• Sonuç bulunamadı

Ölüm ve Ahiret İnancı

1.4. Metafizik Varlık Âlemi ve İnsan

1.4.3. Ölüm ve Ahiret İnancı

Yaşayan her canlının, biyolojik olarak dünya üzerinde hayatta kalabileceği sınırlı bir süre olduğu gibi; insanın da dünyada yaşadığı bir süreç, bir ömür vardır ve bu bittiğinde insan ölüm dediğimiz hadise ile baş başa kalır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum “Her nefis ölümü tadacaktır.”421

ifadesiyle, net bir biçimde ortaya konmuştur. Canlıların ölümlü olduğu ve bire gün muhakkak ölümle tanışacakları bu şekilde ifade edilmekle beraber, insanların ölümle beraber Allah’a döndürülecekleri de Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır: “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”422

Buradan da anlamaktayız ki, İslâm inancında insanlar dünyaya bir nevi imtihan amacıyla gönderilmişlerdir ve dünyadaki yaşamları dolup ölüm vaki olduğunda, Allah’a döndürülecek, başka bir yaşamanın içerisine dâhil olacaklardır. Yani ahirete intikal edeceklerdir.

Her insanın olduğu gibi, Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerinde karşılaştığımız insanların da ölümle iç içe bir hayat sürdürdüklerini görmekteyiz. Hayat olduğu yerde, mutlaka bir ölüm gerçeği de bulunmaktadır. Cahit Zarifoğlu nesirlerinde ölümü çeşitli boyutlarıyla ve insanı merkeze alıp, onun etrafında anlatmak suretiyle ele almıştır.

Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerindeki insanlar, ölümlü olduklarının farkındadırlar. Her an ölümle karşı karşıya olduklarını, kendileri tayin edemedikleri bir zamanda ölecekleri bilmektedirler. İçlerindeki ölümü423

bilen bu insanlar, aynı zamanda ecellerini, “çocukların torbaya koyup boyunlarında taşıdıkları Mushaf

cüzleri gibi”424

yanlarında taşımaktadırlar. İnsanların ölümle ilgili sezgilerinin de daima haklı olduğunu görmekteyiz. Bu tür sezgiler en vahşi hayvanlarda bile olmakta, “Ölümün karanlık uzantıları damarların içinden yukarı gelerek beynin

421 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Al-i İmran 3/185: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü

yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.”

422 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Enbiya 21/35, Ankebut 29/57: “Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize

döndürüleceksiniz.”

423 Zarifoğlu, “Savunma”, Hikâyeler, s.58. 424

90

içinde bir tur atmaktadır.”425 Şeytanın verdiği vesvese ise bu sezgileri bir tür korku

hâline taşımak görevini üstlenir.

Ölüm korkusu, insanın içerisinde belli zamanlarda kendisini göstermektedir. Özellikle ölümle burun buruna dediğimiz durumlarda insan bu korkunun önüne geçemez. Can “tatlı ve azizdir”, onu sever ve ondan geçemez426

insan. Tıpkı

Serçekuş adlı hikâyede karşımıza çıkan, çamura saplanmış bir hâlde bir kuştan

yardım bekleyen avcı gibi. Avcının içini bir yandan ölüm korkusu kemirirken bir yandan da sevinmektedir; yanında Serçekuş vardır ve hiç değilse yalnız ölmeyecektir.427

Buradan anlamaktayız ki ölüm korkusunu besleyen nedenlerden biri insanın canından geçememesi, bir diğeri ise yalnız kalacağı korkusudur.

Ölüm korkusunu gördüğümüz insanlardan bazıları da yaşlanmış ve hayatının geri kalanını ibadetle geçirmek isteyen insanlardır. Buradaki korku hem ölümle hem de öldüğü vakit verilecek olan sualle ilgilidir. Bu insanlarda genellikle yaşlılığında

“bir köşeye çekilip sadece ibadetle meşgul olma”428

temayülü görülmektedir. İnsanlar tehlike anlarında da ölümü hatırlamakta, onun “sarı çehreli

esintisi”ni429 hissetmektedirler. Bu korku bazen o kadar ileriye gider ki, insan çok farklı şekillerde ölümü tahayyül etmeye başlar:

“Ölüm bir yaz akşamı Nil’in içindeki büyülü bir yaratık tarafından kıyıya çağrılıp çekilen ve bulunduğunda vahşi hayvanlar tarafından parçalanmış korkunç görünümlü cesediyle etrafa dehşet salan birinin yumulu ellerinin arasından ıslak bataklık çamuruna sızar gibi sızıyordu havalandırma borularının arasından uçağın içine...”430

