• Sonuç bulunamadı

Demokrat Parti'nin bütün muhalefet döneminde kullan­

dığı başlıca ideolojik araç, "demokrasi" kelimesi olmuştur. O kadar ki, o yıllarda bu kelime adeta tılsımlı bir anlam yüklen­

mişti.4 Vergi adaletsizliğinden jandarma baskısına, şeker sı­

kıntısından dış güvenliğimize kadar her sorunun çözülmesi demokrasinin kurulmasına bağlı görünüyordu. 1950 seçim­

lerinden hemen sonra, Bursa civarında bazı köylüler büyük toprakları bölüşmeye başlamışlar, kendilerine ne yaptıkları sorulunca da, "Artık demokrasi var" diye cevap vermişler­

di. 5 Bu demokrasi sarhoşluğu Halk Partisi'ne dahi egemen olmaya başlamıştı. Bir zamanlar, "Bu memlekette muhale­

fet, ihtilal demektir" diyen İnönü,6 o zamanların sadık dostu Recep Peker'i demokrasi uğruna feda etmekten çekinme­

mişti. Halk Partisi örgütü, partilerinin demokrasi düşmanı olarak damgalanması yüzünden bir suçluluk duygusu içine girmişti. Kasım 1948'de yapılan bir ocak kongresinde par­

tililer, "vicdan azabı içindeyiz", "insan içine çıkamıyoruz", diye dert yanıyorlardı.7

4 Nadir N adi, Demokrat Parti'nin birinci büyük kongresi dolayısıyla, 12 Ocak l947'de Cumhuriyet 'te yazdığı ve "Anahtar" başlığını taşıyan bir başmaka­

lede bu gerçeği pek güzel ifade ediyor. "Son zamanlarda, diyor N. Nadi, yeni bir hayalin arkasına takılmış bir halimiz var. Yurdumuzu peri masallarında örneğini gördüğümüz serin gölgelerinde bülbüller şakıyan bir gülistan yap­

mak hülyası na kapılmış gibiyiz. Demokrasi, sanki cennetin tılsımlı anah­

tarıdır. Birkaç basit kelimeyi kanunlarımızdan çıkarıp üç dört yen i kaideye boyun cğiverdik mi, tıpkı yıllarca diyar di yar aradığı sevgilisine kavuşan bir eski zaman aşı ğı gibi, susuzluğu ile yanıp tutuştuğumuz saadet şerbetini bir anda kurumuş, çatlak dudaklarımıza değdireceğimize inanıyoruz."

5 Lewis, a.g.k., s. 312.

6 Bu sözler, 1925'te, Amerikan temsilcisi Amiral Bristol 'a söylenmiştir. Kin­

ross, a.g.k., s. 612.

7 Cumhuriyet, 9 Kasım 1948.

D e m o k rat P a r t i M u h a l efette

ı 77

Ancak bu tılsımlı demokrasi kelimesinin altında gizlenen gerçek ne idi? Bunu anlamak için Demokrat Parti'nin temsil ettiği toplumsal güçleri teşhis edebilmek gerekir. Yukarıda da gördüğümüz gibi, savaş sonrası Türkiyesinde, ülkenin sı­

kıntılı dönemlerinde palazlanan iki sınıf siyasal iktidarda ta­

mamen söz sahibi olmaya hazır durumdaydı. Bunlar ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahipleriydi. Halk Partisi idare­

sinin, siyasal düzeni içinde koruduğu kalın duvarlar, yani la­

iklik ve özellikle komünizm düşmanlığı bunlara yarıyordu.8 Ama artık bunlarla yetinmeyecek kadar gelişmişlerdi. Öte yandan, Halk Partisi iktidarı, toprak reformu vs. gibi nahoş sürprizleri daima getirebilirdi. Bu gidişe bir seçenek bulmak zamanı gelmişti. Demokrat Parti işte bu seçeneği sağlayacak güç olarak ortaya çıktı.

DP hareketinin, sözü edilen toplumsal güçleri temsil et­

tiği yolundaki varsayımı doğrulayabilmek için, bu partinin doğumunu çerçeveleyen olaylara, partinin programına ve so­

mut sorunlardaki tutumuna bakmak gerekir. Daha parti ku­

rulmadan, ileride bunun yöneticileri olacak milletvekilleri, başta Adnan Menderes olmak üzere, ilk büyük mücadeleleri­

ni Toprak Kanunu dolayısıyla vermişlerdi. Parti kurulduktan sonra da, yaptıkları programın öngördüğü iktisat politikası, tamamen bu sınıfların çıkarına uygundur. Program, tarım sektörüne öncelik tanınacağını ve özel girişimin esas kabul edileceğini müjdeliyordu. Ülke ekonomisi içinde tarıma ön­

celik vermek demek, büyük toprak sahiplerinin geniş ölçüde kredi, donanım, ucuz tohumluk ve uygun tarım

fiyatların-8 Komünizm düşmanlı�ı. sömürüye karşı her kıpırdanışı damgalayabilmek bakımından, her iki kesimin de işine geliyordu. Ancak laiklik, esas itiba­

riyle, Batı taklidi bir hayat düzenine özenen ticaret burjuvazisinin işini ko­

laylaştırıyordu. Buna karşılık, henüz kapitalistleşememiş toprak ağalarının, dini bir uyutma aracı olarak kullanma olanaklarını kısıtlıyordu.

