• Sonuç bulunamadı

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.3 DOĞAYI HUKUKĠ OLARAK KORUMA: EKOLOJĠK ANAYASAYA DOĞRU

Anayasa; toplumdaki uzlaĢmanın özünü oluĢturan; devletin kuruluĢ felsefesi ile temel organlarını, kiĢilerin temel hak ve özgürlükleri ile ekonomik ve sosyal hak ve ödevleri belirleyen ana ilkeleri düzenleyen ve hükme bağlayan temel üst normlar bütünüdür. Anayasalar, yüzyıllardır temelde insanın insanla çatıĢmasını önlemek için yapılmaktadır. Peki insanın doğayla çatıĢması anayasalara konu olabilir mi? Ġnsanın yegane hukuk öznesi olduğu bir hukuk sisteminin ötesine geçilip doğanın da bir hak öznesi olarak anayasalarda yer alması sağlanabilir mi? (Baykan, 2012).

Bu ve benzeri sorunlar ileri sürülen bir hak öznesi olarak “çevre”nin tanımlanması ya da yaptırımlar boyutuyla “çevre hukuku” kavramının literatüre girmesine kadar ilerletilmiĢtir. Laskowski (2010)‟ye göre “çevre hukuku çoğunlukla, Avrupa Birliği yasama organlarının düzenlemelerini ulusal hukuka aktarmaktadır” (Akt. GüneĢ, 2010: 204).

Baykan (2012)‟a göre ise, bu tartıĢmada önemli nokta “doğanın haklarını nasıl kullanacağı”dır. Herhangi bir doğa tahribatı tehdidinde veya sonucunda doğanın haklarını koruyacak olan yine insandır fakat burada emanetçi ve vekil özneler tayin edilebilir.

Doğanın haklarını kimin koruyacağı sorusuna bir cevap olarak Laskowski (2010) Çevre Hukukunun demokratikleĢmesi hakkında Ģunları dile getirmektedir;

Uluslararası düzeydeki çevresel yasamaya iliĢkin demokratik açıklar daha belirgin bir niteliğe sahiptir. Zira yasama sürecine katılacak bir “dünya parlamentosu” mevcut değildir. Aynı Ģekilde ulusal parlamentolarda ve Avrupa Parlamentosu‟nda bulunan “çıkar grupları uluslararası düzeyde

14

mevcut değildir. Uluslararası antlaĢmalar, sadece imzacı devletlerin temsilcileri tarafından müzakere edilmektedir. Bu temsilcilerin genel ve adil seçimler sonucunda seçilmeleri durumunda ise, ancak dolaylı bir demokratik meĢruiyetten söz etmek mümkün olacaktır. Suudi Arabistan Krallığı veya Çin Halk Cumhuriyeti gibi uluslararası devletler topluluğunun ekonomik açıdan güçlü ancak çevrenin korunması ve insan hakları konusunda ilgisiz üyeleri bakımından, bu tür bir demokratik meĢruiyetten söz etmek mümkün görünmemektedir (Aktaran, GüneĢ, 2010: 204-205).

Küresel karaktere sahip, iklim değiĢikliği, sınır aĢan su ve hava kirliliği, kimyasal kazalar, tehlikeli atıkların taĢınımı gibi çevre sorunlarının yarattığı endiĢe insanlığın dikkatini ozon tabakasının, okyanusların korunması ve hava kirliliği, iklim değiĢikliği gibi konuları içeren „uluslararası çevre anlaĢmalarına‟ çekmiĢtir (Baykal H. ve Baykal T., 2008: 4).

Laskowski (2010)‟ye göre, çevre hukuku halk iktidarının olumlu bir türü olan güçlü bir demokratik güvenceye ihtiyaç duymaktadır. DemokratikleĢme kavramsal açıdan toplumsal katılım, iĢbirliği ve hür iradi özerklik ile denetlenmesini esas alan yapıların ikame edilmesine yönelik tüm faaliyetlerin kapsamıdır. Modern demokrasi teorileri göz önünde bulundurulduğunda “katılımcı halk iktidarı”; mümkün olduğunca çok kiĢinin siyasal katkısını olabildiğince çok alanda en üst düzeye ulaĢtırmayı, kamusal iradeyi ve sivil toplumun oluĢmasını amaçlar. EĢit katılım haklarının bağlı olduğu kaynakların ve çevresel kaynakların adaletsiz paylaĢımının doğurduğu sorunlar önemli bir yer tuttuğunu belirtmektedir. Bir “demokratikleĢme ihtiyacı” olarak, iklim değiĢikliği sonucunda ortaya çıkan BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve SözleĢmesi‟ni değerlendiren Laskowski (2010) çevresel konularda artık harekete geçmek gerektiğini vurgulamaktadır.

Hayatımıza ilk kez tasarruflu ampullerle giren “çevre dostu” tabiri, çamaĢır-bulaĢık makinelerinden, buz dolaplarına, elektrikli bisikletten otomobile, enerji tasarruflu evlerden direkt olarak ekolojik evlere kadar geniĢleyen yelpazesi içinde “çevre dostu bir anayasa” fikrinin ülkemiz için gecikmiĢ olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Dolayısıyla, uluslararası arenada ciddi kamuoyu desteğini alan bir çok irade (örn. YeĢiller Partisi), partiler hatta ülkeler üstü bir konu olan evrendeki

15 hayatın sürdürülebilirliğinin muhafazası için anayasanın çevreci olması konusunda fikir birliğine varmıĢ bulunmaktalar.