İnsan ölüm korkusuyla baş başa kaldığında, ölmesini kolaylaştırması bakımından tutunacak bir dal arar. Korkunun desteklediği ölümün dehşetinden431

korunmak için sığınacak yer arayan insan, yaşamın belki de en saf ve en temiz zamanları olan çocukluğa sığınır. Bu sığınma daha çok Allah ile arası açılmış, yahut ilişkileri zedelenmiş ve bunun sonucunda uzaklaşmış insanlarda görülür. Çünkü

425 Zarifoğlu, “Anne”, Romanlar, s.266.

426 Zarifoğlu, “Serçekuş”,Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.86. 427 A.e.

428

Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.49

429 Zarifoğlu, “Anne”, Romanlar, s.272. 430 A.e., s.272.

431 Burada ölümün dehşetinin, onun kendi muhtevasından dolayı değil; korkunun onu soktuğu yeni

91

Allah ile ilişkileri iyi olan birinin, sığınacak yeri yalnızca O’dur. Cahit Zarifoğlu’nun eserlerinde, bir pilot olan Selman’ın uçakta duyduğu sesler sonucunda ölümü sezmesi, daha sonra paraşütle yere atlayıp bir süre adeta ölümle cebelleşmesi ve korkunun içine bıraktığı tohumlardan kurtulmak amacıyla çocukluğuna sığınmasına şahit oluruz ki yukarıdaki sözleri söylememize neden de aslında Selman’ın içine düştüğü bu ruhsal durumdur. Romanın diğer bölümlerinde, babasının Allah yolunda yetiştirmek için gece gündüz çabaladığı Selman’ın, yoldan çıkmış bir şekilde bize tasvir edildiğini görmekteyiz. Selman’ın yaptığı eylemler, belki de meşrulaştırılmaması için, bize cümle cümle anlatılmaz; sadece satır aralarından bunu okuruz. Böyle bir durumda olan Selman’ın direkt olarak Allah’a değil de çocukluğuna sığınması, belki de çocukluğunda babasının onu yönlendirdiği minval üzere olduğundan kaynaklanmaktadır. Ayrıca çocukların henüz mümin ve kâfir olarak ayrılmadığını ve hepsinin mümin olduğunu da bilmekteyiz. Yani çocukluğuna sığındığını gördüğümüz insan, esasında Allah’a sığınmakta ve ondan yardım istemektedir:

“Artık nereye gittiğine, karşısından neler geldiğine başını kaldırıp bakmıyor bile. Yeni hasat edilmiş tarlada Nil’e doğru gittiğini görebilseydi, bu sarhoşluk içinde korkmak yerine belki de Nil kıyısındaki köyünde geçen çocukluğuyla ilgili anılar aklına gelir ve ölmesi kolaylaşırdı.”432

Cahit Zarifoğlu, kendi yazarlığını ele aldığı bir bölümde ölüm korkusuna da yer vermiştir. Ölümü anlattığı bir bölümde, “Diyorum ki asıl onunla birlikte korksaydım, izlenseydim, öldürseydim öldürülseydim yine de yazabilir miydim?”433 diye kendine sorar ve ölüm korkusunun ne denli zor olduğuna vurgu yapar.

Ölüm korkusuyla ve bu konuda yapılabileceklerle ilgili en güzel cevabı bilge kuş Hüthüt’ten duymaktayız. Kendisine “ölümden korkuyorum” diyen kuşa Hüthüt’ün cevabı; hayat uzun da olsa bir soluktan ibaret olduğu, eninde sonunda bütün yaratılmışların öleceği ve bunun bir istisnası olmadığıdır.434

Yani kısaca korkunun ecele faydası yoktur.

432 Zarifoğlu, “Anne”, Romanlar, s.288. 433 Zarifoğlu, Yaşamak, s.107.

434

92

Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerinde ölümden korkan insanlar kadar, ölüme bir şekilde kendisini hazırlamış, ona aşina olmuş insanlarla da karşılaşmaktayız. “Yürekdede ile Padişah” masalında, hiç kötülükle karşılaşılmayacağını, ölüm bile

olsa “razılıkla” karşılanacağını435 ama elbette masalın içinde bir mücadele olacağını yazar bizzat kendisi ifade etmektedir.

