• Sonuç bulunamadı

1.5 Yönetmelik-Öncesi (Pre-Code) Dönemi ve Yapım Yönetmeliğ

1.5.1 Yönetmelik-Öncesi (Pre-Code) Dönem

1.5.1.2 Düşmüş Kadın ve Erkek Avcısı Filmler

Gangster filmleri altın günlerini yaşarken cinselliği ön plana çıkaran filmler de kendilerini göstermeye başlamıştır. Büyük Buhran’ın etkilerinin ciddi olarak hissedilmeye başladığı yıllarda Manhattan’daki büyük yapım şirketleri Batı yakasına kâr elde etmek için ne gerekirse yapılsın talimatları göndermişlerdir. Bu filmlere merkezinde kendisini satan, fahişelik yapan ve erkekleri kullanan kadınların olduğu yapımlar da dahildir. Sinema sektörü, ülkenin diğer sektörleriyle birlikte çökmemek için, ülkedeki tüm tutucu kesimleri karşısına alma pahasına, ayakta kalmaya çalışmaktadırlar.

Eylül 1931 yılında gangster filmleri yasaklandıktan hemen sonra Hollywood’un cinsellik üzerine yaptığı vurgu doruk noktasına ulaşmıştır. Gangster filmlerini bir marka haline getirmiş olan Warner Bros. mevcut yönelimini çok kısa bir süre içinde değiştirmiştir: “1932 yılında Warner Brothers iki stratejiyi stüdyo

politikası haline getirdi; senaryo yazarlarından cinsellik teması barındıran filmler

169 Shadoian, a.g.e., s. 10.

Bu yasaklama daha çok, önceki dönemdeki temaların ele alınmaması üzerine bir yasaklamadır ve türü

tamamen ortadan kaldırma amacı gütmez. Zaten 1930’ların sonuna gelindiğinde gangster filmlerinin hâlâ mevcut olduğu ama artık ana karakterin bir gangster değil, gangstere karşı savaşan karakter olduğu görülür. Bu anlamda gangster film türünün o günün koşullarında, içerik olarak değişime uğrayarak devam ettiği ve izleyici ilgisinin gangster olan karakterden, gangsteri cezalandıran karaktere kaymış olduğu ifade edilebilir.

77

üzerine çalışmalarını ve … ‘ortalama olarak beş öyküden ikisinin ‘cinsellik üzerine’

[İngilizce kullanımıyla ‘hot’] olmasını istedi’ ”.170

Warner Bros. cinsellik barındıran öykülere yönelen tek yapım şirketi değildi. Her ne kadar Warner Bros.’un bu tavrı dönem izleyicisi ve eleştirmenlerine şaşırtıcı gelmese de, asıl beklenmedik olay Paramount ve MGM gibi tutuculuklarıyla tanınan yapım şirketlerinin de benzer temalara yönelmesi olmuştur.

“[Jason] Joy, Paramount ‘yıllarca karakteristiği olan tutucu politikalarını bir

kenara koyarak olabildiğince cüretkar olmaya karar verdi’ diye yazar Hays’e”171. MGM ise hem düşmüş kadın film türünün hem de erkek avcısı kadını merkeze alan – ve cinsellik üzerine özel olarak vurgu yapan- film türünün en önemli örneklerinden sayılan Faithless, Susan Lenox: Her Fall and Rise ve Red Headed Woman gibi filmlerin yapımcılığını yapmıştır.

Variety dergisinin yaptığı bir araştırmaya göre 1931-1932 yılları arasında

“440 filmden 352’sinde ‘cinsellik üzerine eğilim’, 145’inde ‘[cinsellik üzerine]

tartışmalı’ sahneler bulunurken, bu filmlerden 44 tanesi ‘ciddi anlamda’ cinsellik içermektedir.”172

