• Sonuç bulunamadı

2. SİYASAL BOYUT

2.1. Bir Propaganda Aracı Olarak Sanat

Toplum ile doğrudan etkileşim halinde olan tiyatronun bu özelliği onu, devlet için daha da önemli kılmaktadır. Antik çağlardan bu yana çeşitli yasaklamalara rağmen varlığını sürdürmeyi başaran tiyatronun tamamen yok olması gibi bir ihtimal olmadığına göre, devletler tiyatroya kendi çıkarlarına göre müdahale etme yolunu seçmektedir. Sabuncu’ya göre devletin konservatuarlar ve tiyatro okulları açması, ödenekli tiyatrolar kurması gibi girişimler de, Kültür Bakanlığı, tiyatro genel müdürlükleri ve genel sanat yönetmenleri eliyle kendi ideolojisine uygun tiyatro anlayışını yerleştirmeyi amaçlamasının bir sonucudur (Sabuncu, 1977: 9). Böylece okullarda başlanan hakim ideolojiye uygun vatandaş yetiştirme faaliyetleri sanat alanında da devam edecek, toplumun olası en muhalif kesimi de nispeten ehlîleştirilmiş olacaktır.

Hükümetler iktidarlarını güçlendirmek ve sağlamlaştırmak için hiçbir aracı kullanmaktan çekinmemektedirler. Bu araçlardan biri de, hiç şüphesiz sanattır. Sanatçı tarafından özgür olarak üretilmesi beklenen sanat eserleri, sıklıkla hükümet ideolojilerinin güdümüne, ya da denetimine maruz kalmaktadır. Devletin bu noktada sanatı koruyarak mümkün olduğunca özgür üretim süreci sağlayacak bir mekanizmaya sahip olması beklenir. Bu mekanizma son dönemlerde yoğun olarak tartışıldığı gibi özerk bir sanat kurumunun ötesinde, çeşitli vergi muafiyetlerini, yasal düzenlemeleri de içerdiği takdirde sanatçının kendini tam anlamıyla ifade ettiği ürünler verebilecektir (Kongar, 1999: 114).

20

Devletin desteği sanata müdahaleyi de beraberinde getiren bir durumdur. Sunulan sanat eserlerinin kendi ideolojisine yakın olanlarını desteklerken, marjinal gördüklerini desteğinden mahrum bırakmak, iktidarların doğal bir refleksidir. “Sanat kamu politikasının konusu olduktan (sanatın kamu yararına desteklenmesinden) sonra politize olması kaçınılmazdır” (Ulusoy, 2005: 42).

Türk Dil Kurumu tarafından “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına

tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca” olarak tanımlanan propaganda, I. Dünya Savaşı sırasında siyasal

amaçlarla kullanılmaya başlaması ile birlikte toplumda çoğunlukla olumsuz bir anlamı çağrıştırmaya başlamıştır. Başka bir bakış açısıyla “sahip oldukları belirli

ideolojiler, daha görünür kılmak için bir araya gelmiş sosyal, dini veya siyasi herhangi bir grupta yazılı veya sözlü tüm bildiriler propagandayı ifade etmektedir”

(Barneys, 1928: 22).

1600’lü yıllarda Katolik Kilisesi’nin Protestan Reform Hareketi’ne karşı örgütlenerek Sacra Congregatio de Propaganda Fide (Katolik İman Yayma Cemaati) olarak adlandırılan propaganda örgütü kurulmuştur. Bu örgüt, tarihte ilk defa isminde propaganda geçen bir kurum olması ve Katolik inancını yaymaya yönelik propagandanın bireysel düzeyden topluluk düzeyine çıkaran bir anlayışa sahip olması nedeniyle önem taşımaktadır. Ancak bu tarihin de öncesine giderek Mısır’da firavunların yaptırdığı piramitler, Roma tapınakları gibi eserlerde siyasi iktidarların güçlerini vurgulamak üzere yapılmış olan propaganda örneklerini görmek mümkündür. Propaganda tekniklerini kullanarak kitleleri ikna etmek olgusu çok eski yüzyıllara dayansa da, on dokuzuncu yüzyılda ulus devletlerin ortaya çıkışı örgütlü propagandanın siyasal yaşamda düzenli olarak kullanılmaya başlamasına zemin hazırlamıştır (Qualter, 1980: 257).