Bir başka çocuk hikâyesi Serçekuş’ta ise, ölüm korkusunu yenmenin yöntemi olarak cesareti gösterir. Cesaret, ölüm durumunu ortadan kaldırmasa da korkunun hafiflemesine yardımcı olmaktadır.436

Ölüm korkusunu yenen bir başka durum ise insanın etrafında gördüğü ölümlerin çokluğu sonucunda, bunun normalleşmesi ve ölüme alışmadır. Genellikle toplu ölümlerin meydana geldiği savaş ve afet durumlarında rastlanılan bu durum, insanların içinde bulundukları psikolojik hâl ve durumla alakalıdır. Yaşamak’ta bir bölümde, savaş sırasında etrafında ölümün kol gezdiği ve bizzat kendisi de ölümle burun buruna gelmiş birinin artık ölümden korkmadığını şu satırlarda görmekteyiz:

“Bizim güneyli köyümüzün adamları kuzeyli adamlarımıza bilgi vermiş o nedenle hepimizi süngülüyorlar ben ölmüyorum. Yaralarım çabucak kapanıyor. Artık ölümlerden korkmuyorum ve ölülerden.”437

İnsan korksun ya da korkmasın, kendisini bu duruma alıştırsın yahut da kaçmaya çalışsın ölüm denilen bir gerçek vardır ve insanı muhakkak bir gün bulacaktır. Hangi insanın ne kadar yaşayacağını bilmek, hiçbir dünyevî bilimin açıklayabileceği bir durum değildir. Çok sağlıklı, yüz yıl yaşayabileceği düşünülen bir insan; bir anda karşıdan karşıya geçerken, trafik kazası sonucunda ölebilmektedir. “İnsanların bir ölümü vardır ve bu onların elinde değildir.”438

İşte hiçbir şekilde tespit edilemeyen ölüm zamanı ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de “Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır.”439

denmektedir ve

435 Zarifoğlu, “Yürekdede ile Padişah”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.364. 436 Zarifoğlu, “Serçekuş”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.70.

437

Zarifoğlu, Yaşamak, s.97.

438 Zarifoğlu, “Serçekuş”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.78.

439 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Al-i İmran 3/145: “Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli

bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.”

93

insanın dünyada geçireceği belli bir zaman olduğu, bu zamanın Allah tarafından tayin edildiği anlaşılmaktadır.

Ölüm zamanın bilinmezliği, Cahit Zarifoğlu ve nesirlerinde yer verdiği insanın zihnini meşgul etmiştir. Yaşamak’ta kan gütmenin yazarın ilgisini çektiği görülmektedir. Fakat ilgisini çeken esas mevzu, kan güdenler ve yaşadıkları değil; “ölüm saatinin bilinmezliği”dir.440

Zira ölüm saati, insanın zihnini istese de istemese de meşgul etmekte, en dayanıklı görünen insanların göğsünü bile çatırtılarla inletmektedir.441 İnsanlar çoğu zaman “beş on adım ötesinde” olan ölümü hissedemezler.442

İnsan ölüm saatini bilmemekle beraber, yaşlandığı vakit ölümün yaklaştığını hisseder. İns’in anne ve babasının oğullarının peşinden giderken, yaşlarının büyük olmasından dolayı, “ölümlerini yanlarına aldıklarını”443

görürüz. Ve “ölmek

üzere olduklarını anladıklarında”, bir taşın üzerine uzanıp ölmeyi beklerler.444

Yaşamak’ta karşımıza çıkan yaşlı bir adam, dünyadan elini eteğini çekip “Ölüyorum

galiba.” dediği bir zamanda çocuk hastalığına yakalanmış ve bir süre sonra ölmüştür.445

Genç insanlar ise ecelin uzak olduğunu düşünür. Savaş Ritimleri’nde çocukların aralarında yaptıkları yarışlar esnasında, başlarına gelebilecek kazalara rağmen uzak ecelin emniyetini sezerek onu giymeleri446

buna bir örnektir. Bazı

insanlar da manevî yönlerinin kuvvetli olması sonucunda, ölüm vakitlerinin yaklaştığını ölmeden evvel insanlara haber verirler. Yaşamak’ta Fethi Gemuhluoğlu, tam da böyle bir cümle ile karşımıza çıkmaktadır:

“Ve birden, hiçbirimize saatin bir hayli ilerlediğini çağrıştırmayan, fakat yalnız ölümü ve yalnız onun ölümünü çağrıştıran, cümlesini söylüyor: “Vakit daraldı çocuklar.”447

440 Zarifoğlu, Yaşamak, s.104. 441 A.e., s.104.

442 Zarifoğlu, “Serçekuş”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.83. 443

Zarifoğlu, “İns”, Hikâyeler, s.11.

