• Sonuç bulunamadı

2. TÜRKİYE’DE SANAT YÖNETİMİ

1.2. Genç Cumhuriyet Dönemi (1923 – 1950)

1.2.2. Devlet Tiyatrosu

Doğrudan merkezi yönetim ile organik bağı bulunan bir Devlet Tiyatrosunun kurulması düşüncesi yıllarca Darülbedayi’de ve özel tiyatrolarda çalışmış tiyatro

83

adamı Muhsin Ertuğrul’un aklında 1932 yılından itibaren filizlenmeye başlamıştır. Merkeze bağlı ve ödeneği olan bir tiyatro hayalinin kurulmasına yol açan durum, Şehir Tiyatrosuna belediyenin bütçesinden aktarılan, kuruluş yıllarında yardım fonuna bağlı olan ödeneğin kurumun etkin şekilde işlemesinde sorunlara yol açmasıdır. Verilen ödeneğin miktarı o kadar belirsiz ve düşük olmuştur ki, çoğu zaman istenilen oyunların sahnelenmesine yetmemiştir (Nutku, 2015: 95). Önceden belirli olan bir bütçe ile kurumun yönetilmesi, sahnelenecek oyun, kullanılacak dekor ve kostüm, ödenecek telif ve daha birçok masraf kaleminin hesaplanarak dahil edildiği bir planlamanın yapılması açısından da önem taşımaktadır. Aktarılacak kaynak belirsiz olduğu sürece, kurumun ileriye dönük bir program yaparak faaliyetlerini önceden duyurması da mümkün olmayacaktır.

Cumhuriyet döneminde devletin tiyatroya göstermiş olduğu yoğun ilginin sonuçlarından biri de Devlet Tiyatrolarının kuruluşudur. 1940 yılında Alman sanatçı Carl Ebert’in önderliğinde kurulan Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi, Devlet Tiyatroları’nın öncülü konumundadır. Devlet Tiyatrosunun kuruluşuna kadar geçen süre içinde sanatçı yetiştiren, çeşitli oyunlar sahneye koyan kurum, devlet tiyatrolarının kurulması açısından bir hazırlık sürecinin yaşanmasını sağlamıştır. Nihayet 16 Haziran 1949’da 5441 sayılı Devlet Tiyatrosu ve Operası Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle Ankara’da kurulan Devlet Tiyatrosu, 1 Ekim 1949’dan itibaren faaliyet göstermeye başlamıştır (Suner, 1995: 14).

5441 sayılı kanunun 5. maddesinde Devlet Tiyatrosu’na alınacak sanatçıların Genel Müdürle aralarında yapılacak bir yıllık sözleşmelerle istihdam edileceği düzenlenmiştir. Konservatuar mezunlarının 1 yıl için stajyer olarak çalıştıktan sonra yapılacak sınavda başarılı olmalarına göre sözleşmelerinin yapılacağı belirtilmiştir. Kuruma girmek için başvuran sanatçılar da Yönetim Kurulu’nun yaptığı bir sınava tabi tutulduktan sonra, işe alımları yapılacaktır. Bu durumun istisnası “memleketin sahne hayatında öteden beri yüksek başarı ile tanınmış olanlar”dır. Bu şekilde tanınmış sanatçılar doğrudan kurumda çalışabileceklerdir. Sanatçıların yükselmeleri ve sözleşmelerinin yenilenmesinde olduğu gibi derecelerinin indirilmesi ve unvanlarının değiştirilmesi hususunda yönetim kuruluna yetki verilmiştir.

84

Devlet Tiyatrosu Genel Müdürlüğüne Devlet Tiyatrosunun sanatçılarının “okuma veya inceleme maksadıyla yolluk ve ücret vererek başka memleketlere göndermeye, hastalananları lüzum ve zaruretlere göre memleket içinde veya dışında tedavi ettirme” konusunda yetki verilmesi, sanatçıların nasıl ayrıcalıklı bir konuma getirildiğini gösteren emarelerden biridir (Karslı, 2013: 64). Kuruluş aşamasında devlet tiyatrosuna gösterilen bu ilgi ve sanatçılara tanınan bu ayrıcalıklı konum, ilerleyen yıllarda statülerine ilişkin çetrefilli bir tartışmanın yaşanmasına neden olmuştur.