Ülkemizde ise 60. Hükümet tarafından hazırlanma sürecine girilen „Yeni Anayasa‟nın herkesin anayasası olması için teknolojinin de imkânlarından faydalanarak halkın katılımını talep ettiğini dile getiren Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) BaĢkanı Cemil ÇĠÇEK (2011), hazırlanan Web sitesi aracığıyla farklı grupların anayasa hakkında görüĢlerini almayı sürdürmektedir.

Yeni Anayasa‟nın doğanın haklarına ve ekolojik ilkelere vurgu yapan sivil ve demokratik bir Anayasa olması için, Ekolojik Anayasa GiriĢimi çağırıcıları tarafından 15 Mayıs 2011 tarihinde düzenlenen Ekolojik Anayasa Konferansı sonucunda yenianayasa.tbmm.gov.tr adresinden paylaĢılan önerilerin web sitesinden eriĢilebilmektedir. Yeryüzü‟nün / Doğa‟nın haklarını tanımlayan, tanıyan ve güvence altına alan bir anayasa için çalıĢan topluluk, dünyamızın iklim değiĢikliği, çevre kirliliği ve Doğa‟nın önlenemeyen tahribi sonucu içinde bulunduğu ağır ekolojik krizin etkisiyle mücadele için; mevcut durum karıĢında alınabilecek önlemleri, Doğa‟yla uyumlu bir varoluĢun nasıl sağlanabileceğini, yeryüzünün sadece bugün değil, gelecek kuĢaklar için de; bütünlük ve süreklilik ilkeleriyle var olma hakkının korunması gerektiğini Ekolojik Anayasa Konferansı ile dile getirmektedir. “Doğayı Bir Hak Öznesi Olarak Tanımlamak!” temel prensibini benimseyen topluluğun mutabakat sağladığı görüĢler arasından önemli olduğu düĢünülen birkaç örneğe aĢağıda yer verilmiĢtir;

Yeni Anayasa insan merkezli (antroposentrik) değil, ekoloji merkezli, bütünleĢik bir hak anlayıĢını tercih eden, Ekolojik bir Anayasa olmalı.

Türleri açısından ve içinde var oldukları sistemlerdeki rolleri bakımından özgün olan tüm canlı-cansız varlıkların da hakları olduğu yeni Anayasada belirtilmelidir.

Ġnsan dâhil, tabiatın parçası olan her varlığın hakları, canlı / cansız öteki varlıkların (ekosistemler, eko-bölgeler, biyo-bölgeler) haklarıyla sınırlıdır; bu varlıkların hakları arasındaki çeliĢkiler Doğa‟nın bütünlüğü, dengesi ve sağlığı temelinde çözülmelidir.

Doğanın, yaĢamsal döngülerini ve süreçlerini insan tarafından bozulmadan devam ettirme ve biyolojik kapasitesini yeniden

16

oluĢturma; bütünlüğünü, iliĢkide olduğu diğer varlıklarla birlikte sürdürme hakkı vardır.

VatandaĢlık, doğaya zarar vermemek ve gelecek kuĢaklar adına onun emanetçisi olmak anlayıĢına uygun olarak, ekolojik sorumluluk çerçevesinde tanımlanmalıdır.

Doğayla etkileĢim içinde olan her türlü faaliyet hem bugünkü hem de gelecek kuĢaklar düĢünülerek ve yaĢamın devamlılığı anlayıĢıyla yürütülmelidir.

Anayasada insan, çıkarları ve geleceği Doğa‟dan ayrı ve bağımsız bir varlıkmıĢ gibi tanımlanmamalı; anayasa insanı içinde var olduğu bütünün, tabiatın bir parçası olarak görmeli. Ġnsana saygı, çevreyi metalaĢtırma hakkını vermez.

BütünleĢik ekoloji anlayıĢı gereği, Doğa emanetçiliği ulusal sınırlarla belirlenemez ve yeryüzünün tamamına karĢı yükümlülükleri kapsar. Doğa‟nın hakları çerçevesinde, çevre

sorunlarının ve bozulmasının ulusal sınırlarla

sınırlandırılamayacağı, küresel bir anlayıĢın zorunlu olduğu kabul edilmelidir.

Anayasada, devletin, özel sektörün, her türlü sosyal kurumun, sivil toplum örgütlerinin, bilim insanlarının, bireylerin Doğa‟nın haklarının korunmasıyla ilgili hak ve sorumlulukları net ve açık bir Ģekilde tanımlanmalıdır (Baykan, 2012).

Bu günlerde ise ekoloji temelli anayasanın insanları, baĢka bir ifadeyle bu anayasaya aracılığıyla doğayı savunacak, yeni bir tür vatandaĢlık anlayıĢı tartıĢılmaktadır.

1.4 EKOLOJĠK POLĠTĠKANIN TEMEL DAYANAĞI: