• Sonuç bulunamadı

Dini Yaşantının Bir Veçhesi Olarak Tasavvuf

Tasavvuf, her sûfînin kendine göre tanımladığı bir hâldir. Ebu’l-Alâ Afîfî, her sûfînin onu tanımlarken esasında, kendi içerisine girdiği hâli tanımladığını söylemektedir. Dolayısıyla üzerine ittifak edilmiş bir tasavvuf tanımı yoktur. Bununla beraber belli tariflerden yol çıkarak, bu tarifleri iki başlık altında toparlamak mümkündür. Birincisi tasavvufu “rûhî bir tecrübe” olmasını vurgularken, ikincisi “Allah’a ulaştıran bir yol” olması üzerinde durur.496

493 A.e., s.251-252.

494 Zarifoğlu, “Serçekuş”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.39. 495 Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.68.

496

104

Sûfîler bütün devirlerde “rûhî tecrübelerin anlatılamayacağı” konusunda birleşmiş, “dilin bu bilgiyi ifade etmekte yetersiz kalacağını” söylemişlerdir.497

Cahit Zarifoğlu Yaşamak’ta tasavvufun bu yönüne, anlatılamaması mevzusuna, değinmiştir. Bir zaman tasavvufî yaşantının anlatılması gerektiği için dile ihtiyaç olduğunu fakat birçok eserde “anlatmakla olmaz” cümlesine tesadüf edildiğini dile getirir.498

Müslümanlar için tasavvuf, “gerçek dinî ve rûhî hayatın bir tezahürüdür”. “Çünkü o, İslâmî mâneviyatın en özel görünümlerini üzerine yansıdığı bir aynadır.”499

Tasavvuf sûfînin sadece gereklerini ifa ettiği bir hayat tarzı değildir. Aynı zamanda “sûfînin önce Rabbine, sonra kendisine, en son olarak da bütün âlem ve içindekilere karşı pozisyonunu belirleyen” özel bir bakış açısıdır.500

Ebu’l-Alâ Afîfî, sûfîlerin dünyaya karşı tavırlarının, “zühd” diye isimlendirdikleri genel kavramla sembolleştiğini söyler. İslâm özü itibariyle sosyal bir dindir ve İslâmî anlamdaki zühd; “insanları dünyayı bütünüyle terke ve ondan kaçmaya değil, zâhidliğe ve dünyayı küçümsemeye” çağırmıştır. “Muayyen ölçülerde Allah’a kulluğa çağırırken, her şeyi bırakarak ibadete yönelmeyi istemez.” Dünya hayatından makul bir şekilde rızık alınmasını ister.501

Cahit Zarifoğlu gerek babasının Nakşî dervişi ve annesinin Nakşî şeyhi Âbid Efendi’den ders alması vesilesiyle, aile içinde; gerekse daha sonraki yıllarda başka bir kapıda Nakşî müridi olmasından502

dolayı tasavvufla iç içe bir yaşam sürdürmüştür. Nesirlerindeki ettiği insanlardan kimilerinin sûfî kişilikte olması elbette tesadüf değildir.

Cahit Zarifoğlu çocuklar için hazırladığı Kuşların Dili adlı hikâyeyi, Nişaburlu mutasavvıf Ferîdüddîn Attâr’ın Mantıku’t-Tayr adlı eserini çocukların anlayacağı seviyeye getirmek suretiyle yazmıştır. Yazarın bu eseri kaleme almakla

497 A.e., s.36.

498 Zarifoğlu, Yaşamak, s.123. 499

Afîfî, Tasavvuf İslâm’da Manevî Hayat, s.95.

500 A.e., s.96. 501 A.e, s.97-98.

502 Rasim Özdenören, “Kuşbakışı”, Hece: Yedi Güzel Adamdan Biri: CAHİT ZARİFOĞLU, Yıl:

105

muradı, çocukluktan itibaren insanların sûfî yaşantı ile tanışması olabilir. Tasavvufun çeşitli mertebeleri bu kitapta ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.

