• Sonuç bulunamadı

2.2. Eğitimde DuyuĢsal Alan

2.2.1. DuyuĢsal alan değiĢkenleri

DuyuĢsal özelliklerin kazanılmasında ve hayata geçirilmesinde önemli unsurlardan biri, duyuĢsal alan değiĢkenleri ya da duyuĢsal karakteristikler olarak tabir edilen özelliklerdir. DuyuĢsal karakteristiklerin taĢıması gereken en belirgin özellikler yoğunluk, yön ve amaç olarak belirtilmiĢtir (Anderson, 1981; Akt. Gable ve Wolf, 1993: 4; Malmivuori, 2001: 12). Bu özelliklerden yoğunluk, duyuĢsal karakteristiğin derecesini ve gücünü ifade ederken; yön, karakteristiğin olumlu, olumsuz ve nötr oluĢuyla ilgilidir. Amaç ise yönünü bulmuĢ düĢünce his ya da davranıĢın hedefini karĢılamaktadır. DuyuĢsal alan değiĢkenlerine iliĢkin, alanda pek çok araĢtırma yapılmıĢtır (Bloom ve Beckwith, 1989; Çakır, ġahin ve ġahin, 2000; Abak, Eryılmaz ve Fakıoğlu, 2002; Ulusoy, 2003; Sapancı, 2005; Yurdagül, 2005; Yavuz, 2006). Yapılan bu araĢtırmalarda, duyuĢsal alan değiĢkenlerinin öğrenme üzerindeki etkileri, öğrencilerin öğrenme birimine iliĢkin davranıĢları gibi konular irdelenmeye çalıĢılmıĢtır.

Reigeluth (1996), duyuĢsal değiĢkenlerin içerisinde tutumları, değerleri, ahlak ve etik kavramlarıyla birlikte kiĢisel geliĢimi de saymaktadır (Akt. Lehman, 2006: 13). Gable ve Wolf (1993: 4) ise tutumlar, öz-yeterlik, değerler, benlik saygısı, ilgi gibi kavramların duyuĢsal karakteristikler olarak algılandığını ifade etmektedir. Bloom‟un tam öğrenme modelinde ise duyuĢsal giriĢ özellikleri olarak sıralanan karakteristikler, okula, derse, alana iliĢkin ilgiler, tutumlar, değerler ve akademik benlikle ifade edilmiĢtir (Reigeluth, 1983: 3; YeĢilkayalı, 1996: 4). Daha sonraları Bandura, yaptığı çalıĢmalarda öz-yeterlik kavramını da bu özelliklerin arasına katmıĢtır (Reigeluht, 1983: 3). Senemoğlu (2005: 451), tam öğrenme modelindeki ilgi, tutum ve akademik özgüven kavramlarının altını çizerken, bu özelliklerin olumlu olmaları hâlinde, öğrenmedeki baĢarıyı yükselttiklerini ifade etmektedir. Abak ve arkadaĢları (2002), tutum, motivasyon, kaygı, özyeterlik gibi birden fazla duyuĢsal karakteristiği bir araya getirerek; baĢarıyla ilgili olup olmadıklarını belirlemeye çalıĢmıĢlardır. Kan ve AkbaĢ (2005: 228), eriĢi ile duyuĢsal alan davranıĢları arasında anlamlı iliĢki bulunduğunu belirterek tutumların önemini vurgulamıĢ ve okul programları içerisinde ele alınması gerektiğini ifade etmiĢlerdir.