444 A.e., s.14.

445 Zarifoğlu, Yaşamak, s.40.

446 Zarifoğlu, “Savaş Ritimleri”, Romanlar, s.81. 447

94

İnsan ölüm vaktini kendisi tayin edemediğine ve bu konuda elinden gelen bir şey olmadığına göre yapması gereken şey; “kendisine ayrılmış ölümü sabırla

beklemek”448 ve beklerken ölümle ilgili hazırlık yapmaktır.

Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerinde, ölüme hazırlık yapan insanlarla karşılaşmak mümkünüdür. Yaşamak’ta anlattığı Duran Hatun böyle bir kadındır. “Ölüm beklenen sevimli bir oğuldur onun için.”449

Bir yandan yaşamına devam ederken, bir yandan da öleceği günü beklemektedir. Ahiret, adeta yaşamından bir parça olmuştur ve bu inancında samimidir.450

Duran Hatun’da gördüğümüz üzere, ölüme hazırlık yapan insanın bir yandan yaşamına devam ederken, bir yandan da ahiret denen gerçeğin farkında olması gerekir. Eğer sadece dünyalık yaşar ve ona göre davranırsa, ölürken dünyadan kopamaz. Cahit Zarifoğlu bu durumdan korkmaktadır: “Ölürken daracık dolaplarımızın içinde elimizi hâlâ, dünyanın, çekiştirilmekten çürümüş eteğine yapışmış görürsek ne yaparız?”451

İnsanların dünyaya yapışıp kalmaması gerektiğini Hüthüt’ün bir kuşa verdiği öğütten de anlamaktayız. Dünyadaki makamından, sarayından vazgeçemeyen ve çıktığı yoldan geri dönmek isteyen kuşa Hüthüt; dünyanın ölümlü olduğunu ve ölüm söz konusu olduğu için, sarayın ona kalmayacağını hatırlatır.452

Dünya malı dünyada kalır. Kimse ölürken yanında bunları götüremeyeceği gibi, ölüm anında ve sonrasında da bunların kimseye bir faydası yoktur.

Yaşamak’ta bir mekânda karşılaştığı, daha doğrusu göz göze geldiği kız adeta

Cahit Zarifoğlu’nun ölebilmek için her ihtiyacını tamamlayıp tamamlamadığını sormaktadır. Kendisinin bu bakımdan bazı eksikleri vardır ve “ilerlemiş yaşına

rağmen kendine iyi gelen bir ölümü sağlayamamaktadır.”453

Bunun nedeni yazarın da belirttiği gibi ölüme hazırlık yapmamış olmasıdır. Ahiret için hazırlığı olmadığı için ölememektedir.

448 Zarifoğlu, “Savunma”, Hikâyeler, s.57. 449

Zarifoğlu, Yaşamak, s.129.

450 A.e., s.129-130. 451 A.e., s.118.

452 Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.46. 453

95

Ahirete hazırlık yapmış olan insan için, yani inanıp bu minval üzere davranışlar sergileyenler için ölüm korkulacak bir durum değildir. Böyle insanlarda ölüm, bir keder durumu değildir. Çünkü İslâm inancında ahiret kavramı vardır ve insanın esas yaşamı öldükten sonra orada başlar. Cahit Zarifoğlu Yaşamak’ta köy hayatından bahsettiği bir bölümde, bu duruma da vurgu yapar:454

“Ölüm keder doğurmaz, cançekişmelerin ortaya yaydığı bir sessizlik vardır ama, ölü toprağa sevgiyle verilir.”455

Yine aynı kitapta Cahit Zarifoğlu’na ölümü gösterilir ve bunun karşısında hamd ederek Allah’a olan inancı pekişir:

“Bana bu gece ölümüm gösterildi Büyük ak saçlı başım

Dolunay gibi kaydı iki taşın arasına… Ve dört kutsal kelime daha duydum Kendi sancağımdı tutunduğum Zulmedince kendim

Lütfedince sen

Seni andım hamdettim sana taptım”456

Kuşların Dili adlı hikâyede bir delinin hayatından misal verilir. Bu deli

kaplanlarla yaşar, yanına biri geldiğinde dalıp gider, yanına gelenler gittiği vakit ise neşelenirmiş. Hep ve yalnız Allah’la olduğunda neşelenir, başkalarıyla olduğunda ise adeta ölürmüş. Bunu misal veren Hüthüt “Hep onunla olduktan sonra ölüm de yoktur başka bir şey de..”457

diyerek ölümün esasında korkulacak bir tarafı olmadığını vurgular.

