• Sonuç bulunamadı

3. Doğal ya da beşeri hiçbir yasa alay konusu edilmemeli, ihlaline yönelik bir ilgi yaratılamamalıdır.

2.5 Kara Film Örneklerinin Yapım Yönetmeliği İle İlişkili Olarak Değerlendirilmes

2.5.3 Double Indemnity (1944 – Billy Wilder)

Double Indemnity kara film örnekleri arasında en çok tanınanıdır ve türün

kodlarını tamamen yerine getirdiği söylenen birkaç yapımdan biridir. Ancak eğer bu filmin öykü ve olay örgüsü kara filmin temel ayaklarını oluşturuyorsa o zaman bugün kara film olarak addedilen onlarca filmin bu türsel sınıflandırmadan çıkarılması gerekmektedir.

Gerek ana erkek karakterin kurban hale gelmesi gerek femme fatale ve femme vital kullanımı gerek karakterlerin cezalandırılması ve gerekse de iyi ahlakın sesinin temsili film içinde yer bulur. Kendisinden sonraki pek çok kara filmi kimi zaman öyküsü, kimi zaman olay örgüsü, kimi zaman ise her ikisiyle birlikte etkileyecek bir yapım olan Double Indemnity kara filmlerin saf örneklerine kaynaklık eden James M. Cain’in 1936 yılında seri olarak basılan ve 1943 yılında roman olarak okuyucu ile buluşan eseridir.

Double Indemnity seri roman olarak yayınlandığında 5 büyük yapım şirketi

de öykünün yapım haklarını satın almak için birbiri ile yarışmış ve kazanan 25.000 $ veren Paramount olmuştur. Üstelik bu 5 yapım şirketi de PCA’nın bu öykü ile ilgili tavrını açıkça bilmektedir: “PCA böylesi bir ahlaksızlığın asla projektör arkının

ışığını görmesinin mümkün olmadığı konusunda [yapım şirketlerini] uyarmıştır.”459

PCA iki nokta üzerine odaklanmıştır: [Eser] yönetmeliğin zina ve ayrıntılı suç işleme

tekniklerinin temsili hakkındaki katı kurallarını ihlal etmektedir.”460

Gerçekten de Paramount neredeyse 10 yıl sonra romanı filme adapte etmeyi başarmıştır. Ancak ortaya çıkan filmin Cain’in romanıyla bağları zedelenmiştir.

459

Muller, a.g.e., s. 56.

460

184

Romanın uyarlamasını filmin yönetmeni Billy Wilder ve Murder My Sweet,

Blue Dahlia, The Big Sleep ve Lady in the Lake gibi önemli kara film örneklerinin

yazarı ya da senaristi olan Raymond Chandler üstlenmiştir. Muller, ikilinin PCA’yı atlatma çabalarını şöyle özetler: “Cain’in bazı alçaltıcı eğilimlerini kestiler, açık

saçık cinsel anlatımın yerine müzipce imalar koydular ve öykünün ahlaki yanını vurgulayarak ‘kusursuzca işlenmiş bir suç’un bile eninde sonunda cezalandırılacağının altını çizdiler.”461

Hollywood’un eseri nasıl sıradanlaştırdığını, tutuculaştırdığını ve söylemini film üzerinden nasıl yinelediğini anlamak için roman ve film arasındaki farkları ele almak yeterlidir.

Öncelikle anlatı romanda yazılı bir ifadenin geçmişe dönüşle anlatımı iken filmde bir ses kayıt cihazına yapılan bir itiraf niteliğindedir. Bununla birlikte filmde ahlakın sesi olan Keyes karakteri romanda böyle bir işlev taşımaz. Filmin ana erkek karakteri Walter (romanda Walter Huff, filmde Walter Neff) için bir baba figürü haline gelen ve doğruluğun, dürüstlüğün ve aklın temsili olan Keyes eserin roman versiyonunda cinayetin gizlenmesi ve suçluların (Walter ve Phyllis) kaçması için onlara yardım eder (hizmetinde çalıştığı şirketin parasını korumak ve zarar etmesini önlemek amacıyla). Oysa filmde cinayeti çözmek üzere çalışan bir sigortacı konumundaki Keyes Walter ve Phyllis’i saran çemberi giderek daraltan zeki bir karakterdir. Hatta filmin sonunda Walter’ı polislere teslim eden (polisler görünmese de arkaplandaki siren sesleriyle mevcudiyet kazanırlar) yine Keyes olur.