AraĢtırmaların ıĢığında duyuĢsal alanın en önemli değiĢkenleri tutumlar ve akademik benlik kavramı olarak ifade edilirken, akademik benlik, bir kiĢinin akademik alana iliĢkin olumlu ya da olumsuz olarak kendini algılayıĢı Ģeklinde tanımlanmaktadır (Çakır vd., 2000: 43-44). Senemoğlu (2005: 451), akademik özgüven kavramından bahsederken; bu kavramın öğrencinin öğrenme öz geçmiĢine dayalı olarak herhangi bir öğrenme birimini öğrenip öğrenemeyeceğine iliĢkin kendini algılayıĢ tarzı olduğunu; yani bireyin kendine iliĢkin tutumunu karĢıladığını belirtmiĢtir. Bu noktada benzer nitelikteki bir diğer kavram olan benlik tasarımı karĢımıza çıkmaktadır. Turgut (1990: 157-158), benlik tasarımını, insanın kendisini nasıl gördüğünü ifade eden bir kavram olarak tanımlarken; psikolojide benlik tasarımının iki baĢlık altında incelendiğini ifade etmiĢtir. Bunlardan birincisi insanın kendini gerçekte nasıl gördüğüne iliĢkindir ki bu gerçek benlik olarak; diğeri ise insanın nasıl olmak istediğiyle ilgilidir ve ideal benlik olarak tanımlanır.

Benlik tasarımı benlik saygısı kavramıyla da birlikte düĢünülebilir. Yapılacak yanlıĢ yönlendirmeler, bireyin “kendisi hakkında iyi düşünmesi” olarak tanımlanabilecek benlik saygısı kavramının baĢka taraflara kaymasına neden olabilir. Bireylerde benlik saygısının geliĢtirilmesi noktasında yapılacak yanlıĢlıklar, bireylerin kendilerini olmadıkları bir ĢeymiĢ gibi görmelerine neden olurken bu durum narsizme kadar gidebilir. Kabul edilemeyecek bir davranıĢın Ģartsız kabul görmesi, düĢük standarttaki bir davranıĢın mükemmelmiĢçesine alkıĢlanması, yanlıĢ yapmaktan ve mücadele etmekten uzaklaĢtırılmak öğrencide „çalışmadan da başarmak ve övgü toplamak‟ gibi yanlıĢ fikirlerinin yerleĢmesine neden olur. Bunların tamamen tersini yapmak da doğru değildir elbette; ancak bu noktada orta yolun bulunması gerekmektedir. Bireylerde benlik saygısının geliĢtirilmesi için öncelikli hedef, bireylerin kendi davranıĢlarından sorumlu oldukları bilincinin yerleĢtirilmesidir. Öğrencilerin geliĢim gösterebilmeleri için cesaretlendirilmeleri de gerekir. Öğrencilerde birey oldukları için kabul edildikleri ve değerli oldukları fikri oluĢturulmalıdır; ancak elbette ki bu, onların gösteremedikleri bir performans için alkıĢlanmaları anlamına gelmez (Bluestein, 2000: 45).

DuyuĢsal değiĢkenler arasında sayılabilecek benzer bir kavram da öz-yeterlik kavramıdır. Kendini yetkin görme olarak ifade edilebilecek bu kavram, bireyin bir iĢi

baĢarı ile sonuçlandırabileceğine iliĢkin inancını açıklar. KiĢinin kendisini değerlendirmesi, baĢkalarının kiĢiyi değerlendirmesi, kiĢinin baĢkalarını gözleyerek edindiği yargılar, kiĢinin içinde bulunduğu fizyolojik ve psikolojik durum, öz-yeterlik kavramının oluĢmasını sağlayan unsurlardır (Kuzgun, 2004: 82).

DuyuĢsal karakteristiklerin bir diğer önemli belirleyicisi tutumlardır. Tutum, çeĢitli değerlendirmeler sonucu ortaya çıkan eğilim olarak tanımlanmaktadır (Thompson ve Mintzes, 2002: 646). Turgut (1990: 154), tutumu bireyin herhangi bir olay, eĢya veya insan grubuna karĢı olumlu ya da olumsuz davranıĢ gösterme eğilimi olarak tanımlarken; tutumların yönüne dikkat çekmiĢtir. Tutumların yönünün olumlu, olumsuz ve tarafsız olabileceği belirtilmiĢtir ve olumlu tutumların öğrenmeyi kolaylaĢtırdığı, olumsuz tutumların ise öğrenmeye ket vurduğu açıklanmıĢtır. Büyükkaragöz (1997: 42) de aynı noktaya temas ederken; öğrenmeye karĢı olumlu tutumların öğrenmeyi kolaylaĢtırdığını, olumsuz tutumların ise öğrenmeyi güçleĢtirdiğini vurgulamıĢtır.