1931 yılından sonra çekilen ve kadınları, cinselliklerini de dışlamayarak, merkez noktaya koyan filmleri tek bir tür altında incelemek doğru olmayacaktır. Zira bu tür içinde iki ayrı yönelim ortaya çıkar. Bunlardan ilki ‘düşmüş kadın’ filmleridir. İngilizce kaynaklarda fallen women films olarak geçse de, pek çok yerde kept women

films (sahiplenilmiş kadın / metres filmleri) olarak da anılmaktadır. Adı geçen

filmlerin ana karakterleri, kahramanları kadınlardır ve bu öyküler finalde kadının mutlaka cezalandırıldığı, içinde cinsellik ve çıplaklık barındıran, kimi zaman cinsel istek uyandırabilecek giyim kuşamın kullanıldığı yapımlardır. Düşmüş kadın filmlerinde kadının cezalandırılma süreci ancak erkeğin onu affetmesiyle sonlanır. Bu filmlerin en ünlüleri arasında Safe in Hell (1931), Blonde Venus (1932), Faithless (1932) ve Susan Lenox: Her Fall and Rise (1931) sayılabilir.

Ana karakterin sevgilisini bekleyen bir fahişe olduğu Safe in Hell filminde, işlemediği bir suç yüzünden Karayib Adalarına kaçmak zorunda kalan Gilda’nın

170

Doherty, a.g.e., 1999, s. 104.

171 Leff ve Simmons, a.g.e., s. 24. 172 Aktaran Doherty, a.g.e., 1999, s. 104.

78

hikayesi anlatılır. Kaçak suçlular cenneti olan bu adada, Gilda, tüm diğer suçlularla birlikte bir otelde kalmaktadır. Burası onun için güvenlidir (filmin adının Türkçe karşılığı ‘cehennemde güvende’dir). Ancak kendisine tecavüz etmeye çalışan kişiyi öldürdüğü ve adada idam işlerini yürüten celladın seks kölesi olmayı reddettiği için gün batımına karşı, idam sehpasına doğru ilerleyerek ölüme gider. Yukarıda adı geçen filmler arasında da, beklenmedik finaliyle, en sert olanı Safe in Hell filmidir. Kahramanını –aslında iyi bir amaç için ve çaresizlik nedeniyle- kötü yola düşüren bir diğer film ise Faithless’tır (‘sadakatsiz’). Bu filmde zengin ve şımarık Carol, işine saygılı ve çalışkan Bill’e evlenme teklif eder. Ancak Büyük Buhran’ın acımasız koşulları altında müsrifçe harcamalar yapan Carol tüm varlığını kaybeder. Bill de işini kaybettiği için Carol onu terk eder. Daha sonra zengin bir adamının metresi olarak hayatını sürdüren Carol ve Bill tekrar karşılaştığında adam onun bir metres olduğunu fark eder. Bu durumdan çok utanan Carol metresliği bırakır ve en sonunda sokaklara düşer ve bir zamanlar aşağıladığı fakir insanlarla birlikte çorba kuyruklarında sıraya girer. Bir süre sonra Bill ve Carol tekrar karşılaşır ve zorlu yaşam koşullarına karşı birlikte mücadele etmeye ve para kazanmaya çalışırlar. Aralarındaki bağ güçlenmiş ve Carol’ın şımarıklığından eser kalmamıştır. Ancak Bill bir kaza geçirir ve tıbbi yardıma ihtiyaç duyar. Bunun için acilen para gerekmektedir ve Carol Bill’i kurtarmak için fahişeliğe başlar. Bir süre sonra Bill’in erkek kardeşi Carol’un fahişelik yaptığını görür ve abisine söyler. Oysa Bill ve Carol evlenmiştir. Carol da sokaklarda erkek ararken bir polis onu yakalar ve eğer fahişeliğe devam ederse onu hapse atacağını söyleyerek tehdit eder ve sonra da kadına bir iş bulur. Bill ise Carol’un kendi (Bill’in) hastalığı nedeniyle fahişelik yaptığını anlar ve onu affeder.

