• Sonuç bulunamadı

Prof. Dr. M. Mehdi ERGÜZEL

Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yeni Türk Dili Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi.

-Rahmetli Kurucu Bölüm Başkanlarımız Prof. Dr. O. Nedim TUNA ve Prof. Dr. Orhan OKAY’ın aziz hatıralarına ithafen-

Şahsiyetin oluşumunda dil içinde yaşamanın, onunla birlikte hayat sürmenin; konuşmanın, dinlemenin, okumanın, yazmanın ve anlamanın büyük önemi olduğu herkesçe malumdur. “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.” diyen de bir bakıma bize insanın dille yakınlığını bir başka tarzda söylemiştir. İnsan evladı dili dönmeye başlayınca, zaten doğduğundan beri duymaya alıştığı seslere mana vermeye de alışır. Kelimelere ve onların seslerine aşinalık kazandıkça manalar ve tercihler de başlar. Biz ne öğrenmişsek küçük çocukluk çağlarımızda, onları hafızamızda biriktirir, her bir kelimeye hatıraların ışığında hususi manalar da katarak ömür boyu yeni renklerle kullanmaya devam ederiz. Her edindiğimiz ifade kalıbı bizi sonuna kadar takip eder, besler, destekler, imdadımıza yetişir veya susturur. O yüzden zamanla sözlü veya yazılı metinler hâline gelecek kelimeler dünyası, şahsiyetimizi de inşa etmeye başlar. Herkes kendisi gibi konuşur, dinler ve anlar. Yıllar içinde ortak dilin şahıstan şahsa değişen anlayış ve söyleyiş farklarına da alışılır. Aynı dilin mensupları hem kelime tercihlerinde birbirine benzer hem de eskilerin “nevi şahsına münhasır olmak” dedikleri hususi çeşnileriyle değer kazanır, aranır ve hatta özlenirler. Şairin “Sesin nerde kaldı her günkü sesin.” diye aradığı ses, yoksa böyle bir hasretin ifadesi midir? Günler ve günler içinde ömür boyu konuşur, okur, yazar ve dinlerken hep kelimeler, manalar ve manasızlıklar dönüşü içindeyizdir. Bazan fasit daire

deniyor böyle dönüşlere.

Şiirler hoşumuza gider belli bir yaşa gelmişsek fakat mısraları kuran kelimeler çok da mantıklıca olmayabilir. Hatta mantıklı olması tercih bile edilmeyebilir. Ancak yine de kelimelerin dansı hoşa gider. İnsanoğlu kelimelerle aldanmaya müsait zaaflarla maluldür.

Adına “edebiyat” dediğimiz âlem bir kelimeler ve manalar saltanatının hüküm sürdüğü garib bir diyardır. Yazarlar ve şairler, bu saltanat saydıkları çöllerde seraplara koşarak düşe kalka ömür tüketirler. Bazen onların serabı, sonrakilerin hakikati oluverir. Yazmak, konuşmak ve anlamak aslında çetin birer meşgaledir, her fanide farklı hallerle aksiseda bulur. Seslere ve onların manalanan karşılıklarına muhtacızdır. Hem bizi dinleyecek, kulak vereceklere hem de dinlemek istediklerimize heveskârızdır. Acı da olsa doğruyu söyleyene teşneyizdir veya eğriyi süsleyip de sunana aldanmaya hazır bekleriz.

Bu noktada eğitim devreye girer. Ailede ana babanın yetişemediği yere mektep yetişir, dile yeni renkler kazandırmaya başlar. Lisan terbiyesi de diyebileceğimiz bu kelimeleri eğip bükme işinde şayet disiplin varsa, plan üzre gidiliyorsa, ebeveyn olup bitenin farkındaysa, emanet olarak yarına hazırlanan taze nesillerin zihinleri açılır, ufukları genişler. Eğer dil eğitimi tesadüflere bırakılmış, her gelene kapı açılmışsa hafızalar kırkambara döner, laubali tavırlı, arsız, yüzsüz kelimeler ortalığı sarar, konuşanı de dinleyeni de sıkıntıya sokar. Dilin böyle bir akıbete duçar olması ne kadar acı olsa gerektir. İlk çocukluktan yetişkinliğe kadar bütün eğitim safhalarında dil eğitimi; mutlaka metne, güzel ve hikmetli metinlere dayanmalıdır. Hayatı ve insanları sevdiren, yaşama zevki telkin