Tutumların biliĢsel, duyuĢsal ve davranıĢsal bileĢenlerden oluĢtuğu bilinmektedir (Pooley ve O‟Connor, 2000: 712-713; Thompson ve Mintzes, 2002: 646; Morgan, 2005: 363; Balaban-Salı, 2006: 137). Tutumların oluĢumunda her üç bileĢenin rolü bulunacağı gibi sadece bir tanesinin de tek baĢına rolünün bulunacağı ifade edilmektedir (Pooley ve O‟Connor, 2000: 712-713). Bireyler belirli bir konuya, kiĢiye ya da nesneye karĢı tutumlara sahip olarak doğmazlar; bu tutumları sonradan öğrenirler (Balaban-Salı, 2006: 139). Tamamı olmamakla birlikte, çoğu tutumlar basit koĢullanmalarla oluĢur. Örneğin olumsuz bir durum, bu durumun uyandırdığı olumsuz duyguları harekete geçirerek, o duruma iliĢkin uyarıcılar için koĢullu bir davranıĢ hâlini alır. Aynı koĢullanma olumlu tutumlar için de gerçekleĢebilir (Morgan, 2005: 85). Tutumlar genellikle aile, okul, kitle iletiĢim araçları, dinsel otorite ya da doğrudan deneyimler yoluyla öğrenilmekte ve aynı zamanda bunların etkisiyle değiĢebilmektedir (Balaban- Salı, 2006: 139). Genellikle bireyin tutumlarını, duygularının sözel ifadeleri olan kanılar sembolize eder. Yani tutumların her zaman fiziksel boyutları olmayabilir. Fiziksel boyutu bulunmayan tutumların ölçülmesinde sıkıntılar yaĢanabilir. Çünkü tutumlar gizli ve varsayılan değiĢkenlerdir (TavĢancıl, 2002: 101). Tutumlar doğrudan doğruya gözlenemez; ancak bireyin farklı davranıĢlarıyla açığa çıkar. Bu sebeple tutumlar

ölçülürken bireyin kendi düĢünüĢ ve duygularını alma yöntemleriyle birlikte gözlem yapılmasında da fayda vardır (Turgut, 1990: 155). Her zaman davranıĢa dönüĢmeyen ancak davranıĢa yön verdiği bilinen tutumların bazı özellikleri Ģöyle sıralanabilir (Balaban-Salı, 2006: 136-138):

Tutum gizli bir değişkendir: Tutumlar, doğrudan gözlemlenme özelliğine sahip değillerdir; ancak davranıĢlardan kolaylıkla çıkarılabilirler. O hâlde tutumlar, bireyin tepkileriyle yakından iliĢkilidir.

Tutumların nesneleri vardır: Bireylerin nesnelere, olaylara ve davranıĢlara karĢı tutumları bulunmaktadır. Yani hem somut hem de soyut kavramlara iliĢkin tutum geliĢtirilebilir. Bir insana karĢı beslenen tutum ve insan haklarına karĢı oluĢturulan tutum gibi.

Tutumlar olumlu ya da olumsuz bir yön alabilir: Bireyler tutum nesnesine karĢı olumlu ya da olumsuz bir hâl içerisinde olabilir ve bu da tepkilerine yansır. Aynı zamanda nesneye iliĢkin tarafsız da kalabilirler. Bu durum bireyin davranıĢlarını ve o nesneye iliĢkin değerlendirmelerini etkiler.

Tutumların duyuşsal, bilişsel ve davranışsal ögeleri bulunur: Bireyin herhangi bir konu, nesne ya da kiĢiye iliĢkin tutumu o konu, nesne ya da kiĢi hakkındaki bilgi ve inançlarını içermektedir. Birey deneyimleri sonucu bilgi kazanır ve bu bilgi sayesinde duruma iliĢkin tutum oluĢturur. Bireyin tutumu ne düĢündüğü, neye inandığı, ne hissettiği ve nasıl hareket ettiğinin birleĢimidir.