78 1

Cem Eroğ u l Demo krat P a r t i

dan yararlanması demekti. Özel girişimin esas alınması ilke­

si ise, ticaret burjuvazisine "nurlu ufuklar" açıyordu. Devlet makinesi onun lehine işletilecekti; hatta gücü yeterse iktisa­

di devlet teşekküllerini elverişli fiyatlarla satın alabilecek­

tL Program bu sınıfların çıkarını savunmakta yetinmiyor, bunların güvenini sağlayacak tedbirleri de getiriyordu. Gerçi işçilere sendika ve grev hakları, basma ve aydınlara fikir hürriyeti, öğrencilere dernek hakkı, üniversitelere bilim hür­

riyeti ve idari özerklik, doğu bölgesine kültür kalkınması, jandarma baskısından şikayetçi olan köylüye kendisini hor görmeyecek bir devlet anlayışı, memurlara yeterli maaş vs.

vadediliyordu. Ancak bütün bu hak ve özgürlüklerin iki te­

mel şartı vardı: birincisi mülkiyetin dokunulmazlığı, ikincisi sınıf fikrinin reddi.9

DP'nin sınıfsal temelini teşhise olanak sağlayan bir diğer gösterge, bu partinin emperyalizmin karşısında takındığı ta­

vırdır. Henüz muhalefette olduğu için elimizdeki veriler az olmakla birlikte, iktidarın dış politikası karşısındaki tutumu ve sözcülerinin zaman zaman bulundukları beyanlar, yine de bize bir değerlendirme yapma olanağını vermektedir.

Bilindiği gibi, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Sovyetler Birliği'nin büyük ölçüde güçlenmiş olmasına hiç sevinmemişti. Artık dayanabiieceği bir Avrupa yoktu. Savaş bu kıtayı bir harabeye çevirmişti. Türkiye kendisini yalnız ve güvensiz hissediyordu. Savaş biter bitmez Sovyetler'in, Boğazlar'da ve bazı doğu illerimizde taleplerde bulunması,

9 Ekim 1 946' da Prof. Fuat Köprülü 'n ün verdiği bir beyanatta bu ideoloji bütün çıplaklığıyla ifade edilmiştir. Köprülü şöyle diyor: "Memleketimizde sınıf meselesi diye bir şey bahis mevzuu olamaz. Biz Anglo-Saksonlara benzeriz, soğukkanlıyızdır. Bu memleketteki demokrasinin onlarınkine benzeyeceği­

ne kaniim ... Türkiye'de kapital ve kapitalist diye bir şey yoktur. Çiftçimizin sefaleti topraksızlıktan mıdır? Hayır, biz hayat standardı itibariyle en geri seviyedeyiz. Bütün mesele buradadır." Cumhuriyet, 9 Ekim 1 946.

D e m o krat P a r t i M u h a l efette

1 79

bu güvensizlik duygusunu had safhaya çıkardı. Türkiye'yi yönetenler, ne pahasına olursa olsun, ABD'nin dostluğunu kazanmaya karar verdiler. Yeni palazlanmış olan sömürücü sınıfların ihtiyacına tamamen uygun olan bu politika, kısa zamanda her türlü ölçü sınırını aştı. 1945'te yapılan Sovyet taleplerine, Türkiye yalnız başına karşı koymuştu. Bunu ya­

parken hiçbir yabancı ülkeye bağımsızlığından ödün ver­

memişti. Bu denemeden alınacak büyük dersler vardı. Oysa hiçbir ders alınmadı. Aksine, sanki gücümüzü ispat etme­

mişiz gibi, savunmamızın yükünü Amerika ile paylaşmak için elimizden geleni yaptık. Bu lütufkar davet, Amerika'nın yayılma siyaseti için bulunmaz bir fırsattı. Truman doktri­

ni bunun ilk adımı oldu. Daha yardım çıkmadan Amerikan iş alemi harekete geçmiş ve firmalarımıza teklif yağdırma­

ya başlamıştı.10 Amerika'nın ilgisi ve bizim davetkarlığımız bundan sonra hep artarak devam etti. Kısa zamanda kraldan daha kralcı olduk. Ölçüyü öylesine kaçırmıştık ki, örneğin Romanya' da hükümeti devirmeye çalışan gizli antikomünist örgütler, Ankara radyosunun yayınlarını bülten şeklinde ba­

sıp dağıtınakla amaçlarına hizmet edebiliyorlardı.U Bir za­

manların barışçı Türkiyesi bütün umudunu Doğu-Batı ger­

ginliğinin sürmesine bağlamıştı. Örneğin, Mayıs 1948' de, Amerika gerginliği hafifletmek için Moskova'ya görüşme teklif edince paniğe kapılmıştık. Bunun üzerine Amerika, siyasetinin değişmeyeceğine dair bize güvence vermiş, biz de bunu dışişleri bakanımızın ağzından mutlulukla ilan etmiş­

tik.12 Yurtta sulh cihanda sulh politikası artık çok gerilerde kalmış, dış politikamızın başarısı bloklar arası husumetin devamına bağlanmıştı.

