• Sonuç bulunamadı

Y. Ö.K DOKÜMANTASYON MERKEZİ TEZ VERİ FORMU

2.9. Türkiye’de Muhafazakarlık ve Liberalizm İlişkisi

3.1.2. Dinsel Kimliğin Yükselişi

Türkiye’de 1980 sonrasında siyasal ve toplumsal analizlerin yapılmasında dinsel boyut hayli önem kazanmıştır. İslamcılığın tüm dünyada gerçekleştirdiği ivme, Türkiye’de de bir çok sebepten dolayı cari olmuştur. İslamcılığın yükselişi muhafazakar değerlerin dinsel motivasyon dahilinde toplumda daha geçerli kılınmasını sağlamıştır.

Tepeden yönlendirilen dinsel açılım, geleneksel değerlerle eklemlenmiş geniş toplumsal kesimde gereken desteği fazlasıyla bulmuştur. Cami sayısı 1984’te

272

Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi(1950-1995), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1996, s. 331-336.

273

54667 iken 1988’de 62947’ye, 1980 darbesinden önce 2610 kuran kursu varken 1989’da bu sayı 4715’e, kurslara katılan öğrencilerin sayısı 68488’den 155403’e, hacca gidenlerin sayısı ise 1979’da 10805’ten 1988’de 92006’ye ulaşmıştır.274 Söz konusu rakamlar sınırlı da olsa İslami uyanışın göstergeleri olurken, İslami uyanış biri ideolojik diğeri de muhafazakar değerlerin bir bileşeni olarak varlığını hissettirmiştir.

Toplumun politik süreçten uzak tutulmasını sağlamak için din güçlü bir araç olarak ortaya çıkmıştır. 1980 sonrası süreçte dini değerlerin kullanımındaki artış ise Kemalizm’in kırmızı çizgileri zorlanarak dengeye oturtulmaya çalışılmıştır; “1980’lerin askeri rejimi, ulusun birlik ve bütünlük içinde sürmesi ve ideolojik olmayan uzlaşımsal bir toplumun yaratılmasında dinin önemini merkezileştirmiştir. İslam ile uzlaşma yoluyla, onu Türklüğün asli bir parçası olarak tasarlayarak, askeri rejim dini, laik, akılcı ve modern olan Kemalist toplum tarifine eklemlemeye çabalamıştır... 12 Eylül askeri rejiminin, apolitik özne ihtiyacı, siyasetle bağı zayıflamış hatta kopartılmış insanlara, siyaset yerine kültür nosyonu çerçevesinde özdeşleşmeler sunmuştur.”275

Ruşen Çakır, 12 Eylül 1980 darbesinin bir milat olarak kabul edilip, İslamcı düşüncenin yükselişinin gerekçesi şeklinde gösterilmesine karşı çıkıp İslamcı hareketin çok daha önceden başladığını vurgulamaktadır.276 İslamcı yükselişi bir süreklilik dahilinde ele almayı tercih eden Çakır, 12 Eylül generallerinin anarşiye karşı dini ön plana çıkarmalarına ve ANAP’ın bu politikayı sürdürmesine bu süreklilik anlayışında yaklaşmaktadır.

Türkiye’de dinin geniş nüfuz alanı, muhafazakarlığın toplumsal tabanını daha güçlü hale getirmektedir. Bu muhafazakar kitlenin içerisinde modernizm arayışları ekseninde kimlik krizi yaşayanların ruh hali, dinin oynadığı büyük rolü gösterme açısından önemlidir. Çakır’ın belirttiği gibi; “Modernist öğelerle

274

Ahmad, a.g.e., s. 278-279. 275

Çiler Dursun, “Türk İslam Sentezi İdeolojisi ve Öznesi”, Doğu Batı, Yıl: 7, Sayı: 25, Kasım Aralık Ocak 2003-04, s. 78.

276

gelenekleri birlikte yürütmeye çalışanlar hep iki arada bir derede olmanın sıkıntısını yaşadılar. Ezan okunduğu sırada televizyonu kapatanlar, teravih ile sahur arasını kahvede okey, çanak, ellibir oynayarak geçirenler, İslam sosyetesi, bilgisayarlarla Allah’ın varlığını kanıtlamaya çalışanlar, ölene kadar akrabalarından dinsiz olduklarını saklayıp dini törenle gömülenler hep bu kesimden çıktı.”277

Sağ partilerin hegemonyasının arka planında yatan ve muhafazakar değerlerin sürekliliğini sağlayan en önemli etmen bu dinsel reflekslerdir. Türk toplumunun büyük bölümü yeniliklere sürekli olarak kapısını açarken, geleneksel değerlerini aynı hızla söküp atmıyor. Yeniliklere bu kadar açık, geleneklerine bu denli bağlı toplum aşırı İslamcı akımlara belirli bir noktadan sonra gereğinden fazla prim vermeyerek muhafazakar çizgiye daha yakın durmaktadır.