Tutumlar durağan ve süreklidir: Tutumlar sürekli değiĢen bir yapıda değildir. Tutarsızlık ve dalgalanmaya karĢı belirli ölçüde dirençlidirler. Tutumu fikirden ayıran en önemli özelliği, durağan olmasıyla ilgilidir. Çünkü fikirler daha geçici ve değiĢime açıktır. Bununla birlikte karĢımıza çıkan değer kavramı tutumlara göre daha durağan ve değiĢime daha çok dirençlidir.

Tutumlar dıĢında üzerinde durulması gereken bir diğer önemli duyuĢsal özellik de ilgidir. İlgi, bireylerin bilerek ya da farkında olmadan, bir nesne ya da etkinliğe kendilerini kaptırmaları olarak tanımlanmaktadır. BaĢka bir ifade ile ilgi, bir kimsenin enerjisini hiçbir zorlama olmaksızın belirli bir noktada toplaması ve bundan zevk almasıdır (Kuzgun, 2004: 71). Duygusal bir davranıĢ olan ilgi, bireyin bir etkinliği ne kadar yapmak istediğinin belirleyicisi; bir obje veya etkinliğe karĢı hoĢlanma tepkisidir

(YeĢilyaprak, 2003: 278). Ġlginin en önemli özelliği içten gelen uyarıcılar sonucunda ortaya çıkmasıdır. Kuzgun (2003: 32), ilgilerin oluĢmasında içsel uyarıcılardan bahsederek; ilginin belli etkinliklere isteyerek yönelme, bu etkinlikleri kısıtlayıcı koĢullar altında bile baĢka etkinliklere tercih etme ve bu etkinlikleri yaparken yorgunluk yerine coĢku, bıkkınlık yerine devam etme isteği duyma olduğunu ifade etmektedir. Bir iç uyarıcının baĢlattığı davranıĢ, amacına ulaĢıp sonunda kiĢiye doyum sağladıkça söz konusu davranıĢ yerleĢmeye ve alıĢkanlık hâline gelmeye baĢlar. Yani doyum gerçekleĢtikçe davranıĢ otomatik hâle gelir ve bilinçsizce yapılır. Bazen de bireyin geliĢigüzel yaptığı davranıĢlar, farkında olmadan kendisinde bir ihtiyacı giderir ve bir süre sonra bu davranıĢın sergilenme sıklığı artar. Bu Ģekilde oluĢtuğu ifade edilen ilgi, baĢarıyı etkileyen önemli özelliklerden biri olarak düĢünülürken (Turgut, 1990: 156; Kuzgun, 2004: 82); bunun yanında bireylerin ilgi duydukları konulara daha fazla zaman ayırma eğiliminde oldukları ve öğrenmenin ilk adımı olan ilginin sürekliliğinin bireyin tercihlerini de etkilediği savunulmaktadır (Turgut, 1990: 156). Bireyin herhangi bir konu hakkında kendisini yetkin görmesi; yani baĢarılı olacağına inanmasıyla ilgi arasında önemli bir iliĢki vardır (Kuzgun, 2004: 82).

