• Sonuç bulunamadı

Aşırı Tüketimin Yarattığı Sorunlar Karşısında Bilinçli Tüketici Olmak

I. BÖLÜM

3. MODERN ÇAĞDA TÜKETİM KAVRAMI

3.3. Aşırı Tüketimin Yarattığı Sorunlar Karşısında Bilinçli Tüketici Olmak

Son iki yüzyıla kadar genellikle aynı düzeyde giden doğadaki çevrimlerin, insanların çeşitli etkinlikleri sonucu değişmesi ve bozulması, özellikle modern şehir hayatına bağlanmıştır. Üretimdeki çeşitlilik ve aşırılık, hem doğal kaynakların, diğer bir deyişle üretim için gerekli olan ham maddelerin hoyratça tüketilmesine, hem de doğa tarafından ayrıştırılamayacak biçimde yine doğanın kucağına atık olarak geri bırakılmasına neden olmuştur (Spurgeon, 2000: 14).

Çevresel endüstrileşme doğal kaynakların sömürülmesi temeline dayandığından, endüstrileşmenin uluslar arası düzeyde yaygınlaşmasıyla çevresel sömürü de başlamış sayılır. Bu yaygınlaşma, endüstriyel toplumun insan-çevre ilişkisindeki kökten değişim yoluyla olmuştur. Fosil yakıt kullanımı ve diğer doğal

kaynakların yaygın olarak ve yoğun tüketimi, kirlilik ve büyük çevresel felaketlere gebe olmuştur. Örneğin tek başına fosil yakıt kullanmanın sonucu, bugün sıkça tartışılan su ve hava kirliliği, asit yağmurları ve özellikle küresel ısınmadır (Tuna, 2001: 16-17).

Enerji konusunda bugün dünyanın içinde bulunduğu durumun, yaşamın devamı açısından endişe oluşturacak düzeyde olduğu ortadadır. Vester’e göre bu duruma düşülmesinin iki temel nedeni vardır: Birincisi, insanoğlunun birkaç on yıl önce büyük yatırımlar yaparak geleceğini, doğada kısıtlı miktarda bulunan ve çevreye zehirli atıklar bırakan enerji kaynaklarına bağlamış olmasıdır. Bugün su ve güneş enerjisiyle çalışılan doğa dostu arabalar imal edilebiliyorken, dünya fosil yakıtla çalışan arabaların üretimi ve kullanımından vazgeçememektedir. Ayrıca elektrik üretimi için yine rüzgâr gibi temiz bir enerji kaynağı kullanılabilecekken, yine fosil yakıtlarla çalışan termik santrallerde elektrik üretilmektedir. İkinci temel neden ise, her on yılda bir katlanarak artan ürün çoğaltımı ve bunların tüketilmesini özendiren reklâmlar ile körüklenen enerji açlığıdır (Vester, 1998: 12).

Modernizm, daha fazla üretim ile iş sahaları açmayı gelişme saymıştır. Ne var ki emeğin ve kaynağın sömürüsü yeni bir sorun olarak devam etmiştir (Bauman, 1998: 36). Hızlı nüfus artışı da önemli sorunları beraberinde getirmektedir; ne kadar üretim yapılırsa yapılsın tüketim malları dünya nüfusuna dengesiz dağılmakta, alım gücü olanlar sınırsız tüketme hırsı içindeyken, dünyanın başka yerinde insanlar sadece yiyecek ve temiz su bulamamak yüzünden sefalet içinde ölüp gitmektedir. Bunlara bir örnek Nijerya’dır. Nijerya’nın nüfusu katlanarak artmaktadır ve artış devam ederse Nijerya’nın 2110 yılındaki nüfusu, şu anki dünya nüfusundan fazla olacaktır. Yaşamın devamlılığı için gerekli olan temiz su ve gıdayı dahi bulmakta güçlük çeken bu kurak Afrika ülkesinde tüketimin katlanarak artması trajik sonuçlar doğuracaktır (Wilson, 2005: 172-173).

Bugün gezegende, sadece fabrikalardaki seri üretimde değil, büyük nüfusların tüketimini karşılayabilmek için en temel gıda ürünlerinin üretilmesinde dahi doğaya zarar veren bir sistem işlemektedir. Bugün, tüketilen gıdaların tarlalarda en doğal ortamda üretimine kimyasal zehirler karıştırılmaktadır. Dünya tarım arazilerinin büyük bir bölümünde yoğun insan nüfusu ikamet ettiği düşünülürse, özellikle Asya ülkeleri

gibi ülkeler kalabalık nüfuslarını doyurabilmek için kimyasal ve suni gübreler, yabancı bitkileri öldüren ilâçlar, böcek öldürücü zehirler içeren tarım yöntemleri uygulamaktadır (Huang ve Iskandar, 2000: vii).