Türkiye’de muhafazakar tabanın genişlemesinde, aynı paralelde ilerleyen dini grup ve siyasal aktörlerin rolü kadar, karşıtlık ilişkisi içerisinde bulunan dinsel grupların da çok ciddi bir katkısı söz konusudur. Bu katkı örneğin, yapıları ve stratejileri gereği yer yer nefretlik derecesinde tezahür eden yapılarıyla cemaatler ve radikal İslamcı unsurlar açısından ele alındığında sosyal etkileşim mekanizmalarının harekete geçmesi çerçevesinde anlam kazanabilmektedir. Örneğin bir cemaat mensubu da , radikal İslamcı da namaz kılmakta, oruç tutmakta, bayanlar bazen farklı şekillerde de olsa kapalı giyinmektedir. Farklı kanattaki bu kişiler, toplumsal ilişkiler ağında üçüncü bir insan açısından dini bir evreni simgelemekte ve çekim noktası olabilmektedir. Bu anlamda, 1980 sonrasında ortaya çıkan İslamcı dalganın yarattığı sinerji sayesinde muhafazakar tabanın genişlediği ve daha canlı tutulduğu hatırda tutulmalıdır.

Türkiye’de vakit namazlarını kılanlar ile Cuma ve bayram namazlarını kılanlar ve oruç tutanlar arasında ciddi sayısal fark bulunmaktadır;

“12-20 yaş grubu erkeklerin sadece % 4.5’i öğle namazına gidiyor. Bu rakam 21-30 yaş arasında % 5.4’e çıkıyor. Vakit namazlarına en çok giden yaş grubu 51-60 arası. Bu grubun %20.3’ü öğle namazlarını gidiyor. 61 yaş üstünde ise bu oran % 17.8’e düşüyor. Yatsı namazlarında bu rakamlar daha da düşük. Ama konu Cuma namazına gelince oranlar birden yükseliyor. Mesela 12-20 yaş grubunun % 20.8’i Cuma namazına gidiyor. Buna karşılık 51-60 yaş arasındaki erkeklerin % 75.3’ü Cuma namazına gittiğini söylüyor. İnsanlar en çok 50-60 yaş arasında dindar oluyor. Oruç tutan

277

Türklerin oranı % 75 ile 80 arasında değişiyor. Bu sonuçlara göre Türkler oruç ve bayram dindarı.278

Yukarıdaki araştırma sonuçları Türkiye’deki seçmen profilinin dindarlıktan ziyade muhafazakarlığa yakın duruşunu açıklayabilecek bir veri oluşturmaktadır.

Muhafazakarlık ve din bahsinde en önemli tartışma konularından birisi de örtünme meselesidir. Örtünme meselesi İslamcı kesim ile muhafazakar kesim arasında ince bir çizgiye işaret eder; “Türbanlı kız öğrencilerin üniversitelere

girmeleri yasaklandıktan sonra örtünme meselesi İslamcı hareketin

radikalleşmesinde belirleyici bir güç haline gelerek örtünen öğrencilerin seferber olmalarına, örgütlü oturma eylemlerine ve gösteri yürüyüşlerine katılmalarına yol açtı.”279 Muhafazakar kesim genellikle başörtüsü ile üniversiteye gidilebilmesi taraftarı olmakla birlikte, bu konunun siyasal alanı gerecek düzeyde ele alınmasına karşıdır.

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında Türk İslam Sentezi ile eklemlenen yönetim anlayışı sonrasında dinsel alana yapılan vurgu ile dinsel özgürlüğün sınırları arasında bir denge kurulmaya çalışıldığı söylenebilir. Türban konusu bu çerçevede anlamlıdır;

“1980’de askeri rejim kadın devlet memurları için örtünmeyi yasaklayan düzenlemeler getirmiş, 1981’de, Milli Eğitim Bakanlığı ortaöğretim okullarındaki öğrenci ve öğretmenler için aynı yasağı uygulamaya koymuştur. Kamu görevlileri ve orta öğretim öğrencileri için getirilen kılık kıyafet yönetmelikleri ve 1982’de YÖK’ün de üniversitelerde öğrencilerin derslere başörtüsü ile giremeyeceği yönünde aldığı karar, konunun siyasal anlam taşımasında son adım oldu. O günden sonra da uygulama esneklik ve sıkı kontrol arasında sürekli gidip gelmiş, ancak 28 Şubat süreci olarak adlandırılan dönemin başlangıcından itibaren türban yasağı artık tartışılması bile sakıncalı bir tabu haline getirilmiştir.280

278

Ertuğrul Özkök, “Tek 28 Şubatçı Bendim Ama”, Hürriyet, 02.11.2005. 279

Nilüfer Göle, Modern Mahrem, Metis Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 2001, s. 12-13. 280

Funda Gençoğlu Odabaşı, “Geleneksel ve Modern: Sınırlar ve Geçirgenlikler Üzerine”, Doğu Batı, Yıl: 7, Sayı: 25, Kasım, Aralık, Ocak 2003-2004, s. 93-94.