Günümüzde yaygın olarak, kullanımının olumsuz anlamlar çağrıştırdığı propaganda sözcüğü, yirminci yüzyıla kadar düşüncelerin ve inançların yanı sıra ticari reklamların yayılması anlamını taşıyan tarafsız bir sözcük olarak toplum hayatında yer almıştır. Propagandanın tarihi açısından 1. Dünya Savaşı bir kırılma noktası olmuştur. Kamuoyunu etkileyerek savaşa katılacak asker bulmaya yönelik olarak devletlerin uyguladığı propaganda, yanlış bilgilendirme ve bazı bilgilere

21

halkın ulaşımının kısıtlanması olarak anlamlandırılmış, savaşın ilerleyen dönemlerinde düşmana uygulanan psikolojik savaş unsuru olarak kabul edilmeye başlanmıştır (Clark, 2004: 12).

Barneys’in propagandanın gücüne dikkat çekmek için “Propagandanın hiçbir

zaman sonu gelmeyecek. Akıllı insanlar propagandanın verimli sonuçlar elde etmek için savaşabilecekleri ve karmaşayı çözümlemeye yardımcı olacak modern zamanın bir aracı olduğunu fark etmeliler.” İfadesini kullanmıştır (Barneys, 1928: 159).

Propagandanın topluma ulaşmasının en etkili yollarından biri olan sanatın da bu bağlamda düşünüldüğünde, ideolojiler tarafından topluma fikirlerini yayma ve ikna etme aracı olarak kullanılmasının sonunun gelmeyeceğini öngörmek mümkündür.

Edman sanatın oldukça güçlü bir propaganda unsuru olabileceğinin altını çizmiştir: “Werther bir intihar dalgası yaratabilir; Tom Amcanın Kulübesi bir ırkı

esirlikten kurtarmaya doğru bir hareketi alevlendirebilir. Sanatçı hayal gücü ile bir milletin ihtiraslarına dokunarak uzun zamandır ayakta duran adetler ile müesseseleri ve aklın yerleşmiş düzenini yıkabilir. Devlet Adamı bunun farkındadır. Elindeki kanunlara rağmen devlet adamı, türküler çağıran şairden ve ihtirasları dile getiren sahne yazarından daima korkmuştur. Yalnız duyusal tehlikeleri değil, aynı zamanda ayartıcı bir sanatın siyasi tehlikelerini önlemek üzere sansür, medeni dünyada tekrar tekrar ortaya çıkmış durmuştur.”(Edman, 1991: 49). Edman’ın da

ifade ettiği gibi sanatın yaratacağı etkinin önüne geçilmesinin en etkili yolu sansürdür. İktidarın çıkarlarına ters düşen sanat eserleri için geliştirdikleri en yaygın savunma mekanizması olan sansür, tarih boyunca birçok sanatçıya uygulanmıştır.

Tiyatronun devlet tarafından propaganda aracı olarak kullanılması geleneğinin ilk örneklerinden biri Roma İmparatorluğu’dur. Halkın imparatorluğun gücünü görerek biat etmesi için yapılan askeri geçitlerin yanı sıra, ihtişamlı ve süslü tiyatro salonlarında oynanan tiyatro oyunları da benzer bir etki yaratmayı amaçlamaktadır (Konur, 2001: 15). Oynanan oyunların başarısı sanatsal değerinden çok halkı ne kadar etkilediği ile ölçülmektedir. Benzer şekilde kilise tarafından Hristiyanlığın yayılması, devrim yanlıları tarafından Fransız Devriminin yaygınlaştırılmasında da tiyatro önemli bir yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu ilk yıllarda, Cumhuriyet Halk Fırkasının bir yan örgütü olarak teşkilatlanan Halkevleri

22

tarafından tiyatro, inkılapları halka daha iyi anlatabilmek için önemli bir araç olarak görülmektedir (Konur, 2001: 15).