Devlet tiyatrosuna yönelik yaşanan tartışmaların bir diğer sebebi de kuruluş kanunun kapsamından kaynaklanmaktadır. Kanunda temel bazı düzenlemelere yer verilmiş olmakla birlikte, kimlere sanatçı denileceği, sanatçıların statüsü ve tiyatronun işleyişine yönelik birçok madde belirsiz bırakılarak, kurum tarafından bir tüzük çıkarılması öngörülmüştür. Kurucu kanunun oldukça genel bir çerçeve çizmesi ve teknik konulara yönelik işleyişi düzenlememiş olması, uzmanlık gerektiren konuları düzenlemeyi kurumun kendisine bıraktığını göstermektedir.

10 Haziran 1949 yılında Devlet Tiyatro ve Opera Genel Müdürlüğü kurulurken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel olarak kalbinin attığı merkez olarak kabul edilen İstanbul değil, yoğun olarak bürokratların yaşadığı başkent Ankara tercih edilmiştir. Bu tercih seyirci kitlesi olarak Ankara’daki bürokratların hedeflendiğini ve bu alanda gelişmelerinin önemsendiğini göstermektedir. Bu noktadan bakıldığında, devlet tarafından desteklenen, devlet memuru statüsündeki sanatçılar tarafından ortaya koyulan ve yine devlet memurları ile bürokratları hedef kitlesi olarak gören oldukça ilginç bir yapı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bu yapı uzun yıllar taraflardan hiçbirinin ne bürokratların, ne politikacıların, ne sanatçıların ne de seyircilerin şikâyeti olmaksızın süregelmiştir. Tüm tarafların kendince fayda sağladığı sistemde devletin maddi desteğinin sınırları, bu destekle birlikte sanata müdahalesi, sanatın yaratıcılığını kaybetmesi, kısacası günümüzde sıklıkla tartışılan konular gündeme hiç gelmemiştir. Ancak aradan geçen yıllar ve gitgide hızlanan değişimin etkisi, sarsılmaz bir kale gibi görünen bu sistemin dahi sorgulanmasına neden olmuştur (Akdede, 2011: 160).

85

1947’de Tatbikat Sahnesi’nin yönetimine getirilen Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatrosu ve Operası’na kurulduğu yıl genel müdür olarak atanmıştır. Ertuğrul’un bu göreve getirilişinin nedeni deneyimli bir tiyatro sanatçısı olmasının yanı sıra, seyirci ile tiyatroyu buluşturma konusundaki başarısına da dayanmaktadır. Nitekim kurumda yaptığı ilk düzenlemelerden birinin düzenli bir seyirci kitlesi oluşturmak adına memurlara indirimli ve taksitli abonelik uygulamasını başlatması olmuştur. Tiyatronun toplumda yaygınlaşmasını ve toplumun bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlamak için her pazar sabahı Büyük Tiyatro’da tiyatroya yönelik konferanslar düzenlenmiştir. Böylece yalnızca kuruma kemikleşmiş bir seyirci kitlesi kazandırmakla kalmamış, aynı zamanda seyircilerin de tiyatro sanatı hakkında bilinçlenmesini ve bu sanat dalını benimsemelerini sağlamış, tiyatroya karşı duyulan aidiyet duygusu artmıştır (Nutku, 2008: 336-346).

Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllar ile günümüzdeki kültür politikaları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklardan biri olarak devlet tiyatrolarının yapısını incelemek yerinde görünmektedir. Demokrasinin fiilen uygulanamadığı tek parti döneminde siyasetin bürokratlar tarafından yapılması, devlet ve siyaset kavramlarının birbirinin içine geçmesine, toplumda bu konudaki kafa karışıklığının ötesinde bir durumun meydana gelmesine neden olmuştur. Devletin, batının üstün olduğu düşünülen kültür seviyesine çıkabilmek ve ulus bilincinin yerleşmesini sağlamak için bizzat desteklediği sanatı ortaya koyan sanatçıların kendilerini birer devlet memuru olmaktan ziyade, siyasi bir kimliğe sahip olarak görmeleri, bu döneme ilişkin tartışılan konulardan biridir (Akdede, 2011: 159).