eden, masal, hikâye, şiir, fıkra, nükte,..gibi hafızada hoş sadalar bırakacak, manen besleyip iç aydınlatacak, ruh ferahlatacak, ümit telkin edecek, çalışma azmini artıracak, mücadele etmeyi, başarmayı öğretecek, araştırmacı ruh kazandıracak, sanat zevkini yükseltecek, demokrasi ve hoşgörü kadar millî-İslamî-insanî değerlerden taviz vermeden manalı bir hayat sürmeyi kavratıp düşündürecek metinleri hazırlamak ve okullara yaymak zor değildir ama her ne hikmetse bu idealist tavır bir türlü kuvveden fiile çıkamaz. Vuslat her seferinde bir başka bahara kalır. Yeni baharlar beklemenin manası ve gerekçesi olamaz. Memleketin has ve sade münevverleri bu konuları gündemlerinde tutmalıdırlar. Bizi birleştirecek temel kaynaklarımızı “Besmele”den başlayarak ilk eğitimin ilk basamağından itibaren; on, yirmi, otuz, kırk kitap istikrarı içinde giderek artan bir periyotla yüzlere, binlere doğru çocuklarımıza mutlaka okutmak, anlatmak, dil ve edebiyat dünyalarını zenginleştirmekle mükellefiz. Aksi halde yarın yetişmesi muhtemel kaba saba insanların büyük medeniyet kurmuş dedelerin torunları olduğuna kimseyi inandıramayız.

Elin oğlu dünyada eğitim kuruluşlarında bir asırdır neler yapmış ve hangi neticeleri almışsa öğreniriz, bunlara kendi tecrübelerimizi de ekleyerek on yıl içinde hedeflerimize ulaşırız. Yeter ki istikrar olsun. “Sistem değişikliği” diye diye oynayıp durulmasın. Eğitimle, dille oynamaya gelmez. Bu milletin çocuklarına hem kendi millî kültürünün zengin kaynakları tanıtılır, sevdirilir hem de yüksek insani değerler kazanması yolunda dünyanın ittifak ettiği klasik eserleri tanıması ve ders alması sağlanır.

Köktürk Âbideleri, Yesevi Hikmetleri, Kur’anî bilgiler, Hadis ve Sünnetler, Kutadgu Bilig’den dersler, Dede Korkut Hikâyeleri,

Yunus Emre İlahileri, Atasözleri, Türk-İslam büyüklerinden sözler ve hayatlarından imrendirici kıssalar, dünya ilim, edebiyat ve kültürünün dâhilerinden faydalı örnekler,”medeniyetimizi kuran metinler” öğretilirse, kısa zamanda ruhen ve bedenen sağlıklı, ufuklu, şahsiyetli nesiller yetiştirilir. Sadece geçen asırların değil bütün zamanların eserlerinden seçmeler yapılmalı, internet ortamında sunulmalı, çizgi filmleri, sesli ve görüntülü örnekler ve yapımlara zaman ve para harcanmalıdır. Millet, beğendiği eserlere destek verir, ilgi gösterir. Hataların da bedelini er vaya geç ödetir. Milleti ve kendimizi ve ciddiye almaya mecburuz

Aksi halde geleceğimiz karanlık, akıbetimiz felaket, halimiz yaman olur. Biz daima ümitvar olduk. Dil ve edebiyat eğitiminin ilkokuldan üniversite bitene kadar klasik seçme güzel metinlere dayanması gerektiği hususunda defalarca denenip başarılı olmuş örnekler erbabınca malumdur.

Test tipi eğitimle ancak iki lafı bile bir araya getiremeyen, kitap okumamayı marifet sayan, argodan rahatsız olmayan, yarım yamalak insanlar, iradesini çabucak başkasına teslim eden zavallılar yetişir. Hâlbuki zekâyı besleyen, edebî zevki yüksek, felsefî düşünce tarzına yatkın, ilmî zihniyetle yetişmiş, tarih şuuruyla mücehhez nesilleri kolay kolay kimse yıkamaz, esir alamaz.

Türk Edebiyatında Popüler Roman Geleneğinin