• Sonuç bulunamadı

Edebî Şahsiyeti

III- Firdevsî-i Rûmî Hakkındaki Kaynaklar ve Araştırmalar

4- Edebî Şahsiyeti

Yazar, Satranç-nâme-i Kebir adlı eserinin giriş bölümünde, II. Bayezit’in meclisinde oturup padişahla konuştuğunu, padişah tarafından hatırı sorulduğunda zâtı şâhânelerine bir hediye sunamadığından yakındığını ve padişahın kendisini överek şöyle söylediğini rivayet etmiştir: “Vilâyet-i Osmanî’de elfâz-u ibâret fesâhat u belâgat melâhat içinde çâbuksün nazım nesir düzmekte kademun dölek (uygun) ve tab’un bâbdur (elverişli) ve lafzı ma’nâ cem eylemekte hâtırun yavlak tîzdür ki hazretün hıredmend-ü nikraydur ve söz dizginine malik ve dillilük (nükde perdazluk) meydanında şeh-süvârsın maârif ve âlemde, Vilâyet-i Rûm, Memleket- i-Arab’a ve Diyar-ı Acem’de iştihar bulursın ve her hikmet altında bir hikmet ve her söz tertip altında bir lâtif tertib ile mahbub ve turfe ma’ni bağlamak te’lifine”53 diyerek, padişahın kendisi hakkında iltifatta bulunduğunu ifade etmiştir. Metinde özetle: Osmanlı ülkesinde Osmanlı dilini kullanmakta beliğ ve fasihsin, sözlerin açık ve anlaşır, nazm ve nesirde üretken, söz döşemekte kamu san’at ehlinin sarrafısın, Eserlerin Anadolu, Arabistan ve İran’da yayılıp şöhret bulmuştur. Her sözün hikmetlidir. Sanat ve edebiyatın zirvesindesin. İfadelerinde

bir latefet vardır. Söz söylemekte ustasın demiştir. Kutb-nâme adlı eserinde ise kendini:

Her kelâmum mev’ize’dür yâ habîb Hak Kelâmundur hadîse key karîb Dürr ü gevherdür sözüm sâfî cevâb O cihetden mû’teberdür bu kitâb Hem-çû men Firdevsî misli kâm-yâb İderin te’lîf r’ânâ bir kitap

Kemteri Firdevsi dür hâr u hâkir Gör ni nazm dür anun dil-pezir

diyerek, her sözünün dostlar için bir öğüt ve hak kelamından bir parça olduğunu iddia etmiştir. Üstadının Firdevsî Tûsî, sözlerinin inci mücevher kadar değerli olduğunu söylemektedir. Diğer yandan çok beğendiği Genceli Nizâmî, Hâfız ve Enverî ayarında bir şair olmamakla beraber önemli bir şair olduğunu sık sık rastlanan fahriyelerinde yani övgülerinde görebiliyoruz54.

Ne var ki, ne yazarın çağdaşı Osmanlı şairleri ne de sonraki tezkire sahipleri onun şairler arasında yeri olmadığını belirtmiş ve adından hep küçümseyerek söz etmişlerdir. Ondan söz eden ve önemli bir yazar olan Lâtîfî; Firdevsî-i Rûmî’nin edebiyatçılığı için “Amma ne nazmında nezâket ü lezzet ve ne nesrinde letâfet ü halâvet (tatlılık) var. Yalnızca, halk hikayecileri ve masalcıları arsında yer bulabilir. Zaten avâm cahildir, edebiyattan zevk almaz”55 demiştir. Latîfî, Firdevsî’nin sadece çalışkanlığı ve derleyiciliğinden övgüyle söz etmiştir. Kendisinden sonra gelenler ise aynen Latîfî’yi tekrar etmişlerdir.

Uzun Firdevsî’yi en amansız bir biçimde eleştiren ünlü tarihçi Gelibolulu Mustafa Âlî olmuştur. Künh’ül Ahbâr’ında onun için “... mezbûrun nezâket-i tab-ı üç yüz altmış kitâbdan ma’lûmdur ki “el ilmu noktatun kessereh’ül câhilûn”, (ilim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı) kelâmına mâ-sadak (uygun) düşmüş. Kütüb-i tevârih’de birer fasılla eda olunan kıssa’yı kelimâtı gereksiz çoğaltarak okumaktan veyahut yazılmaktan alıkoymuş, “Ke-meseli’l-himârî yahmelü esfara” (kitap yüklü eşekler misali) ayetine kendüyi mazhar düşürmüş. Garâbet bundadır ki okumaya değecek bir kıt’ası dahi yoktur. Yazdığı bütün eserleri temâmen