Dönemin diğer filmlerinin aksine Faithless’da kadın kahraman daha filmin girişinde her şeyini kaybeder. Önce zenginliği, sonra da iffeti yok olur. Filmin finali ise (özellikle Carol’un polisin uzattığı haçı öptüğü sahneyle) yeniden bir toparlanmaya işaret eder. Ancak kadının yeniden sokaklara dönmesini engelleyecek olan tek aksiyon Bill’in onu affetmesidir. Her ne kadar başlangıçtaki görkemli zenginlikten uzak da olsa filmin finali kadını affederek –onun- cezasını sona erdiren erkek karakter ile kadın kahramanı evlendirir ve uzun zaman önce kaybettiği mutluluk kadına yeniden bahşedilir. Bununla birlikte filmin adının Türkçe karşılığı

79

olan ‘Sadakatsiz’ kesinlikle Carol’un bir niteliği değildir. Film bu anlamda dönem izleyicisinin beklentileriyle de oynayarak filme –ismine müdahale ederek-‘ahlaksız’ bir çekicilik kazandırmıştır.

Çok benzer bir tema Marlene Dietrich’in başrolünü aldığı Blonde Venus filminde de kullanılır. Helen ve Ned mutlu bir çifttir ve bir erkek çocukları vardır. Ancak Ned işi nedeniyle radyum zehirlenmesine maruz kalır ve tedavisi için paraya ihtiyaç duyar. Eski bir gösteri sanatçısı olan Helen sahnelere geri döner ve Townsend adındaki genç zenginden para alarak kocasını Avrupa’ya tedaviye gönderir. Bu sırada Helen Townsend’in metresi olur. Townsend ise Helen’e aşık olmuştur. Ned sağlığına kavuşarak beklenenden erken döner ve bu ilişkiyi fark eder. Çocuğunu Helen’den almak istemektedir. Bunu bilen Helen kaçar. Ne Ned ne de Townsend ile bir bağlantısı kalmamıştır. Ama sonunda Ned onları bulur, çocuğunu annesinden alır, Helen’in ona tedavisi için verdiği parayı kadına iade eder ve gider. Tek başına kalan Helen Paris’te, beş ay içinde, erkeklerden yararlanarak ünlü bir dansçı haline gelir. Paris’e gelen Townsend onu görür ve nişanlanırlar. Amerika’ya geri dönerler. Townsend Helen’i Ned’in evine götürür ve zorla çocukla annesini bir araya getirir. O gecenin sonunda çocuğun da zorlamasıyla eski karı koca tekrar bir araya gelir ve Ned Helen’i affederek, onun yerinin ev olduğunu söyler ve mutlu sona ulaşırlar.

Blonde Venus filminde de kadının cezası ancak erkeğin onu affetmesiyle sona

ermektedir. Ayrıca bu filmde de kadının işlediği temel günah (Townsend’le birlikte olması) yine kocasını hastalıktan (ölümden) kurtarmak üzere girişilmiş çaresizce bir çırpınıştır. Ancak Hollywood, Yapım Yönetmeliğine bağlı kalarak, bu günahı bile cezasız bırakmamış ve erkek kadını affedene kadar Helen’i cezalandırmaya devam etmiştir. Düşmüş kadın filmleri içinde öyküye bir evlat dahil ederek diğerlerinden farklılaşan Blonde Venus aynı zamanda tam bir ‘sahiplenilmiş kadın / metres’ (kept women) filmidir. Bu özelliği ile de belki düşmüş kadın filmi olarak değil, metres filmi olarak sınıflandırılması gerekmektedir.

Greta Garbo’nun kadın kahraman, Clark Gable’ın ise erkek kahraman olduğu

Susan Lenox: Her Fall and Rise (‘Susan Lenox: Düşüşü ve Yükselişi’) filmi daha

doğum sırasında annesiz kalan Helga’nın (Daha sonra Susan Lenox adını alacaktır) baba tacizinden ve baskısından kaçarak, fırtınalı bir gece ormanda Rodney’e