Yine romanın aksine cinayet planları başarıya ulaştıktan sonra Walter ve Phyllis birbirinden kopmaya ve uzaklaşmaya başlar. Cinayetten önce daha fazla birlikte olan bu karakterler, artık marketlerin kuytu köşelerinde, gözlerinde güneş gözlükleriyle ve birbirlerine bakmadan, birbirlerini tanımıyormuşcasına ileşitim kurar (kuramaz).

Femme fatale ile kurban ana erkek karakter arasındaki cinsellik de büyük sekteye uğramaktadır. Zaten film, romanın açık seçik cinsellik sunumlarının aksine eksiltilerle kadın ve erkek arasındaki ilişkiye yaklaşabilmekte, sahneler arasındaki kesmeler ya da bazı nesneler (sigara, halhal, vb.) cinselliği ima etmektedir.

461

185

Fakat filmle roman arasındaki ahlaki açıdan en büyük fark –yukarıda Muller’in de belirttiği gibi- filmin finalinde yaşanır. Öldürdüğü adamın kızı olan Lola’yı (Lola, Phyllis’in üvey kızıdır ve filmin femme fatale’inin kötülüğünü daha da vurgulayan bir karakter olarak tam bir femme vital’dir) korumaya çalışan Walter cinayeti Keyes’e itiraf eder; şirketinin itibarını kurtaran Keyes onlara kaçmaları için bir tren ayarlar ve ana erkek ve kadın karakter bu yolculuk sırasında birbirini öldürür. Oysa filmde Walter kendisini yaralayan Phyllis’i öldürür, yaralı halde Lola’nın geleceğini güvence altına alır (Lola’nın sevgilisiyle konuşur [müstakbel eş]), çalıştığı sigorta şirketine gelir ve ses kayıt cihazına itirafını yapar. Tam bu sırada içeriye Keyes girer. Walter kafasını kaldırır, kameraya bakarak, ‘Merhaba Keyes’ der. Anlatı kamerayı Keyes’in özneli olarak saptayarak izleyici ile bu karakter arasında bir koşutluk yaratır. Artık Walter Keyes’e değil, izleyiciye derdini anlatmaktadır. Walter’ın günahlarını dinleyecek olan ve onu affedecek ya da cezalandıracak olan yine izleyicidir. Foster Hirsch Walter ve Keyes arasındaki bağa özellikle vurgu yapmaktadır: “İkisini birbirine bağlayan yoldaşça ilişki ve sadaket Walter ile Phyllis

arasındaki zehirli cinselliğin panzehiridir.”462 Bu noktada filmin (romanın değil) ahlaki merkezi Keyes olmuştur ve filmin finali izleyiciyi bu konuma yerleştirmiştir. Hatta John Orr de Keyes için şu kısa tespiti yapar: “Hepimizin vicdanı olmaya

gönüllü şirket adamı ve ahlak hakemi Barton Keyes.”463 Kara filmlerin zirvesi sayılan Double Indemnity de bu ahlaki tavrı ve söylemi sayesinde diğer tüm Hollywood yapımlarıyla aynı ideolojik formasyon içinde yer almakta ve –pek çok kara film eleştirmeninin iddiasının aksine- daha fazlası olamamaktadır.