Ölümün insanlar için meçhul olan tarafları da vardır. Serçekuş adlı hikâyede ölüme çok yaklaşmış bir kuş ile karşılaşırız. Avcı tetiğini ona yöneltmiştir ve bir anda tetiği çeker. Serçekuş durur ve ölümü anlamaya çalışır. Hâlâ avcının karşısında olduğunu, belki de ölümün yeni bir hayatı ifade ettiğini düşünür. Ve fakat sonra ölmediğini, yaşadığını anladığında; ölüm yine ona meçhul olur.458

Diyebiliriz ki insanlar, ölümle birebir tanışmadığı sürece aslını kavramakta zorlanırlar. Bir takım

454 Çünkü köyde henüz ideolojiler inançların yerini almamıştır ve modernizmin yıkıcı etkileri buraya

daha ulaşmamıştır. Cahit Zarifoğlu “köy”ü bozulmamış mekân olarak tasvir eder. Ayrıntılı bilgi için “Mekân Karşısında İnsan” bölümüne bakılabilir.

455 A.e., s.56-57. 456 A.e., s.81-82.

457 Zarifoğlu, Kuşların Dili, s.63-64. 458

96

bilgiler olmakta ve insanların bir kısmı buna iman etmekle beraber, ölüm anı ve bir yaşamdan diğerine geçiş sürecinde olanları kavrayabilmek çok da kolay değildir.

Anne isimli romanda Selman, paraşütle uçaktan atlayıp rüzgârla boğuşurken,

bir an her şeyin sakinleştiğini görür ve sorar; “Ölüm müydü bu, hayır. Rüzgar mı birden kesilmişti?”459

Bütün hengâme içerisinde bir anlık durulmayı ölüme benzetir ve öldüğünü düşünür. Fakat sonra durumun farkına varır, sadece rüzgâr kesilmiştir.

Her insan bir gün ölecektir ve bunun zamanını bilmemektedir. Ölüme benzettiği anlar olmakla beraber asıl zamanı ve nasıl öleceğine dair fikri yoktur. Zamanını kestiremediği gibi, ne şekilde öleceğini de bilemez insanoğlu. Herkes için ayrı bir sebep halk edilmiştir ve ölüm zamanı geldiğinde bu sebeple beraber kişi dünyadaki yaşamından ayrılacaktır. Bu sebep herhangi bir hastalık, kaza vs. olabileceği gibi, bir insan tarafından öldürülmek suretiyle de ortaya çıkabilmektedir. İnsanın insana zulmü, geçmiş çağlara baktığımızda; hemen her zaman diliminde karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar bu zulümler sonucunda ölmüş ve ahirete intikal etmiştir. Özellikle savaş zamanlarında bu ölümlerin had safhaya ulaştığını görmekteyiz.

Yaşamak’ın Vietnam savaşını insanlara anlatmak maksadıyla yazdığı kısımda, insanın insana yaptığı zulüm sonucunda meydana gelen ölümleri çokça görmekteyiz. İnsanlar “arka arkaya” ölmekte, Amerikalı askerler tarafından “süngülenmekte” ve işkence görmektedirler.460

Kocasının ölümüne şahit olan bir kadın, sanki ilk defa ölüm görüyormuş gibi hisseder ve kocasının yavaş yavaş öldüğünü görür. Kocasını öldüren askerler odaya bir anda giren oğlunu da öldürürler sonra kadına işkence ederler ve süngülerler.461

İşkence edilerek öldürülen insanların yahut askerlerin kimisinin kulağı ve burnu olmadığı462

okuruz Cahit Zarifoğlu’nun satırlarından.

