: 108; Bodie vd., 2013: 375). Bir ülkenin ekonomik çevresi, değişik faaliyet alanlarında varlıklarını sürdüren farklı boyutlardaki birçok işletmeden oluşmaktadır. Bir ülkenin ekonomisi sistem olarak kabul edilirse, farklı boyutlarda ve farklı faaliyet alanlarında yer alan işletmeler bu sistemin alt sistemlerini oluşturur (Ceylan ve Anbar, 2014: 15). Bu yüzden ülkenin ekonomik koşullarının onu oluşturan alt sistemlerini yani işletmeleri etkileyeceği muhakkaktır.

Ekonomik göstergelerin iyi gitmesi işletmeler açısından olumlu karşılanırken, ekonomik göstergelerin ciddi bir şekilde riskli durumu işaret ediyor olması da işletmeleri olumsuz yönde etkilemektedir. Ülke ekonomisindeki gelişmelerin gelecekte olumlu bir seyir izleyeceğine ilişkin beklentiler, tüketicilerin harcama eğilimini yükseltmektedir. Bu durumda, işletmenin satışları ve dolayısıyla karlılıkları artacaktır. Bu gelişmelerde, doğal olarak işletmenin değerini yükseltecektir. Fakat bu etkilenme derecesi işletmeler arasında farklılıklar gösterebilir (Düzer, 2008: 41). Bu bağlamda işletmeler ekonominin gidişatını iyi bir şekilde analiz etmeli ve en uygun stratejileri seçmelidirler (Ceylan ve Anbar, 2014: 15). İşletmelerin değerini etkileyen ekonomi ile ilgili faktörler; gayri safi milli hasıla (GSMH), para arzı, enflasyon oranı, faiz oranları ve istihdam düzeyi başlıkları altında aşağıda açıklanmıştır.

2.2.3.1.1. Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)

Milli gelir büyüklüğünün bir ülkenin politik ve ekonomik gücünü gösterdiği kabul edilmektedir. Bir ülkede bir yıl içerisinde farklı sektörlerde üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarının toplamı Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) olarak ifade edilmektedir (Ceylan ve Anbar, 2014: 26; Ülgen ve Mirze, 2013: 86; Hameed ve Ume, 2011: 1358; Alkin vd., 2008: 263). Başka bir ifade ile GSMH, belli bir zaman diliminde belirli bir alandaki vatandaşlar tarafından sahip olunan kaynaklarla gerçekleştirilen ekonomik mal ve hizmet üretiminin büyüklüğünün bir ölçüsüdür (Al-Abedallat ve Al shabib, 2012: 132). Bu ölçütler, ekonomik faaliyetlerin bir istatistiği olup ekonomik performansın değerlendirilmesinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bilindiği gibi GSMH, milli gelir, üretim ve büyümenin ölçüsü niteliğindedir (Bodie vd., 2013: 376; Hameed ve Ume, 2011: 1358; Alkin vd., 2008: 263).

GSMH’da geçmiş yıllara göre artışlar yaşanıyorsa, bu durum ilgili ülkenin aldığı ekonomik ve politik kararların başarılı olduğunu göstermektedir (Ceylan ve Anbar, 2014: 26). GSMH aynı zamanda bir ülkenin üretim gücünün ve dolayısıyla da işletmelerin üretim güçlerinin göstergesidir. Sonuç olarak işletme değeri ve GSMH birbirini karşılıklı olarak etkilemektedir (Düzer, 2008: 42). Ancak yüksek enflasyonun bulunduğu ülkelerde GSMH artışları refah ölçütü olarak kullanılacaksa enflasyondan arındırılmış reel değerlerin kullanılması daha gerçekçi olacaktır (Alkin vd., 2008: 271).

2.2.3.1.2. Para Arzı

Para politikası, ekonomik büyümeye ve istikrara yönelik bir dizi amaca ulaşmak için para arzının, paraya erişebilirliğin veya paranın maliyetinin (faiz oranının) devlet, merkez bankası veya para otoriteleri tarafından kontrol edildiği bir süreç olarak tanımlanmaktadır

(Hameed ve Ume, 2011: 1348). Para politikası, makroekonomiyi etkileyen para arzı manipülasyonunu ve talep politikalarını temsil etmektedir. Para politikası, büyük ölçüde faiz oranı üzerindeki etkisi yoluyla çalışmaktadır (Bodie vd., 2003: 389). Para politikası ile piyasadaki para arzı değiştirilerek toplam talep miktarı ve fiyatların genel düzeyi düşürülmekte ve böylece milli gelir ve istihdam hacminin olumlu yönde etkilenmesi amaçlanmaktadır (Ülgen ve Mirze, 2013: 85).

Bir ekonomide belirli bir dönemde dolaşımda bulunan her türlü paranın toplam miktarı para arzı olarak ifade edilmektedir (Hameed ve Ume, 2011: 1359; Düzer, 2008: 42). Para arzında meydana gelen yükselişler, kısa vadede faiz oranlarını düşürmekte ve sonuç olarak yatırım ve tüketim talebini teşvik etmektedir. Uzun vadede ise, daha yüksek bir para arzı, sadece daha yüksek bir fiyat düzeyine neden olmaktadır ve ekonomik faaliyetler üzerinde sabit bir etkisi bulunmamaktadır. Bu yüzden para politikasını yürütmekle görevli organlar, zor bir dengeleme eylemi ile yüzleşmektedir (Bodie vd., 2003: 389). Çünkü bu organların, para politikası araçlarını kullanarak alacağı önlemler, ekonomide bir durgunluğa yol açabilmektedir. Bu durumdan işletmelerin değerleri de olumsuz yönde etkilenebilmektedir (Düzer, 2008: 42).

