• Sonuç bulunamadı

1.2. İnsanın Yaratıcı ile Kurduğu İlişki

1.2.1.1. Allah’a İman

İnsanın Yaratıcı ile kurduğu ilk ilişki, O’na inanması ve iman etmesi şeklindedir. İnsanın inanmadığı, varlığını kabul etmediği biriyle ilişki içinde olmasını düşünmek, biraz zorlama bir tefekkür olur. Özellikle de bahsi geçen Zat, somut bir şekilde insanın karşısında durmayan; ya etrafındaki olayları, durumları tefekkür ederek yahut da vahiy yoluyla haberdar olduğu Varlık ise. İnsanın duyu organlarıyla algılayamadığı ya da aklının almadığı şeyleri inkâr etme ihtimali vardır. Fakat biraz derinleşince, insan, âlemi ve insanları var eden bir Yaratıcı olması gerektiğini fark eder. Daha sonra onunla nasıl bir diyalog geliştireceği kısmı gelir. Bunun içindir ki insanın Yaratıcıyla bir ilişki kurabilmesi için, öncelikle iman şarttır.

59

20

Hayati Hökelekli, İslâmî gelenekte iman kelimesinin, sözlük anlamına uygun olarak, “tasdik etmek, güvenmek, boyun eğmek” gibi anlamlar ihtiva ettiğini söyler. Bunların hepsi itmi’nân kelimesine indirgenebilir ki, bu da; “güvenip dayanmak ve kalben huzur ve tatmin içerisinde bulunmak” demektir.60 İnanç karşılığı olan itikâd kelimesi ise, “birşeye bağlanmak, düğümlenip kalmak, doğrulamak” anlamlarına gelir.61 Bu iki kelimenin çoğunlukla biri diğerinin yerine kullanılabilse de, ikincisinin anlam sahasının daha geniş olduğunu söyleyen Hayati Hökelekli,62

“Dinin öngördüğü inanmanın rastgele bir inanma değil, seçilen ve yöneltilen bir iman”63

olduğunu dile getirir.

İmanın doğasında “akıl ve duyuları aşan bir taraf” vardır. İnsan Allah’ın varlığını bunlarla ispat edemese dahi, iman eder. İspat edememesi, inancın kuvvetini azaltmaz. “Aksine, tam bir güven duygusu içerisinde, aklının ve duygularının ötesinde, dünyayı aşan Zât’a razı olarak, O’nu açık ve kesin bir şekilde kabul eder.”64

İnsanda oluşan bu güven duygusu Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde geçer:

“O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”65

Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerinde insanların birçoğunun “iman” sahibi olduğu görülmektedir. Fakat bundan önce “iman deyip geçtiğimiz şeyin kadar büyük olduğu”66na dair düşüncelerini görürüz bu eserlerde. Cahit Zarifoğlu’na göre iman,

dinin ve Yaratıcı ile kurulan ilişkinin başlangıcını oluşturur. Ankara’da evlerin altında bulunan mescitlerden birinde Süleyman Dede ile namaz kılarken, onun mekâna aldırış etmeden (Cahit Zarifoğlu yerin altındaki camiler ve mescitleri sevimsiz bulmaktadır ve Süleyman Dedeyi buraya getirdiğinden dolayı utanmıştır.) huşu içinde namaz kılmasının ardından; “ve gördük ki mekân değildir zamandır önemli olan ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan ve o dahi değildir kalp

60 Mû’cemu eflâz el-Kur’ani’l-Kerîm’den aktaran, Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara, Türkiye

Diyanet Vakfı Yayınlar, 1993, s.156.

61 Aktaran, A.e. 62

A.e., s.156.

63 A.e., s.155. 64 A.e., s.156-157.

65 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Fetih 48/4. 66

21

olmadıkça”67

diyerek, esas önemli olanın iman olduğunu ve mekânın, zamanın, eylemin ondan sonra geldiğini söyler. Kalple iman önemlidir.

