• Sonuç bulunamadı

Egemen Teknolojik İlerlemenin Doğayı Tahribatı

I. BÖLÜM

2. MODERNİZM VE DOĞA

2.3. Egemen Teknolojik İlerlemenin Doğayı Tahribatı

İnsanlık tarihinin burada çerçevesi çizilmeye çalışılan Modern Çağ’a gelene kadarki büyük bölümü için gerçeklik, doğa idi. İnsanlar onun haşmeti karşısında ondan korkmuş ve ona saygı durmuşlardır. Modern Çağ’la birlikte gerçeklik, teknik, yani insanlar tarafından yapılmış aletler ve eşyalar olmuştur (Hollinger, 1994: 209).

Dünyanın var oluşundan beri doğa, her canlıya yaşamını sürdürebilmesi için uygun şartları hazırlamıştır. Tüm canlılar dengeli bir sayıda hayatlarını sürdürebilmek, bulundukları habitata zarar vermeden, ölçülü miktarda besin maddesi tüketmek üzere programlanmıştır. İnsan da canlılar gibi yaşamını sürdürebilmesi için gereksinimi olan bir şeyi tüketme hakkına sahiptir. Ancak yaşamın devamlılığı için insanın, tüketirken çevresine zarar vermemesi gerekir (Kuehn, 2001: 279-280).

Modern düşüncenin temel taşlarından olan Locke’ın doğal hukuk savı, tabiatta yaşayan her canlının eşit ve bağımsız bir konumda olduğunu, hiç kimsenin ne başkalarına, ne de kendi hayatına ve özgürlüğüne zarar veremeyeceğini savunsa da, bu eşitlik uygulanabilmiş gözükmemektedir (Yüksel, 2002: 137). İnsanoğlu, doğanın baskısından kurtulma arzusuyla çıktığı yolda yapay bir doğa yaratmış, gerçek doğayı

diğer canlıların hakkını hesaba katmadan hızlı şekilde tüketmeye başlamıştır (Hegel, 1997: 27).

Postmodern Çağ bir yanda çevre ve sosyal adalete ilişkin yüksek bilinç düzeyiyle karakterize edilirken, diğer yanda başka birçok sorunla beraber çevre yıkımının hat safhaya ulaştığı bir çağ olmakla itham edilmiştir (Mestroviç, 1992: 152). İnsanoğlunun egemenliği altına aldığı doğa, ozon tabakasının incelmesi, son zamanlarda sıkça tartışılan küresel ısınma gibi tüm dünyayı birden etkisi altına sonuçlarla, insan yaşantısında doğrudan olumsuz etkiler oluşturmuştur (Taylor, 1995: 15-16).

Her yıl 10 ile 17 milyon hektar arasında orman ve 6 milyon hektar ekilebilir toprak çölleşmeyle kaybolduğu bilimsel araştırmalarda tespit edilmiştir. Yanlış sulama politikaları yüzünden Aral Denizi gibi büyük göller kurumuştur. Tuna Nehri, Ren Nehri gibi nehirler, kıyılarında kurulu olan sanayi tesislerinin kimyasal atıklarıyla zehirlenmektedir. Yeryüzünde içilecek su kıtlığı yaşanacağı, sık sık güncellenen yeni araştırmalarca ortaya konulmuştur (Tanilli, 2006: 10-23). Ne var ki mühendisliğin dev teknolojileri, doğada sınırsız değişimler yaratmak üzere yolundan dönmemektedir. Modern proje ile çöller sulanmış, fakat bataklığa dönüşmüş; bataklıklar kurutulmuş, fakat çölleşmiştir. Doğal kaynakların dengeli dağıtılması adına modern bir ülkeye baştanbaşa doğalgaz boruları döşenmiş, fakat geçiş yerlerinde büyük çevresel sorunlar patlak vermiştir (Anderson, 2002: 339).