Hikâyede padişahlarını arayan kuşlar bir araya gelirler. Herkesin bir padişahı var fakat bizim bir padişahımız yok diyen kuşlara Hüthüt onu tanıtır. Onun adının Simurg olduğunu söyler ve ekler “O bize yakındır ama biz ona uzağız.”503

Bu sözün kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.”504

Tasavvufun birinci kaynağı Kur’an ve sünnettir. Dolayısıyla tasavvufî eserlerde Kur’an’a ve sünnete atıflar görülmektedir.

Padişahlarının ismini öğrenen kuşlar, onu bulmak için yola revan olurlar.505

Gidecekleri yolda bazı vadilerden geçeceklerdir. Burada kuşlar beşerî nefisler, Simurg Hak; vadiler ise tasavvufî yolun makamlarıdır.

Yola koyulmadan evvel kendilerine bir kılavuz seçmeye karar veren kuşlar, kura ile seçtikleri Hüthüt’ü kılavuz olarak tanır ve bu yolda onun sözünden çıkmayacaklarına dair karar alırlar.506

Tasavvuf yolunda şeyh mürid ilişkisi önemlidir. Zira müridin şeyhe karşı ilk vazifesi, verdiği emirlere mutlak anlamda itaat etmesidir.507

Kuşlar daha önce de belirttiğimiz gibi belirli vadilerden geçerler. Bu vadiler İstek, Aşk, Bilgi Ve Marifet, İstiğna, Tevhid, Vahdet, Hayret ve Fakru Fena Vadisi olarak adlandırılmıştır. İstek Vadisi, dünyadan uzaklaşma ve bu yolda önüne çıkan engellerle savaşma vadisidir. İstek Vadisi’nin aşılmasıyla varılan aşk vadisi ise “Nefsin ilk sevgilisine kavuşma heyecanını yaşadığı yerdir.” Burada gerçek anlamda tasavvufî yaşam başlamıştır.508

Bir sonraki vadi ise Bilgi ve Marifet Vadisi’dir. Cahit Zarifoğlu bu vadide herkesin nasibine göre bir bilgiye sahip olduğuna, “kimisinin mihrabı kimisinin ise putu bulduğuna” işaret eder.509

Bilgi ve Marifet’in ardından

503 Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.22. 504 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Kaf 50/16. 505

Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.23.

506 A.e., s.35.

507 Afîfî, Tasavvuf İslâm’da Manevî Hayat, s.235. 508 A.e., s.125.

509

106

varılan İstiğna Vadisi ise “Hakk’ın celâlinin tecelli ettiği ve her şeyin silindiği ‘azâmet’ makamıdır.”510

Tevhid Vadisi’nde ise kesret ve çokluk yok olur. “Kesretin silinmesiyle birlikte ona bağlı olan zaman, mekân ve sonluluk kayıtları da ortadan kalkar.”511 Vahdet Vadisi hakkında bilgi vermeyen Cahit Zarifoğlu, bu vadinin ardından Hayret Vadisi geldiğini, burada işin gücün dert olduğunu söyler. En son vadi olan Fakru Fena Vadisi ise “her şeyi unutuşun, sağırlığın, dilsizliğin ta kendisi” olarak tarif edilir.512

Kuşlar bütün bu yolları aştıklarında Simurg’u görürler ve gördüklerinin esasında kendilerinden başkası olmadığını fark ederler. “Esasen sen simurgsun, simurg senden ibaret.”513 İnsan Allah’ı arayışında sonunda yine kendini bulacaktır. Fakat Kuşların Dili’nde söylendiği gibi onun güzelliğini görebilmek için önce canını ona ayna yapmak gereklidir.514

Tasavvuf yoluna girip, çetin bir yolculuğu göze alanların gayesi Allah’tır. “Küçük Şehzade” adlı hikâyede şeyh, etrafında toplanan müridleri için, onların kendisine değil İslâm’a geldiklerini ve amaçlarının Allah’a ulaşmak olduğunu belirtir.515

Tasavvufta ilâhî sevgi meselesi önemlidir. Bazı mutasavvıflar sevginin Allah ve kul arasında gerçekleşen karşılıklı bir olay olduğuna değinmiştir. Kul, Allah’a hasret duyarak yakınlaşmak istediği gibi, Allah da kuluna hasret duyar ve yakınlaşmasını ister.516

Bu anlamda sevginin yolunun hasretten geçtiğini söylemekte bir beis yoktur. Hasret ve sevgi Allah’a yakınlaşmayı sağlar. Kuşların Dili adlı hikâyede Hüthüt kendisi ile yola koyulmuş bir kuşa, “Aman yarabbi, sana uzağım, senin hasretinle canım yanıyor.”517

dediğinde O’nun kapısına söyleyerek tavsiyede bulunur.