Dünya Bankası’nın araştırma sonuçlarına göre de dünya çapında yanlış politikaların takip ediliyor olmasının bunca sorunu pekiştirdiği söylenebilir. Politikalar, sadece sanayileşmeyi bir gelişme olarak görmekte, işadamlarını desteklemekte, sanayileşmenin getirilerini hesaba katmamaktadır. Gelişmiş ülkeler diğerlerinin tarım ve toprak reformlarını desteklerse, kimyasallaşmadan uzak, doğal ve temiz gıdayı ithal etme imkânını da sağlamış olur. Doğru politikalar desteklendiğinde, 10 milyar insanı dahi refah düzeyinde yaşatacak kadar doğal kaynak vardır. Bu veriler ispatlıyor ki, sorun doğal kaynakların tüketilmesinde değil, tüketilme biçimlerindedir Gupta, 1993: 104- 112). Tüm bu gerçekler ışığında günümüz insanı yeryüzündeki bekası için bilinçli tüketici olmak zorundadır.

Teknolojinin yarattığı ekonomik refahın sonucu, kitle toplumunun bireylerini yanlış bilinçten doğan tüketim gereksinimlerine güdülemek olmuştur. Sanayi toplumundaki teknik ilerlemenin, özgürleşmeyi engellediğine dair yorumlardan daha önce bahsedilmişti. Buradaki güdülemeyi gerçekleştiren, yine o teknolojik ürünleri üreten insanlardır. Üretici olan insanlar, tüketici insanlar üzerinde bir şekilde egemenliklerini berk ederken, modernizmin özgürlük vaadi boşa çıkmaktadır. Öte yandan daha fazla refah vaat ettiği insanın, yaşamını sürdürmesini dahi bizzat tehdit eder bir hal yaratmıştır (Atiker, 1998: 60-61). Tüketiciler, ürünlerin üretim sürecine ilişkin yeterince bilgi sahibi olmadan satın alma davranışı içine girdiklerinde, doğaya zarar verme sürecine katkıda bulunmuş olabilmektedirler (Oskay, 1993: 94).

Baudrillard’ın savı dikkate alınırsa, dış etkiler, mesajlar ve testlerin bombardımanına tutularak aynı anda etki ve kontrol altına alınmak istenen kitleler, sessizlikle yanıt vermektedir (Baudrillard, 1991: 19). Yeşiller gibi, bilinçsiz tüketime karşı benimsedikleri fikir beraberliklerine göre hareket eden kitlelerin, satın alma anında yalnızca mağazalarda ve marketlerde ortaya çıkan tercihleri, üzerlerindeki reklâm baskısına sessiz bir tepki sayılabilir. Tükettiği ürünlerin doğaya zararsız olduğunu, doğaya zarar vermeden üretildiğini görmek isteyen bilinçli bir kitlenin mevcut olduğunu

gösterir (Porritt, 1989: 2).

Günümüz insanı genellikle, tüketim ve israfın, endüstrileşmenin bir getirisi olduğunun farkındadır. İsrafın önüne geçmek için tüketilmiş malzemelerden arta kalan maddelerin geridönüşüm yoluyla yeniden üretime katılması gibi yöntemler geliştirilmiştir. Bilinçli tüketici kesimin baskıları bir nebze olsun getiri sağlamıştır, ne var ki kirlenmenin sürati karşısında bu çabalar yetersiz kalmaktadır. Yine endüstrinin yardımıyla, devletin dayatacağı doğa dostu yöntemler sayesinde, çevre ve ekonomi açısından israf yönetim sistemlerinin temeli oluşturulmalıdır (Williams, 1998: 401).

Çünkü bu sorunların farkında olan insanlar bile gündelik refahları için kendi başlarına kayda değer bir yaşam tarzı değişikliği içine girmeyebilmektedirler, ya da tercihleri yeterli olamayabilmektedir. Örneğin bilinçli olan her insan, otomobil ticaretiyle ulaşım sorunlarının özelleştirilmesinin yol açtığı kirlenme ve rahatsızlıktan yakınırken, yedi kişiden biri hayatını doğrudan ya da dolaylı olarak otomobil sanayisinin zenginliğinden kazandığı için, ya da otomobil sahibi olmak bir tutkuya dönüştüğü için çoğu insan özel otomobillerin kaldırılmasına şiddetle karşı çıkar (Bauman çev., 1998: 248).

Yukarıda doğal kaynakların gereksiz yere tüketilmemesi gerektiği ortaya konulmuş olsa da yaşadığımız ortamdaki unsurlar, tüketime teşviki canlı tutmaktadır. Bu unsurlardan en belirgin olanı reklâmlardır. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla her yerde karşımıza çıkan reklâmların temel amacı satın almaya ve tüketime teşvik etmektir.