2.2.3.1.3. Enflasyon Oranı

Enflasyon, genel olarak ekonomideki fiyat seviyesinde görülen yükseliştir. Enflasyon oranı ise fiyatların genel düzeyinin devamlı olarak yükselmesini ifade eden bir orandır (Ceylan ve Anbar, 2014: 20; Bodie vd., 2013: 376; Ülgen ve Mirze, 2013: 85; Alkin vd., 2008: 251). Düşük enflasyon oranı, bir ülkenin ekonomik istikrarının işareti iken yüksek enflasyon oranı ise genellikle aşırı ısınmış ekonomilerle ilişkilendirilmektedir. Bu tür ekonomilerde mal ve hizmetlere olan talep, üretim kapasitesini aşmaktadır. Bu durum fiyatların üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşturmaktadır. Dolayısıyla da paranın satın alma gücü azalmaktadır (Ülgen ve Mirze, 2013: 85; Alkin vd., 2008: 251; Banga, 2003: 15; Bodie vd., 2003: 385).

Genelde işletmeler toplumdaki gelir dağılımının ve ödemeler dengesinin bozulması gibi nedenlerle enflasyondan olumsuz yönde etkilenmektedirler (Ülgen ve Mirze, 2013: 85). Ayrıca enflasyon dönemlerinde işletmelerin karlarında enflasyondan kaynaklanan fiktif bir artış meydana gelebilir. Bu artışın bir sonucu olarak, işletmelerin ödeyeceği vergi artmakta, işletmelerin temettü kararları etkilenmekte ve çalışanlara prim verilmesi gibi işletme ile ilgili rasyonel olmayan kararların alınması gerekmektedir (Düzer, 2008: 43). Bu bağlamda işletme yöneticilerinin bu dönemlerde ortaya çıkan uzun vadeli kaynak arzındaki azalmalara karşı etkin işleyen bir politika yürütmeleri tavsiye edilmektedir (Büker vd., 2007: 17).

2.2.3.1.4. Faiz Oranları

Bir kişinin başka birinin parasını kullanması karşılığında ödenen ücret faiz olarak bilinmektedir. Başka bir ifade ile fonların kullanımına yönelik ödenen veya alınan paranın toplamı faiz oranı olarak ifade edilmektedir (Khan ve Sattar, 2014: 144-145).

Faiz oranı doğrudan veya finansal aracılar vasıtasıyla talep edenlere veya borçlulara fonların kanalize olmasını etkileyen önemli bir unsurdur (http://ecedweb.unomaha. edu/ve/library/boir.pdf, 25.12.2014). Bilindiği gibi işletmelerin yaptıkları yatırımların büyük bir kısmı borçlanma yoluyla karşılanmaktadır. Eğer borçlanmanın maliyeti yükselirse yani faiz oranları yükselirse işletme yatırımlarından beklediği karlılığa ulaşamayacaktır (Alkin vd., 2008: 290). Bu yüzden faiz oranları, işletmelerin yatırım harcamalarının anahtar belirleyicisidir. Çünkü yüksek faiz oranı, gelecek nakit akımlarının bugünkü değerini azaltmakta olup yatırım fırsatlarının çekiciliğini de düşürmektedir (Bodie vd., 2013: 376; Bodie vd., 2003: 385). Faiz oranlarının yükseliş gösterdiği dönemlerde işletmelerin kaynak maliyetleri artmakta, bu durumda şirket değerini olumsuz etkilemektedir. Bunun bir sonucu olarak işletmelerin büyümeleri yavaşlamakta ve hatta durma noktasına gelmektedir (Düzer, 2008: 43). Bu nedenle faiz oranı, işletmelerin yatırım harcamalarını belirleyen temel etken olmaktadır (Bodie vd., 2013: 376).

2.2.3.1.5. İstihdam Düzeyi

Genel olarak istihdam emek faktörünün üretim sürecine katılmasıdır (Ay, 2012: 322). Başka bir ifade ile istihdam, çalışma isteğinde olan bireylerin hizmetlerinden yararlanılmak amacıyla çalıştırılmasıdır (Alkin vd., 2008: 250). İşsizlik, piyasada var olan genel fiyat seviyesinden çalışmak istendiği halde iş bulunamama durumu olarak tanımlanmaktadır (Ay, 2012: 321). Bu kapsamda işsizlik oranı, henüz iş bulamamış toplam işgücünün yüzdesi olmaktadır (Bodie vd., 2013: 376).

İşsizlik oranındaki değişimin incelenmesi ekonomide enflasyon baskısının, refah düzeyi üzerindeki olası etkilerinin ve ekonomik faaliyetlerin nedenlerinin değerlendirilmesinde yararlı olmaktadır (Barnichon ve Figura, 2010: 3). Ülkeler açısından işsizlik oranı, ekonomik faaliyetlerin önemli bir belirleyicisi ve hangi ülkelerin tam kapasite çalıştığını ölçen önemli bir göstergedir (Bodie vd., 2013: 376; Barnichon ve Figura, 2010: 3; Bodie vd., 2003: 385). İstihdam düzeyinin artması o ülkede çalışan kişi sayısının arttığını ve işsizlik oranının düştüğünü göstermektedir. İstihdam düzeyinin artması ile birlikte toplam mal ve hizmet üretimi artacak, böylelikle milli gelir artacak; milli gelirin artması da ekonomilerde refahın ortaya

çıkmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak işletmeler de bu durumdan olumlu yönde etkilenecek ve şirket değerlerinde yükselişler meydana gelecektir (Düzer, 2008: 43).