54 Firdevsî-i Rûmî, Kutb-nâme, s. 4. 55 Latîfi, a.g.e. , s. 425.

basıma hazır hale getirseler bir rubâîsine dest-rest bulmuş kimesne bulunması kabil değildir... Firdevsî-i Tûsî’nin rûhı, mezkur ile aynı mahlası kullanmaktan acı çekmektedir ve bunun eş’ârı okınan vilâyetden esen yil tokandukça mezârında merhum acı çekmektedir. N’olaydı her şâ’ir liyâkatına göre mahlas ihtiyar ideydi. Bu bâbda Sultân’uş-Şuarâ fermânına muhâlefet câiz olmayup, ta’yîn-i mahlas-ı ehass anlardan ruhsatla zuhûra geleydi”56 demiştir.

Gerçi, Osmanlı Devleti döneminde yazılan tezkireler ve tabakât kitaplarında kişiler için söylenen bütün sözler ve varılan yargılar bugüne kadar doğru kabul edilmiş değildir. Ancak tenkitlerin ağırlığına dikkat edilirse tezkire sahiplerinin çok da tarafsız ve gerçekçi olduklarını söylemek mümkün görülmemektedir. Firdevsi ile ilgili yorum ve eleştirilerin hakaret boyutuna vardığına bakılırsa sanki daha çok Firdevsî-i Rûmî’nin muarızlarının düşünce ve iddiaları edebiyat kitaplarında yer almış ve yaygınlaşmış gibidir. Bursalı Mehmed Tahir’in “Süleyman-nâme’nin saraydan eksik iadesinde rakiplerinin kıskançlık ve ihbârının da etkili olduğunu söylemesi”57 bu kanaatimizi doğrulamaktadır.

Yazarın geniş edebî bilgisine, sıkça kendisini övmesine ve çok sayıda eser yazmasına rağmen, başarılı bir şair olmadığı genel olarak kabul görmektedir.

Ancak tarihi olayları abartılı bile olsa edebî bir dille aktarabilmesi, teşhisleri, tasvirleri, mecazları, nesirdeki ustalığı hele hele Türkçe konusundaki hassasiyetleri cidden kayda değerdir. Klasik Osmanlı çağında Arapça ve Farsça yazmanın çok yaygın olduğu bir dönemde yazarın eserlerini Türkçe yazdığı düşünülürse Uzun Firdevsi’ye yönelik ağır eleştirilerin arkasında sadece şairliğinin zayıflığı değil, düşünce dünyası, Türkçeciliği ve aykırı bulunan eserlerinin de bazı yazar ve devlet adamlarını rahatsız etmiş olabileceği söylenebilir.

Örneğin Lâmîi, divanında, tarihçimizden rahatsızlığını şöyle ifade etmektedir:

“Süleyman-nâme’dür Firdevsî ya’nî Komış bir dûzahı meydân içinde

56 Gelibolulu Mustafa Âl-i, a g e. , s. 154.

57 Bursalı Mehmed Tahir, Uzun Firdevsî (Firdevsî-i Rûmî), Türk Yurdu, S. 75, İstanbul 1915, s.

Götürüp hükm-ile kâtipler hep Acâyip cem’ider devrân içinde İdüp tasvîr-i divân-ı Süleymân Öger kendüyi her dâstân içinde Görenler didiler hoş virdi sûret Yazup kendüyi ol dîvân içinde”58.

Firdevsî-i Rûmî ise kendi eserinde Lâmîi’yi haklı çıkarırcasına kendisini şöyle övmektedir:

“Dâsitânun sohbetini kıl kerem Söz ile gönülleri eyle nerm O Nebî’nin kıssasın yâd eylegil Müstemi’ kâmil dilin şâd eylegil”59.

N. Sami Banarlı’ya göre ise Firdevsî-i Rûmî’nin eserlerinde “büyük yer tutan manzum bölümlerin sanat değeri azdır. Daha büyük kısmı teşkil eden nesir kısımlarının ise dikkate değer tarafı, bu nesrin çok sâde, halk söyleyişine çok yakın ve mesela Dede Korkut Hikayeleri’ndeki Türkçe’yi hatırlatan bir lisanla yazılmasıdır” 60 diyerek, şairliğinin zayıf olduğunu ifade etmiş ama nesirdeki yerini Dede Korkut’ a benzetmiştir.