Daha önceden de belirtildiği üzere insanın iman etmesi için her şeyi anlamlandırması gerekmez. Zaten insanların aklı “hepsini anlamaya yetseydi başka varlıklar” olurdular.68

Ağaçkakanlar adlı hikâyede kuşlar üzerinden sembolik olarak

önümüze çıkar bu durum. Buna ilave olarak, iman denilen şeyin, insan için adeta bir ihtiyaç olduğuna vurgu yapar Cahit Zarifoğlu. İnsan bunun nasıl olduğunu, nasıl başladığını bilemez; çünkü “bilgiyle” başlamamıştır69

. Bununla ilgili bir bölüme “Şeyhana” adlı hikâyede rastlamaktayız:

“Allah, bütün bunlar olmadan önce bilinip seviliyor ve insanlar onun mutlak hakimiyeti içinde olayların, kendi küçük iradelerinin meyillerine uyarak, uçurumların insan eli dokunmamış duvarlarından, ev aralarındaki çocukların oyunlarına kadar bütün mesafeleri tutarak akışının önünde yürüyor ve küvetle sahip çıktıkları hayat, tanıdıkları yeryüzünün üzerine boşluk bırakmadan oturuyordu.”70

Cahit Zarifoğlu’nun insanı dünya üzerinde Yaratıcısına iman ederek yaşar. Dünyadaki yolculuğunda esas amacı Yaratıcıya ulaşmaktır. Dünyayı bir yol ve hayatı O’na ulaşmakta geçilmesi gereken bir yolculuk olarak görür. İnsan bu dünyada O’na çektiği hasretle cebelleşmektedir71

ve bütün derdi; “O’na, eşyanın ve mananın tek

mirasçısına” varmaktır.72

“Yıldızlar bu nedenle, içine yüzlerce dünya sığacak kadar büyük, saatler bunun için çalışıyor, ay bu yolculuk içinde ikiye yarıldı.”73

Nesirlerinde imanın mahiyeti ve şeklini belirten Cahit Zarifoğlu, bunu tasavvur ettiği insana da tatbik ettirerek bire nevi teoriyi pratiğe dökmüştür. İman eden insan dünyadaki bütün malın mülkün Allah’a ait olduğunu, kendisinin sadece gelip geçici bir misafir olduğunun farkındadır.74

Kur’an-ı Kerim’de bu durum belli ayetlerle belirtilmiştir:

67 A.e., s.166.

68 Zarifoğlu, “Ağaçkakanlar”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, s.181. 69 Zarifoğlu, Yaşamak, s.163.

70 Cahit Zarifoğlu,”Şeyhana”, Hikâyeler, İstanbul, Beyan Yayınları, 2011, s.264. 71

Zarifoğlu, Yaşamak, s.122.

72 A.e., s.101. 73 A.e.

74 Cahit Zarifoğlu, “Küçük Şehzade”, Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk, 2.bsk., İstanbul, Beyan

22 “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş de ancak Allah'adır.”75

“Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz” derler.”76

Cahit Zarifoğlu’nun nesirlerindeki, Allah’a iman edip, teslimiyet içerisinde yaşayan insanlar zorluk çekmezler. Hayatlarında düzen, nizam vardır. İbadet konusunda da Allah yardımcıları olur. Cahit Zarifoğlu, Duran Hatuna yönelttiği “Mevsimden mevsime güneşin doğuş zamanı değişiyor, çalar saatin da yok, sabah namazlarına nasıl uyanıyorsun?”77

sorusuna; “İman kuvvetiyle.”78 cevabını alır. Yine Sütçü İmam melaike gibi adamdır; namaz kıldırır, süt satar, ibadet eder. Bunların kaynağı sorulup kalbinde ne var dendiğinde “İmandan başka hiçbir şey.”79

cevabını verir.