“Çağdaş bilimsel ve bürokratik yöntemler ironik bir ifadeyle insanlığa hem merkezi ısıtmayı, hem küresel ısınmayı, hem mikrodalgada birkaç dakikada pişirilen hazır yemekleri hem de kuluçka dönemi on yıl süren virüsleri armağan etmiştir” (Giddens ve Pierson, 2001: xxx). Nükleer savaş olasılığı, engellenemeyen nüfus patlaması ve buna bağlı artan tüketim, herkes için çevresel bir yıkım tehdidi barındırmaktadır (Giddens, 1998: 122). Okyanusların dibinde ve atmosferin dış tabakalarında modern endüstri toplumunun atıkları birikmeye devam etmektedir. Solunan hava, içilen su, yenilen gıdalar, endüstriyel toplumun kimyasal maddeleriyle kirlenmiştir. Modern Çağ öncesi toplumlar doğal afetlerin tehdidiyle karşı karşıya iken, modern toplumlar buna ek olarak imal edilmiş risklerle karşı karşıyadır (Giddens ve Pierson, 2001: xxx).

Bu risklerin en tehlikelilerinden biri iklim değişikliğidir. Modernizmi tetikleyen doğa erki bir anlamda iklime eşittir. Sera gazlarının atmosferdeki kontrolsüz yoğunluğu ve orantısız dağılımıyla ortaya çıkan günümüzdeki son durum, kritik eşik aşıldığı takdirde iklim üzerinde beklenmedik ani bir değişimle sonuçlanabilir. Hal böyle olursa, insan gelişiminin doğası açısından gelecek için şüphelerle dolu bir olumsuz iklim değişimi vuku bulacağı endişesi vardır (Molina ve Guerrero, 2006: 533).

İnsan, doğanın kendisine karşı geliştirdiği soğuk, yaban hayvanları, sel, yangın vb. güçleri durduracak araçları Modern Çağ’ın bilimsel bilgisi ile birlikte öğrenmiştir. Bu araçları yine ondan alıp, onun kendisine karşı kullanmakla bir paradoksun içine düşmemek için (Hegel, 1997: 27) insan, kendisine bağımlı olduğu doğayla daha uyumlu yaşamanın yollarını aramalıdır. Zira doğal ortamla insan arasında mutlak bir ayrım yoktur. Çevrenin insan tarafından bu şekilde tahrip edilmesi, gerçekte onun kendi yaşamını tehlikeye düşürmek demektir. Sadece doğadaki canlıların çeşitliliğinin korunması ya da çiçeklerin, ormanların, denizlerin güzel görüntüsü için değil; insanın, kişisel çıkarlarını ve yaşamının devamlılığını korunması için çevreyi ciddiye alması zorunludur (Tanilli, 2006: 10-23).

Gaia Hipotezi’yle yaşam ve doğa hakkında bilinen tüm bilgileri tam tersine temelden sarsan Lovelock, küresel ısınma tecrübesinin etkilerinden rahatsız olunduğu zaman, bunları durduramayacak kadar geç kalınmış olabileceği kaygısını yansıtır. Onun ifadesiyle bir kere bir türün nesli tükendiğinde o bir daha yerine konulamaz. Geniş bir sistemin sadece küçük bir parçası olan insanoğlu varlığının devamı için bu sisteme bağımlıdır. Doğal sisteme verilen zararın sorumluluğu yine o doğada yaşamak zorunda olan insana aittir ve kötü sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak olan da yine, kirleten ve dengeyi bozan varlık olan insandır (Lovelock, 1979).

Bu kötü sonuçlar karşısında yapılması gerekenlere kafa yoran bilim adamları sorunun çözümü için yeni teoriler ve öneriler ortaya koymaya başlamıştır. Doğal dünyayı, insanlık için kullanım nesnelerine dönüştürülecek bir hammadde gibi gören ‘kısıtlı ekonomi’den; değerin, tek başına doğadan elde edilen bir şey değil, doğa ile insan arasındaki ilişkilerden kaynaklanan bir şey olduğunu kabul eden ‘genel ekonomi’ye geçilmesini öneren güncel teoriler türetmişlerdir (Connor, 2001: 363).

Doğanın karşı karşıya kaldığı tablo çoğunluğun ifade ettiği gibi ciddi boyutlarda ürkütücü bir tablodur. Bundan yalnızca 20 yıl önce olasılıkları tartışılan yıkıcı sonuçlar, bugün bilimsel araştırmalara dayanan kanıtlarla bir bir gözler önüne serilir olmuştur. Bu kritik durumun farkında olan bilim adamları, devlet adamları, iş çevreleri ve sıradan vatandaşların da katılımıyla çeşitli sempozyum, protokol ve anlaşmalar düzenlenmiş, doğada modern teknolojik gelişmelerin yol açtığı tahribatlar tartışılmış, sonuç ve öneriler saptanmıştır.