Yine aynı kitapta Ruslar ve Çinliler tarafından Müslümanlara yapılan zulümlerden bahsetmektedir Cahit Zarifoğlu. Nazımla yazdığı bu mısralarda,

459 Zarifoğlu, “Anne”, Romanlar, s.288. 460 Zarifoğlu, Yaşamak, s.96.

461 A.e., s.97. 462

97

Rusların ve Çinlilerin insanları asimile etmek için onlara zulmettiğini, eğer diretirlerse ise öldürdüklerini ve hatta öldürmekle de kalmayıp mezarlarında bile rahat bırakmayarak tersyüz ettiğini anlatmaktadır.463

Ölüm insanları sadece ölme durumunda etkilemez. Yani insanların ölümle olan ilişkileri, ölmekten ibaret değildir. Önce başkalarının ölümleriyle tanışır insan ve başkalarının ölümü insanların hayatını etkiler. İsmet Özel’in dediği gibi;

“Bize ne başkasının ölümünden demeyiz çünkü başka insanların ölümü

en gizli mesleğidir hepimizin”464

Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerinde insanların ölüme verdiği, bizim de toplumumuzda sıkça rastladığımız, tipik tepkiyle cenaze evlerinde karşılaşmaktayız. Yakınları ölen kişiyi öpüp koklamaktadırlar. Sanki kendilerine ondan bir şeyler geçecekmiş gibi hissederler. Ölünün başında duran yaşlılar ise sanki ölüme bağışıklık kazanmış gibi durmaktadırlar.465

Çünkü muhtemeldir ki çok fazla ölüm görmüşlerdir. Cenaze evlerinde her daim bir sessizlik hâkimdir. “Az konuşan,” “bekleyen,”

“gülmeyen” insanların sessizliğidir adeta ölüm. Çocuklardan en yaşlılara kadar

iner bu değişiklik ve demek ki ölüm bu ikisi arasındadır.466

Başkasının ölümü söz konusu olunca insanı en çok etkileyen ve yaralayan yakınlarının; bu yakınlar içerisinde de annesinin ölümüdür diyebiliriz. Yaşamak’ta annesi ölmüş olan çocukların psikolojisini görürüz. Kendilerine “ Nasıl bir masal istersiniz?” sorusuna bir tanesi şöyle cevap verir;

‘ben isterim ki annem Esmanın ölümünü daha duymamış olayım, böyle üşümiyeyim, ben isterim ki çocuk kalbimi anlayan annem olmayınca ben de olmıyayım. Annesizliği anlatan bir masal anlatın kendimi daha iyi anlamak ve tanımak istiyorum’467

Anneleri ölen çocuklar, bunu hiç yaşamamış olmayı diler. Annelerinin ölümü onları savunmasız hissettirir. Bir çocuğa annesinden çok şefkat gösterebilecek başka

463 A.e., s.18.

464İsmet Özel, “Üç Frenk Havası”, Erbain (Kırk Yılın Şiirleri), 25.bsk., İstanbul, Tam İstiklâl

Yayıncılık Ortaklığı, 2012, s.201.

465 Zarifoğlu, Yaşamak, s.58. 466 A.e., s.57.

467

98

insan yoktur.468 Annenin ölümü çocuğun kalbinde bir acı olarak kalır, oraya kök salar ve bekler. Ortaya çıkmak için uygun zamanı bulduğunda çocukların gözünden yaş olarak yeryüzüne düşer. Ormandaki oduncunun şehirden odunlarını satamadan dönüşüne, annesi yeni ölmüş gibi ağlamak isterken469

görürüz çocuğu. İçinde biriktirdiği acıyı dışarıya dökmek için somut bir neden oluşturacaktır çünkü kendisine. Oduncuyla beraber, içinde acı olarak biriktirdiği annesinin ölümüne de ağlayacaktır.

Annelerin ölümü olduğu gibi, çocukların ölümü de insanları psikolojik olarak etkiler. Çocuklar savunmasız, günahsız, ilgiye şefkate muhtaç varlıklardır. Ölmeleri yahut da zalimce öldürülmeleri, merhamet duygusu taşıyan herkeste derin bir acıya sebep olur. Çocuklar bunun için “Masalımızda acı olmasın dilerim, çocuklar ölmesin öldürülmesin.”470

diye dileklerini sunar.

Yaşamak’ta bir kahvehanede otururken, arabasıyla içeri giren bir adamın, bir

kadını ezdiğine şahit olur Cahit Zarifoğlu. Kalabalığın içerisinde önce herkes panik hâlini alır. Çünkü “vahşet çabuk etkiler”471

insanları. Daha sonra bu itişmeler durur ve ölen kızın üzerine Cahit Zarifoğlu’nun annesi zannettiği, fakat esasında kızın