Firdevsî-i Rûmî’den Türk Firdevsî’si diye söz eden ve Süleyman-nâme’yi Türk Edebiyatının en büyük eserlerinden birisi sayan Vasfi Mâhir Kocatürk ise, Firdevsî’yi “dilde ve ruhta Türk ve halk zevkine bağlı” bir sanatçı olarak kabul etmektedir61. Uzun Firdevsî’nin sanatçılığı hakkında şunları söylemek mümkündür:

1- Uzun Firdevsî, Osmanlı Devleti’nde yaşadığı çağın önde gelen ansiklopedistidir. Her türlü bilgiyi ustaca ve sistemli olarak kullanmış ve kullanıma hazır hale getirmiştir.

58 Lâmîi, Lâmîi Divan-ı, İstanbul Ün. Ktp. T.Y. s. 671. 59 Firdevsî-i Rûmî, Süleyman-nâme, c. 72, s. 49.

60 N. Sami Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi, c.I, İstanbul 197, s. 503. 61 Vasfi Mâhir Kocatürk, Türk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1975, s. 92.

2- Eserleri öğretmek amacıyla yazıldığı için didaktik niteliktedir. Öğrendiği her bilgiyi okuyucuya aktarmayı amaçlamıştır. Bunu yaparken de sık sık gramer, aruz hataları yapmıştır. Çok başarılı bir şair olduğu söylenemez.

3- Firdevsî, bildiklerini gereğinden çok sözcükle anlatmak çabasında olup, çok sık tekrara başvurmakta, eş anlamlı kelimeleri çokça kullanmaktadır.

4- Eserlerinde mübalağalı bir dil kullanmıştır. Devrinin devlet adamlarına özellikle de in’am ve ihsanda bulunan saray çevresine övgüler yağdırmış kendisine himmet etmeyenleri ağır bir dille eleştirmiştir. Tasvir ve teşbihlerinde ise daha çok İran mitolojisinden örnekleri seçmiş ve kullanmıştır62.

5- Firdevsî-i Tûsî’nin Şeh-nâmesini örnek alarak yazan müellif, Türk edebiyatında “Rumeli’deki fetihleri anlatan, tarihî gerçeklere ve şahsî müşahedelere dayanan yerli tasvirleri ile” yeni bir tarzın öncüsü olmuştur63.

6- Sanatçı yönü zayıf olmasına rağmen Firdevsî’nin yazılarında Anadolu Türkçesi kullanması, eserlerinin Türk diline kaynaklık etmesi açısından çok önemli sayılmalıdır. Dilimizi zenginleştirecek bütün yöntemleri bilinçli olarak denemiştir. Bu çağın Türkçeciliğine uygun eserler vermiştir64.

Eserlerinde Türkçe kelimelerin çokluğu, ki bu kelimelerin çoğu yalnızca Anadolu’ya has olmayıp, Türkçe’nin kullanıldığı Türk coğrafyasında yaygın olması, hatta Uygurlar, Karahanlılar döneminden izler taşıması, Türk dili tarihi açısından da anlamlıdır. Öyle anlaşılıyor ki, XV. yy. sonuna kadar Türk dünyasında ortak bir dil kullanılıyordu ve Anadolu’da Türkistan diyalektlerinin etkisi canlılığını koruyordu. Kültürel olarak da ortak dilin yerel boyutta bile kullanılabilmesi Türk toplumlarının geniş coğrafî ayrılıklara rağmen bütünlük oluşturabildiklerinin en canlı delili olarak görülmelidir65.

Sonuç olarak yazarımız, bütün bilgileri elde ederek kendini saray çevresine kabul ettirebilmek için bitip tükenmez bir çaba harcamıştır. Nerede yeni ve bilmediği bir şey görmüşse dağarcığına koyabilmek için büyük bir tutkuyla ileriye

62 İbrahim Olgun, Uzun Firdevsî ve Türkçeciliği, Ömer Asım Aksoy Armağanı, Ankara 1987,

s.190-191.

63 Ahmet Atilla Şentürk, XVI. Asra Kadar Anadolu Sahası Mesnevilerinde Edebî Tasvirler, Ankara

2002, s.504.

64 Kemal Yavuz, XIII ve XVI Asır Dil Yadigârlarının Anadolu Sahasında Türkçe Yazılış Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüşleri, TDA. S. 27, İstanbul 1983, s. 54. 65 İbrahim Olgun, a.g.e. , s. 190-191.

atılmıştır. Kendi kendini yetiştirmek için durmadan uğraşmıştır. Böylece edebiyatı, bu bilgileri sergilemek için bir araç olarak kullanmıştır.

Benzer Belgeler