10 Cumhuriyet, 16 Mart 1947.

l l Cumhuriyet, 14 Ocak 1948.

1 2 Necmettin Sadak'ın Sivas nutku. Ulus, 24 Mayıs 1948.

80

1

Cem Eroğ u l • D e m o k rat P a r t i

Demokrat Parti, emperyalizmin yorungesine girmek için harcadığımız çabaları tamamen desteklemekle kalma­

mış, bunları yetersiz dahi bulmuştu. 1949 yılı başlarında, Batı dünyası Atiantik Paktı'nın hazırlıkları içindeydi. Halk Partisi iktidarı buna katılabilmek için her türlü yolu dene­

miş, ancak özellikle küçük Batı Avrupa ülkelerinin muhale­

feti yüzünden bu emelini gerçekleştirememişti. Demokratlar bunu hükümetin bir beceriksizliği olarak nitelediler. Onlara göre, yapılanlar doyurucu değildi; Batı'ya daha sıkı bir şekil­

de bağlanmamız gerekiyordu.

Demokrat Parti'nin bu tutumu dünyanın siyasal durumu hakkında şu görüşe dayanıyordu: Savaşın sonucu olarak iki büyük blok oluşmuştur. Bunların karşısında tarafsız kalmak mümkün değildir. Dolayısıyla, Sovyet blokuna girmek iste­

miyorsak, Amerikan blokuna katılmak zorundayız. Adnan Menderes, bu görüşü çok açık bir şekilde ve şu sözlerle ortaya koymuştu: "Milli veya müstakil adı ile vasıtlandırılmak iste­

nen siyaset, ... demokrasi alemi ile işbirliğinden uzaklaşmak demektir. Bu takdirde ise, memleketimizin kısa bir zaman içinde demir perdenin ortasında kalması mukadderdir"Y Görüldüğü gibi, Demokrat Parti için dış siyasette uydu ol­

maktan başka çare yoktur. Bütün hüner, patronunu iyi seç­

mekten ibarettir. Bu tutum ise, azgelişmiş ülke asalak sınıf­

larının değişmez politikasıdır.

Sonuç olarak, muhalefet döneminde elde ettiğimiz ve­

rilerle, Demokrat Parti'nin sınıfsal temeli hakkında bir varsayım ileri sürülebileceği ve bu hareketin esas itibariyle egemen sınıtlara, yani ticaret burjuvazisi ve büyük toprak

13 27 Ağustos 1948'de, İzmir'de yaptığı bir konuşmadan alınmıştır. Esirci, a.g.k., s. 160-161. Aynı görüşü Celal Bayar, Demokrat Parti'nin ikinci bü­

yük kongresinde verdiği nutukta açık bir şekilde ortaya koymuştur. Tunaya, a.g.k., s. 682.

Demokrat Parti M u h a l efette

ı 81

sahiplerine dayandığının söylenebileceği görülmektedir.

Ancak bu değerlendirmenin tam olabilmesi için, DP'nin, halkı siyasal mücadeleye katıcı tutumuna da parmak basmak gerekir. Gerçekten de, bu partinin iktidara gelişi yaygın bir halk hareketi ile mümkün olmuştur. DP'nin geliştirdiği yön­

temler, o zamana kadar ülkemizde yürürlükte olan siyasal mücadele usullerini tamamen değiştirmiştir. Eskiden çok önemli ve ancak uzaktan saygıyla bakılabilecek şahsiyetler olarak görülen milletvekilleri, halkın ayağına gelmeye baş­

lamışlar; devlet adamları, politikacılar, propagandacılar, oy toplayabilmek için çamurlu köy yollarını aşındırır olmuşlar­

dır. Seçimlerin tek dereceli hale getirilmesi, oy ile siyasal ik­

tidar arasındaki ilişkiyi çok daha somut hale getirmiş; artık seçimler, sonucu önceden belli, düzmece bir oyun olmaktan çıkmış ve böylece, halk bunlarla gerçekten ilgilenir olmuştur.

Bu ilginin sonucu olarak katılma oranı gittikçe yükselmiş ve 1950 genel seçimlerinde % 88,88'e varmıştır.14

Görüldüğü gibi, DP'nin dayanağı olan toplum güçlerini meydana korken, bu hareketin özünü oluşturan egemen sı­

nıflara işaret etmekle yetinmemek, hareketin biçimini belir­

leyen halk katılımına da değinmek gerekir. Daha sonra elde edilecek verilerle smanmak şartıyla, muhalefet döneminde DP hakkında ileri sürülebilecek en geçerli varsayım her­

halde şudur: Demokrat Parti, Il. Dünya Savaşı'ndan sonra, Türkiye' de, iktidara tamamen sahip olabilmek için bir halk hareketini araç edinen asalak egemen sınıfların siyasal örgü­

tüdür.

14 Ayın Tarihi, sayı: ı98 (Mayıs 1950), s. 12.

KlSlM II

Y ÜK S ELME D Ö N EM İ