Çoğu yerde imanın akılla, bilgiyle ilgisi olmadığını vurgular Cahit Zarifoğlu. Bununla beraber insanın etrafını biraz gözlemlediğinde Yaratıcının varlığını kavrayabileceğine de işaret eder. “İns” adlı hikâyede, Allah’ın varlığından haberdar olmayan İns’in, yer sarsıntısına şahit olması sonucunda secde etmek suretiyle iman ettiğine şahit oluruz.80

Zaten Cahit Zarifoğlu’na göre; “Sinek vızıltılarını rahatlıkla duyan ve bunu beslenmesinin ve hayata devamının başlangıcı yapan kurbağa bir iki metre ilerisinde gürleyen sahra topunu duymaz, Hayatta bunu bilmekten başka bilgi edinememiş biri bile Allahı hemen tasdik mevkiindedir.”81

İman etmiş insanların, kötü günde tek bir sığınakları vardır: Allah. İnsanın özellikle korkularından onu koruyan bir varlık olarak çıkar karşımıza. Cahit Zarifoğlu bu korkuyu varlıkla ilgili olarak yorumlar ve kaynağına gitmekten de korkar. Çünkü bu, insanlardan gizlenmiştir ve eğer böyle ise bir nedeni muhakkak vardır. İnsanların bilmemesi gereken, bildiği takdirde kaldıramayacağı şeyler vardır. Bunlar bilindiğinde insanda korku yaratır. İnsanın varlığı, bu gerçekleri taşıyacak güce sahip değildir. Allah kendi varlığını da insanlardan gizlemiştir. O insanları

75 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Nur 24/42. 76 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Bakara 2/156. 77

Zarifoğlu, Yaşamak, s.129.

78 A.e.

79 Cahit Zarifoğlu, Sütçü İmam, İstanbul, Beyan Yayınları, 2006, s.88-89. 80 Zarifoğlu, “İns”, Hikâyeler, s.23.

81

23

görür fakat insanlar onu göremez. Sadece varlığına iman eder. Hz. Musa Allah’ı görmek istemiştir. Allah kendisini ilk dağa göstermiştir, dağ paramparça olmuştur. Bunun üzerine Hz. Musa tövbe eder. Araf suresinde bu hadise şu şekilde geçer:

“Mûsa, belirlediğimiz yere (Tûr'a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah'ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim" dedi.”82

İnsan korkularının kaynağında bilinmeyen varlıkları, taşıyamayacağı yükleri, ve onları bizden saklayan Yaratan’ı düşündükçe kimi zaman secdelerine secde eklemek ister83 kimi zaman da hamd ü senalarda bulunur:

“hamdolsun evrendeki dehşetten korkulardan koruyana ki

çekip dizimizi karnımıza

toprağın geldiğimiz noktasına eğilerek yumuşaklıkla eserimizin içine bakarak cennet hediyen cehennem benim eserim

hamdolsun hamdolsun dünyadaki dehşetten koruyana ki

bize gizli kendisine açık nedeni

bir hüzünle korur parçalanıp giden özümüzü”84

İman eden insan için tapılacak varlık sadece Allah’tır.85

Her türlü zorluk anında sığınılacak yer de ancak O’nun yanıdır. Hatta insan, inandığı bir harekette, “yanındakilerin kararlılığını kritik anlarda anlamaktan” dahi Allaha sığınmalıdır.86

Zaten “İman dindar insanın bir dönüşümünü içerir ve ancak bir kopma vasıtasıyla şekillenir.”87

Sıkıntılı anlarında Allah’a sığınan, ondan sırt çevirmeyen, isyan etmeyen insan imanını tamamlamıştır diyebiliriz.

İnsanın Allah’la kurduğu ilişkinin başını çeken iman, Cahit Zarifoğlu’na göre, bilgiyle olacak bir durum değildir. Ona göre insan, sadece kendisine bildirilen kadarını bilebilir. Daha fazlası ondan gizlenmiştir ve o, bu gizlilikte insan adına bir hayır olduğunu düşünmektedir. Sonuçta Fethi Gemuhluoğlu’nun düşüncesine

82 Kur’an-ı Kerim, D.İ.B., Araf 7/143. 83 Zarifoğlu, Yaşamak, s.100-101. 84

A.e., s. 80.

85 A.e., s.81-82. 86 A.e., s.64.

87 Antoine Vegote, Din İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal, İstanbul, Marmara Üniversitesi

24

bağlanır: “Akıl, sofrada yemek yerken üzerinize yemek dökmemek içindir, maneviyatta teslimiyet esastır.”88