80

sığınmasıyla –çok erken bir- mutlu sona ulaşır. Rodney bir mimardır ve birkaç günlüğüne başka şehre gitmesi gerekmektedir; döndüğünde beraberinde bir evlilik yüzüğü getirecektir. Ancak Rodney Helga’nın yanından ayrılır ayrılmaz Helga’nın babası ve bir zamanlar müstakbel kocası olan Jeb oraya gelir. Helga yine kaçmak zorunda kalır ve kendini bir trene atar. Trende bir sirk kafilesi vardır. Helga onlarla birlikte şehirden şehre seyahat etmektedir ancak babası ve Jeb hâlâ peşindedir. Helga’yı onlara vermeyen sirk sahibi bunun karşılığında Helga’ya sahip olur. Rodney ise Helga’yı yarı çıplak halde kuliste bulur. Tekrar kavuşan çiftin mutlulukları uzun sürmez çünkü Rodney Helga’nın sirk sahibi ile yattığını ve onun metresi olduğunu anlar. Helga yeniden terk edilir. Bunun üzerine Helga hırslanır ve erkekleri kullanmaya karar verir. Devamlı başka erkeklerle birlikte olarak en sonunda yaşlı bir politikacının metresi olur ve adamın çatı katı dairesinde yaşamaya başlar. Rodney’in kendisine yaptığı iyiliklerin karşılığını ödemek için ona çalışabileceği bir iş sağlar. Bu sırada da Rodney aşkının acısından perişan olmuş ve yaptığı hatalar nedeniyle ciddi kazalara yol açmıştır. Çatı katında, kalabalık bir parti sırasında bir araya gelen Susan (artık Helga ismini kullanmamaktadır) ve Rodney herkesin önünde tekrar tartışırlar. Rodney şehri terk eder, Helga’da kendisine aşık olan yaşlı politikacıdan ayrılır ve Panama’ya gider. Orada ‘Paradise Cafe’ adında bir pavyonda dansçılık yapmaya başlar ancak erkeklerin kendisine asılmasına ya da sarkıntılık etmesine izin vermez. Ona fena halde aşık olan zengin bir Amerikalı milyonerin evlenme teklifini bile, Rodney’e duyduğu aşk nedeniyle, reddeder. Bir süre sonra Rodney’in yolu bu pavyona düşer. Rodney de gemilerde çalışarak sefil bir hayat sürmektedir ve perişan haldedir. İkili görüştüklerinde Rodney Susan’ı yine aşağılar ama Susan ısrarla ona yaklaşmaya çalışmaktadır. Rodney kadını pavyonda bırakarak, sarhoş halde çıkar gider. Susan ise birkaç gün sonra Rodney’in gemisi kalkmadan önce, kaldığı izbe otele gider ve ona olan duygularını ve onun için her şeyi göze aldığını, sadece onunla evleneceğini ve şimdiye kadar sadece onu sevdiğini söyler. Rodney Susan’ı affeder ve böylece kadının çilesi dolmuş olur.

Filmin isminden de anlaşılacağı gibi Susan’ın düşüşü ve yükselişini belirleyen faktörler babası ve Rodney olmuştur. Filmde kadın mecbur kaldığı kaçış ve Rodney’den koparılmamak adına vazgeçmek zorunda kaldığı iffeti nedeniyle cezalandırılmıştır. Onun cezasına son veren içinde bulunduğu durumu uzun süre

81

anlamayı reddeden ve aslında iyi niyetli olduğu çektiği aşk acısından belli olan (öyle temsil edilen demek daha doğru olacaktır) Rodney olmuştur. Susan Rodney’i eşi olma konusunda ikna ettiği anda artık tekrar Helga olmuştur. Ancak nedeni ne olursa olsun işlediği günahların bedelini de ödemek zorunda bırakılmıştır, bu durum Yapım

Yönetmeliği’ne uygundur.