Günümüz modern toplumlarında sanatın politika ile yollarının kesiştiği ilk nokta, propagandanın siyasi hayatta öneminin yükselişe geçtiği 1. Dünya Savaşı’nın öncesine dayanmaktadır. Şehir devletlerinden başlayarak iktidarlar, güçlerini sembolize etmek için sanatın birçok dalından yararlanmışlardır (Clark, 2004: 14).

Propagandanın siyasal amaçlarla en yoğun olarak kullanıldığı dönemlerin başında gelen 1. Dünya Savaşı’nda, örtülü amacı propaganda yapmak olan, Britanya Enformasyon Bakanlığı’nın kurulması ile Amerikan aydınları ve kamuoyu İngiltere yanında yer almaya ikna edilmiş, bu gelişme savaşın seyrini değiştirmiştir (Altun, 2010: 26). İlerleyen yıllarda da egemen ideolojiler tarafından kullanımı yaygınlaşan propagandanın adeta sembolleştiği dönemlerden biri Hitler’in Almanya’sı olmuştur. Hitler I. Dünya Savaşı’ndan Almanya’nın yenik çıkmasının sebebini, Britanya ve ABD’nin yoğun propagandalarıyla baş edilemeyişine bağlamıştır. Bu nedenledir ki iktidarı boyunca çeşitli ideolojik aygıtlar kullanarak görüşlerini yayma yoluna gitmiştir. Resim, müzik, sinema, tiyatro gibi çeşitli sanat dallarından yararlanan Hitler, Propaganda Bakanı Goebbels’ın büyük katkısıyla uyguladığı politikaların ne kadar yerinde ve doğru olduğu konusunda kamuoyunu ikna etmeyi başarmış, ve belki de tarihin en büyük soykırımı bu şekilde tüm dünyanın gözü önünde yapılmıştır.

Çevresinde olup bitene kayıtsız kalmamak, sanatı besleyen bir unsurdur. Toplumun aksayan yönlerini vurgulayarak bunları eleştirmenin ötesinde, olası çözüm önerilerini de ortaya koymak sanatın muhtevasında bulunmaktadır. Sanatın özünü oluşturan bileşenlerden olan eleştiri, sanat ve siyasetçinin karşı karşıya gelmesinin önündeki en temel sebeplerdendir. Mevcut düzen yanlısı siyasetçiler eleştirel sanat ile sıklıkla çatışırken, düzenin değişmesinden yana olan muhalefet yanlıları bu hedeflerini sanatın da desteği ile pekiştirme yoluna gitmektedir. Ancak bu ittifakların da çok uzun süreli olmadığı, muhalefetin iktidara geldiğinde sanat ile arasına mesafe girdiğini tarihteki Napolyon-Beethoven örneğinden de görülmektedir. Napolyon’un özgürlük ve eşitlik vaatleriyle yapmış olduğu konuşmalar Beethoven’ı ona bir senfoni adayacak kadar heyecanlandırmıştır. Ancak, Napolyon’un imparatorluğunu

23

ilan etmesiyle bu umut sönmüş, hayal kırıklığına uğrayan Beethoven Bonaparte olan senfoninin adını Eroica olarak değiştirmiştir (Kongar, 1999: 41-42). Sanatın tüm iktidarlara eleştirel yaklaşması aradaki mesafenin ortaya çıkmasının altında yatan temel sebeptir. Bu eleştirel tutum, iktidar ile sanat arasında tarihin en eski çatışmalarından biri olarak kabul edilen duruma yol açmıştır (Şimşek, 2007: 10).

Devlet ödenekli tiyatrolara aradaki organik ilişki nedeniyle doğrudan müdahale edebildiği gibi, özel tiyatrolara da dolaylı yollardan yaptırımda bulunmaktadır. Özel tiyatrolar yüksek vergi oranları, salon kiraları ile mücadele ederek varlıklarını sürdürmeye çalışırken devletin verdiği ödenek hayati bir öneme haizdir. Ancak bu ödeneğin verilmesinin gayri resmi koşullarından biri egemen ideolojiyi eleştirmemektir. Böylece ekonomik dar boğazdan kurtulmak isteyen tiyatroların söz konusu ödenekleri alabilmek için oto sansür uygulamaları sıklıkla karşılaşılan bir gerçekliktir.