510 Afîfî, Tasavvuf İslâm’da Manevî Hayat, s.125. 511 A.e.

512 Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.82-83. 513

A.e., s.92.

514 A.e., s.34.

515 Zarifoğlu, “Küçük Şehzade”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.292. 516 Afîfî, Tasavvuf İslâm’da Manevî Hayat, s.183.

517

107

Sûfî, Allah sevgisinden; dünyayı, onun lezzet ve mevkiini terk eder. Her şeyini hatta kendisi için en aziz nefsini bile Allah için feda eder. Kuşların Dili’nde Hak sevdasından gayrı ne varsa feda etmenin gerektiği vurgulanmıştır.518

Bunun içindir ki sûfî, onu yolundan etmek isteyenlere aldırmaz. Hüthüt’ün deyimiyle; onu bu yolda yaksalar bile o asla geriye dönmez.519

Yaşamak’ta aynı vaziyet “Çaba gösterip ıslanmak gerek/O suda ıslanmak ve yanmak gerek”520

mısralarıyla dile getirilmiştir.

“Zal Tepesine Doğru” isimli hikâyede bir grup arkadaş, bir dağa tırmanmayı kendilerine amaç edinmiştir. Burada dağdan kasıt aynı Simurg’daki gibi Allah’tır. Sad’ı rüyasında dağ çağırmıştır. Bahsi geçen dağ, haritada yoktur. Sad’ın rüyayı görmeden önce yolculuğa dair bir niyeti olmamakla beraber, dağın kendisini çağırmasıyla yollara düşmüştür.521

Rüyasında gördüğü dağ ve dağın kendisini çağırması, biraz da şehrin kargaşasının insanı O’ndan uzaklaştırmasından kaynaklanmaktadır. Dağa çıkmak bir anlamda ona yakınlaşmaktadır. Nitekim bu arkadaşlar ateşe hakiki bir çay koyup, şehri unutanlardan olmayı istemektedirler.522

Tasavvuf yolunda zorlukların aşılması, şeyhlerin müritlerinin manevî mertebeleri geçebilmelerinde yardımcı olmalarının gerekli görülmesi hasebiyle sohbet ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Tasavvufî sohbet sadece “talebelik ve tab’iyet” demek değildir. “Sohbet, şeyh tarafından irşad, titiz bir mürâKâbe, müridin muhasebesi, davranışlarını tashih, manevî hayatın sırlarını tâlim, analiz ve göstermeyi” de içinde barındırır. “Bunların yanında sohbet, sevecen, merhametli, kızma gereken durumlarda da affedici olmaktır.” Mürid tarafından bakıldığında, “itaat, muhabbet, teslimiyet ve şeyhin şahsiyetinde fâni olmaktır.”523

Cahit Zarifoğlu Yaşamak’ta Necip Fazıl Kısakürek’in sohbetinde bulunduğu zamanı anlatırken, “Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade

518 A.e., s.45. 519

A.e., s.32.

520 Zarifoğlu, Yaşamak, s.117.

521 Zarifoğlu, “Zal Tepesine Doğru”, Hikâyeler, s.98-99. 522 A.e., s.100.

523

108

ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.”524

diyerek sohbetin önemini vurgular. Fethi Gemuhluoğlu’nun vefatından sonra ise “Zamanımızda ve yaşadığımız düzen içerisinde, zaten havuzuna giremediğimiz dervişliğin, sohbete, birilerinin önünde diz çökmeye bağlı büyük medeniyetin büyük fırsatlarından biri daha gitti.”525 diyerek bundan duyduğu hüznü belirtir.