Ayrıca filmin kendi içinde (romanda da olmayan) çok önemli bir değişiklik daha vardır. Billy Wilder filmi aslında gaz odasında bitiren bir sahne çekmiştir. Keyes, üzgün gözlerle gaz odasına sokulan Walter’ı izlemekte, Walter ise çaresizce kaderine boyun eğmektedir. Ancak bu sahne daha sonra filmden çıkarılmıştır. Wilder konuyla ilgili şu açıklamayı yapar:

“ ‘Double Indemnity’nin sonu üzerine büyük çaplı bir ameliyat yaptım’ diye anlattı Wilder. ‘Filmin sonunda Bay MacMurray’in bir gaz odasında idam edildiği yirmi dakikalık bir sahne vardı. Her şey dadik bir biçimde yapılıyordu. San Quentin’li bir rahip, bir muhafız ve bir de doktor vardı. Her şey tam manasıyla mükemmeldi. Saçmaların düştüğü, kova ve dumanların

462

Hirsch, a.g.e., s. 3.

463

186

olduğu bir gaz odası olacak, Eddie Robinson da dışarıdan izleyecekti… Sahneyi kurduktan sonra bunun gereksiz olduğunu düşündüm.”464

Wilder’ın sözlerini aktaran Charlotte Chandler 7 sayfa sonra Wilder’ın sözleriyle çelişen şu durumu aktarır: “Film 1944 yılının Mayıs ayında gösterime

girdi. İlk gösterimde filmin sonundaki gaz odası sahnesi de yer alıyordu, ancak bu sahne daha sonra çıkartıldı. Film Paramount’a aitti ve Wilder’ın onun akibetine ilişkin hiçbir bilgisi yoktu, ancak hâlâ varolduğunu düşünüyordu.”465

Ayrıntılı bir idam temsili olan (Wilder’ın sözlerinden bu anlaşılmaktadır) idam sahnesinin Paramount tarafından önce kabul edilmesi ve daha sonra filmden çıkartılmasına şaşırmamak gerekir. PCA idam sahnelerinin işlenişi konusunda son derece hassastır ve bu konunun ya hiç gösterilmemesinden ya da ‘yüksek beğeni’ sınırları içinde ele alınmasından yanadır (Wilder’ın ayrıntılı idam sahnesinin PCA tarafından benimsenmeyeceği açıktır). Bu nedenle sahnenin kesilmesindeki temel motivasyonlardan birinin Yapım Yönetmeliği’nin XII. Maddesinin (Dikkatle Ele Alınması Gereken Konular) ilk alt maddesi olabileceğini düşünmek mantıksız değildir.

Charles Higham ve Joel Greenberg de 1968 yılında filmi yeniden değerlendirirken şu yorumu yaparlar: “Double Indemnity içinde zerre acıma ya da

aşk olmayan bir filmdir.”466 Ana karakterleri arasında bu denli karamsar bir tonun hakim olduğu bir anlatıya uygun bir final olan idam sahnesi açıkça yönetmeliğin yasalarını ihlal edecektir. Anlatının söylemi Hollywood adına ideal hale getirilirken PCA böylesi bir hamleye izin vermeyecek ve film Walter hakkındaki nihai hükmü yine eksilti kullanarak aktarmak zorunda kalacaktır.

Gerek senaryodaki kısıtlamalar ya da varyasyonlarıyla gerekse de bitmiş filmin açık açık sansüre uğramasıyla Double Indemnity, kara filmlerin en önemli örneği sayılsa bile, hiçbir filmin Yapım Yönetmeliği’nin dayattığı görsel temsil kalıplarından ve ıslah ve cezalandırma söyleminden kaçamayacağının güzel bir örneğidir.

464

Charlotte Chandler, Billy Wilder – Nobody’s Perfect, Çev. Can Madenci, Plato Film Yayınları, İstanbul, 2007, s. 137-138.

465

y.a.g.e., s. 144-145

466

Charles Higham ve Joel Greenberg, “Noir Cinema”, Film Noir Reader, Der: Alain Silver ve James Ursini, Limelight Editions, New York, 1996, s. 33.