Düşmüş kadın ya da metres filmleri ortak bir söylemin parçalarıdır. Bu söylemi Robert Sklar şöyle özetler: “Bu filmlerde çalışma hayatında kadının yerinin

ya sahne ya da yatak olduğu ima edilir”173. Her ne kadar Yapım Yönetmeliği’nin koşulları harfiyen yerine getirildiyse de (yaptırım gücünden yoksun bir yönetmeliğe rağmen nadiren görülen açık saçık göğüsler ya da uzun bacaklar göz ardı edilerek) ve söylem temelinde son derece tutucu ve açık bir cezalandırıcı tavra sahip olsalar da yüzeysel okumalarla filmleri değerlendiren baskı grupları bu filmleri lanetlemiştir. Büyük Buhran’ın yıkıcı etkisi altında işsiz ve çaresiz kalan kadınlar arasında bir zengin olma yöntemi olarak görüleceği korkusuyla eleştirilen bu filmler, yukarıda da belirtildiği gibi, açık biçimde cezalandırma temeline otursa da baskı gruplarını ve tutucu kesimleri tatmin etmemiştir. Bu kesimlerin argümanları adı geçen bu filmlerin hiç birinde geçerli değildir.

Ancak 1932 yılı yapımı Red Headed Woman bir istisna sayılabilir. Bu filmde Jean Harlow’un canlandırdığı Lillian karakteri iş hayatında yükselmek ve zengin olmak için cinselliğini kullanır. Büyük bir şirkette işe başlamak için önce iş bulma memurunu baştan çıkarır. İşi aldığında yükselmek için şefiyle kırıştırır. Büyük patronun damadı olan William’ı önce eşinden ayrılmaya zorlar, sonra onunla evlenir, sonra William’ın daha zengin olan kayınpederi ile birlikte olur. Ardından daha da zengin olan ve kayınpederinin bir arkadaşı olan New York’lu yaşlı bir zengin adamla birlikte olur ve en tepeye yükselmeyi başarır. William sonunda Lillian’dan ayrılarak yeniden eski eşine döndüğünde mutluluğu yakalar ve tekrar evlenir. Balayı için gittikleri Paris’te William Lillian’ı uzaktan görür. Lillian’ın yanında şimdiye kadar birlikte olduğu erkeklerden çok daha yaşlı bir zengin vardır ve kadın bu yaşlı adamın kendisine hediye ettiği atın kazandığı kupayı gururla, gazeteciler önünde, havaya

82

kaldırmakta ve son model bir arabada yaşlı sevgilisi ile mutluluk tablosu çizmektedir. William gülümseyerek oradan uzaklaşır.

Düşmüş kadın ve metres filmlerinden farklı olan ve ‘erkek avcısı filmleri’ olarak sınıflandırılabilecek bu tarz filmler de aynı dönemde izleyici ile buluşmuştur. Ancak Red Headed Woman tüm bu filmler arasında bir istisnadır, hem çıplaklığa verdiği prim ile (daha filmin başında Harlow’un sol göğsü görünmektedir) hem tüm film boyunca durmaksızın devam eden sorgusuz ve kritersiz cinsel ilişki iması hem de sosyal ve ekonomik olarak yükselmek için kadının cinselliği kullanmasının cezalandırılmaması bağlamında tüm diğer örneklerden farklıdır. Bu nitelikleri Red

Headed Woman’ı Yapım Yönetmeliği’nin tam karşısına oturtur; filmde ele alınan her

konu ve bu konuların işlenme tarzı bir bütün olarak yönetmelikle çelişmektedir. Yine ‘erkek avcısı filmleri’nden biri olarak anılan Baby Face (1933) benzer bir konuyu, dokunaklı finali ile ele alır. Barbara Stanwyk’in canlandırdığı Lily karakteri kendisini başka erkeklere satmaya çalışan babasıyla yaşadığı sefil hayattan, babasının ölümüyle kaçıp kurtulmaya çalışmaktadır. Bunun için çekiciliğini ve cinselliğini kullanmaktan çekinmeyen Lily zamanla zengin bir kadın haline gelir. Ancak evlendiği ve onu çok seven zengin adam tüm varlığını kaybedince bir bavul dolusu mücevherle adamdan kaçar ve bir gemiye binerek uzaklara gitmeyi dener. Yanındaki mücevherler kocasını içine düştüğü çıkmazdan kurtaracak kadar değerlidir. Gemi demir almak üzereyken bavulu ile birlikte gemiden iner ve kocasının yanına koşar. Kocası rahatsızlanmıştır ve kötü durumdadır. Bir ambulans çağırır ve birlikte hastaneye giderlerken Lily’nin yanındaki bavul yere düşer ve içindeki mücevherler ambulansın içine dağılır. Ancak Lily onlarla ilgilenmez ve kocasına sarılarak paranın değil, gerçek aşkın daha önemli olduğunu izleyiciye gösterir.