Diğer bir duyuĢsal karakteristik, motivasyondur. Motivasyon, kendini verme, zaman ayırma, hoĢlanma gibi birçok duyguyu içeren karmaĢık yapıda bir özellik (Ün- Açıkgöz, 2003: 206), içsel koĢullar altındaki hedef yönelimli davranıĢ (Çelik, 2002: 143), bireyi harekete geçiren güç ya da durum (Kılıç, 2004: 156) olarak tanımlanabilir. Motivasyon hedef yönelimli davranıĢa sevk edilmek (Pintrich ve Shunk, 2002: 5) biçiminde tanımlanırken; motive olmak ise bir Ģeyi gerçekleĢtirmek için harekete geçmek olarak ifade edilmektedir (Ryan ve Deci, 2000: 54). Balaban-Salı (2004: 167) motivasyonun, belirli bir durumda belirli amaçlara ulaĢmak ve gerekli davranıĢları gösterebilmek için bireyi harekete geçiren, yönlendirici güç olduğunu ifade etmektedir. Bir Ģeyi yapmaya muktedir olmaktan daha önemlisi, o Ģeyi yapmaya psikolojik açıdan uygun olmaktır. Onun içindir ki motivasyon gibi duyuĢsal yönü ağır basan bir kavramın biliĢsel görevlerin yerine getirilmesinde payı büyüktür (Dweck, 1986: 1040). Ġki temel özelliği davranıĢı baĢlatmak ve sürdürmek olan motivasyonun (Altun ve Yazıcı, 2010: 540), bireyin öğrenmesi açısından üç temel bileĢeni bulunmaktadır (GürĢimĢek, 2002). Bunlar, beklenti, değer ve duyuĢsal tepkilerdir. Yani, bireyin duruma iliĢkin

kendisinden beklentileri, duruma değer verip vermemesi ve durumun sonucunda ortaya koyduğu hissiyatı bireyin öğrenmesinde önem taĢımaktadır.

Motivasyon, davranıĢın uyarılması ve yön bulmasının en önemli sağlayıcısıdır. Uyarıcı ve yön ise motivasyonun oluĢması açısından önem taĢıyan iki unsurdur. Uyarıcı, bireyi harekete geçiren ihtiyaçları iĢaret ederken; yön ise bu ihtiyaçların karĢılanması amacıyla içsel ya da dıĢsal uyarıcıların doyurulmasına neden olan davranıĢın ortaya çıkması olarak bilinmektedir (Deci ve Ryan, 1985: 3). Deci ve Ryan (1985) tarafından ortaya konan öz-belirleme kuramına göre motivasyonun, sebepleri ve amaçları bakımından içsel ve dıĢsal olmak üzere iki temel kaynağı vardır (Ryan ve Deci, 2000: 55; Wu, 2003). Fonksiyonel açıdan birbirinden ayrılan motivasyon türlerinden içsel motivasyon, bir Ģeyi ilginç ve eğlenceli olduğu için yapmayı; dıĢsal motivasyon ise bir Ģeyi belirgin sonuçlara ulaĢmak için yapmayı sağlar (Ryan ve Deci, 2000: 55). BaĢka bir deyiĢle, davranıĢın nedenselliği bireyin dıĢında yani çevresindeyse, bu dıĢsal motivasyondur ve sosyal destek ile cesaretlendirmeler dıĢsal motivasyon kaynaklarıdır. Ġçsel motivasyonda ise davranıĢın nedenselliği bireyin içindedir. Bu tür motivasyon bireylerin ihtiyaçlarından kaynaklanır (Wu, 2003, Dündar, Özutku, TaĢpınar, 2007: 108). Yazıcı‟nın (2006: 37) da belirttiği gibi içsel ve dıĢsal motivasyon arasındaki temel farklılık, davranıĢın nedenselliğinin odağıyla iliĢkilidir. Ġçsel motivasyonda kontrol bireyin kendinde, dıĢsal motivasyonda ise çevrededir. Daha net bir ifade ile ihtiyaç, ilgi, merak, eğlenme gibi durumlar içsel; ödül, ceza, baskı gibi durumlar ise dıĢsal motivasyon kaynaklarına örnek olabilir (Altun ve Yazıcı, 2010: 540). Birey yeni bir Ģeyler öğrenirken edineceği olumlu deneyimler sayesinde motive olabilir. Bu nedenle bireyin motive olmasını sağlayacak kaynağın, etkili olması gerekmektedir (Hegarty, 2010: 49).