Tasavvuftaki sohbet kavramının tarafları şeyh ve müritleridir. Müritlerin şeyhin önünde diz çökerek onun anlattıklarından kendi paylarına düştüğü kadarıyla nasiplenirler. Bunun başlangıcı müritlerin şeyhe bağlanması ve onun söylediklerini soru sormaksızın yerine getirmesidir. “Zal Tepesine Doğru” adlı hikâyede Sad’ın bu görevi ifa ettiğini görmek mümkün dâhilindedir. Diğerlerine yolu, yolun nereye gittiğini anlatmıştır. Onlar da birlikte yola çıkmaya karar vermişlerdir fakat Sad’a dâhil olmamışlardır. Dağı kendilerine istemektedirler; ama bunun ne derece zorlu bir dağ olduğunu bilmezler. Sad onları söylediklerine inanmaları ve teslim olmaları konusunda uyarır.526

Çünkü sorgulamak, teslim olmamak, muhalefet, “niyet bozukluğuna ve halinin fesadına delildir.”527

Tarikatta şeyh ve mürid ilişkilerini düzenleyen âdâblar vardır. Bunlar her tarikat için farklıdır.528

“Şeyhana” adlı hikâyede bu konuda bir örnek sunulmuştur. Müritler odaya girdiklerinde iki büklüm bir şekilde şeyhlerinin eline ilerleyip, onun baş parmağı ile şehadet parmağının birleştiği yeri üç kere öperler. Sonra geri geri giderek kapının önünde el bağlayarak bekler, otur izni gelmedikçe oturmazlar. Şeyh efendi konuşuyorsa, konuşmasının arasında yahut hiç beklenmeyen bir yerinde hâkimane bir şekilde “otur” der. Ya da yer gösteren bir bakışıyla oturmaları için izin verir. Diz çöküp oturduktan sonra, bir anda kızaran, saatlerce ağlamış bir kimsenin gözleri gibi ıslak ve buğulu gözlerini, edeple eğik başlarının içinden ona çevirirler. Burada kader toplu olarak bir başkasının eline teslim edilmiştir. Yaşamak içgüdülerine varıncaya kadar her şey ona bağlanmıştır. İradelerinden ve isteklerinden vazgeçtikleri bu sohbet anlarında, “kaderlerinin kendilerini boy boy aştığını,

524

Zarifoğlu, Yaşamak, s.44.

525 A.e., s.86.

526 Zarifoğlu, “Zal Tepesine Doğru”, Hikâyeler, s.235. 527 Afîfî, Tasavvuf İslâm’da Manevî Hayat, s.235. 528

109

doğumlarına, hayatlarına ve ölümlerine, içinde küçük bir yer vererek geniş yaylar çizdiğini, bu yayların birbirleriyle, akıl almaz boyutlarda, karışık yapılı fakat ışıl ışıl helezonlar meydana getirdiğini hissederler.”529

Bütün bu anlatılanların ışığında, Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerinde sûfîleri tanımladığını görürüz. Yaşamak’ın son sayfalarında mısralar aracılığıyla anlattığı kısımda onları, toprağın yüzünden, köpüren şaraptan, kadından, akıl çelen çocuktan soğuk ayrandan, etli aştan ellerini çekmiş olarak görürüz. Bütün bundaki amaçları

dost yüzüne bakmaktır. Tenlerine dünyayı tattırmamışlardır. Diğer insanların

eğleştiği gibi eğleşmezler. Bir yıldız gibi cezbe dünyasına akarlar. Gönüllerinden bir an olsun dostu çıkarmazlar. Cahit Zarifoğlu, onların kapısına gitmeyi diler. Kendisinin de elinden tutup menzile çırak olarak koyduğunu söyler.530

(Burada ilk olarak sûfîlerin dünyadan el etek çekmesine vurgu yapılmış, geçirdikleri aşamalar kaydedilmiş, kendisinin de bu yola girdiği anlatılmıştır. Menzilde çırak olmak bunu ifade eder.)

Cahit Zarifoğlu, kendisi de belli bir yaştan sonra tasavvufî yaşanın içerisine girmiş biri olarak, nesirlerinde gerek bu yaşantıya gerekse sûfîlere yer vermiştir. Nesir eserlerinde tasavvufun ne olduğuyla beraber; bu yola girmiş insanları, onların yaşayışlarını da eserlerine yansıtmıştır.

529 Zarifoğlu, “Şeyhana”, Hikâyeler, s.164-165. 530

110

2. BÖLÜM: CAHİT ZARİFOĞLU’NUN İNSAN KURGUSU