Lily’nin yükselişi kuşkusuz bir erkek avlama pratiği ile sunulurken, filmin finali Lily’i hem –Yapım Yönetmeliği’nce belirlenen- doğru yola sevketmiş hem de tüm günahlarının kefareti olarak fakir bir kadın haline getirmiştir. Red Headed

Woman filminden farklı olarak bu film, tıpkı düşmüş kadın ve metres filmleri gibi

83

Bu bölüm içinde bahsedilen altı film içinde sadece Red Headed Woman

Yapım Yönetmeliği’nin sınırları dışına çıkmayı başarmıştır. Diğer beş film izleyicinin

bir günahkârın günahıyla birlikte mutlu olmasına izin vermemiş, karakterlerin içinde bulundukları durum ne kadar çaresiz olursa olsun iffetin kirlenmesini cezasız bırakmamış ve kadının bir birey olarak kurtuluşunun önüne geçerek onu erkeğin merhametine bırakmıştır.

Bu filmlerde kullanılan çıplaklık hiçbir zaman Tarzan and His Mate filminin su altı sahnelerindeki cüretkarlığa ulaşmamış olsa da, kadın vücuduna yapılan vurgu yönetmeliğin sınırlarını aşmaktadır. Ancak bu yapımlara getirilen temel eleştiri çıplaklık nedeniyle değil kadın karakterin cinselliği kullanma yöntemi üzerinden yapılmıştır. Bu döngüyü kırabilecek kadar cesaretli olan ise Mae West olmuştur. Sansasyonel bir tiyatro oyuncusu ve oyun yazarı olan West 1932 yılında sinema sektörüne adım atmış, Yönetmelik-Öncesi döneminde tüm Hollywood’u ve ABD’nin tüm tutucu kesimlerini derinden sarsmış ve 1937 yılından sonra -1980 yılındaki ölümüne kadar- sadece beş filmde rol almıştır.

Mae West’in filmlerinde kadının bir av olmadığı görülür. Erkeklerin onu kullanmasına izin vererek yükselme peşinde değildir çünkü West’in yazdığı ve canlandırdığı karakterler edilgen değildir. Yukarıda adı geçen filmlerin büyük çoğunluğunda görülen erkeğe bağlılık ile kadının mutluluğu yakalaması ve kurtuluşu West filmlerinde görülmez. O, bir kadının kendi saflığını ispat etmek için erkeğe teslim olması gerektiğini dikte eden genel Hollywood –ve Yapım Yönetmeliği- yargısını kırar. Görkemli vücudu ile –hiç konuşmasa bile- sansür kurullarını rahatsız edeceğini bilmektedir ancak yazdığı kıvrak, aşırı imalı ve telaffuz edilirken özel olarak tonlanan kelimeler, diyaloglar bunun çok daha ötesine geçmektedir. Bu nedenle Mae West Yönetmelik-Öncesi döneminin en özgürlükçü kadın oyuncusu ve senaryo yazarıdır. Filmlerinde cinselliği kullanım tarzı da aynı özgürlükçü ruhu taşımaktadır. Tüm bu nedenlerle Mae West sansür kurullarının en nefret ettiği Hollywood şahsiyeti olmuş ve yukarıda belirtildiği gibi 1937 yılından sonra sektörden el çektirilmiştir. West, hem senaryosunu yazdığı hem de başrolünü

84

oynadığı filminin adıyla –ve son derece yerinde olarak- tanımlanabilir: I’m No Angel (1933) (Ben Melek Değilim).

1.5.1.3 Sahtekar Devlet Adamı, Avukat ve Gazeteci