Öğrenme açısından önem taĢıyan diğer bir duyuĢsal özellik kaygıdır. Kaygı, gelmesi olası bir tehlikeden duyulan korku hâli olarak tanımlanmaktadır (Turgut, 1990: 157). Üzüntü, sıkıntı, baĢarısızlık duygusu, acizlik, sonucu bilememe, yargılanma gibi heyecanlar da kaygı olarak bilinmektedir (Cüceloğlu, 1997: 276). Beklenen ya da karĢılaĢılan bir tehlikenin algılanması sonucu geliĢtirilen tepki olarak tanımlanan kaygı, çoğu kez kaçma refleksiyle birlikte, yaĢamı sürdürme ve korunma iç güdülerinin belirtisi sayılabilir (Sargın, 2003: 179). Kaygının birtakım nedenleri bulunmaktadır.

Cüceloğlu (1997: 277-278), kaygı nedenlerini olumsuz sonucu beklemek, desteğin çekilmesi, yani alıĢılagelmiĢ çevrenin ortadan kalkması; belirsizlik, yani gelecekte ne olacağının bilinmemesi; iç çelişki, yani inanılan ve önem verilen bir fikirle yapılan davranıĢ arasında bir çeliĢkinin olması Ģeklinde sıralamaktadır. Kaygı bireyin kendisinde algıladığı ancak nedenini tam olarak bilemediği belli belirsiz korku (Morgan, 2005: 234) Ģeklinde tanımlanırken; korku ve kaygı arasında üç temel farklılık Ģöyle sıralanmaktadır (Cüceloğlu, 1997: 277):

Kaynak: Korkunun kaynağı bilinir, kaygının kaynağı ise belirsizdir. Şiddet: Korku kaygıdan daha Ģiddetlidir.

Süre: Korku kısa süreli, kaygı uzun sürelidir.

Herhangi bir öğrenmenin gerçekleĢmesi için genel uyarılmıĢlık hâline ihtiyaç vardır (Kılıç, 2004: 157). Genel uyarılmıĢlık hâli organizmanın verimli öğrenme sağlayabilmesi için hazır ve tetikte olmasıdır. DüĢük uyarılma seviyesi öğrenme için uygun olmadığı gibi çok yüksek uyarılma seviyesi de uygun değildir. Uyarılma seviyesi optimal düzeye geldiğinde birey, öğrenmeye açık hâle gelmiĢ olur. Kaygı için de aynı Ģeyleri söylemek mümkündür (Selçuk, 2005: 217). AĢırı uyarılma durumunda kiĢi enerjisini öğrenme üzerine yoğunlaĢtıramaz. Bu durumda kaygı ortaya çıkar (Kılıç, 2004: 157, Morgan, 2005: 78). Kaygı, davranıĢın normal hâlini olumsuz etkilediği için öğrenmenin ahengi ve becerilerin mükemmelliği de zarar görür (Turgut, 1990: 157). Ancak yine de kaygıdan tümüyle uzak bir yaĢam düĢünülemez. Çünkü belirli ölçüdeki kaygı tehlikeden korunmak, baĢarılı olmak, hayata bağlanmak ve zevk almak gibi durumlarda olumlu etki gösterebilir. Bu noktada kaygının yaĢanıp yaĢanmaması değil, kaygının yoğunluğu önem taĢır. Yoğun yaĢanan kaygı, bireyi amacından uzaklaĢtırır ve enerjisini tüketmesine neden olur (Sargın, 2003: 186).

Yukarıda sıralanan bütün duyuĢsal alan karakteristiklerinin öğrenme üzerine etkilerinin olduğu yapılan araĢtırmalarla ortaya konmaya çalıĢılmaktadır. DuyuĢsal alan karakteristiklerinin oluĢması ve öğrenme üzerine etkilerinin bulunması, temelinde öğrenme ve insanda oluĢan duygusal durumun bir sonucu olarak ortaya çıkar. BaĢka bir ifadeyle öğrenmede duyguların payının da buluduğu söylenebilir. Bu nedenle tam da bu

noktada, öğrenmede duyguların rolü adı altında bir inceleme yapma ihtiyacı ortaya çıkmıĢtır.