• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de sanat daha çok Kıta Avrupa’sında görülen merkeziyetçi modele uygun bir anlayışla finanse edilmektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir millet kültürü oluşturmak adına benimsenen bu sistem, yıllar geçtikçe köklü bir değişikliğe uğramamış, değişiklikler mevcut sistemi iyileştirmek adına yapılmış, yapısal bir değişimi öngörmedikleri için çağın oldukça gerisinde kalmıştır. Sanata aktarılan kaynağın çok büyük bölümü devletten alındığı için, sanatsal özgürlükten yalnızca yönetimin müsaade ettiği ölçüde söz edebilmek mümkündür. Sanatın ve sanatçıların finansal açıdan devlete bağımlılıkları, devletin bunlar üzerinde bir yaptırım gücüne sahip olmasını ifade etmektedir.

Sanatı bu ilişkinin getirdiği kısıtlamalardan kurtarmak için üretilebilecek muhtemel çözümlerden biri İngiltere’deki Sanat Konseyi sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Devletin doğrudan müdahalesi olmaksızın sanatın yönetilmesi noktasında bağımsız bir konseyin fonksiyon göstermesi oldukça cazip görünmektedir. Ancak bu sistemin uygulandığı ülkelerdeki altyapının da büyük önem taşıdığı unutulmaması gereken bir noktadır. İngiltere örneğinden devam edecek olursak, Türkiye’dekine kıyasla daha yerleşik bir demokrasi geleneğinin ve daha sınırlı bir kültürel çeşitliliğin olduğunu ifade etmek mümkündür. (Akdede, 2013b).

Ülkemizde, batılı anlamda tiyatronun varlık göstermeye başlamasının tarihi Tanzimat dönemine kadar gitmektedir. İlk olarak yalnızca Gayri Müslim tebaa tarafından oynanan ve izlenen dilde tiyatro oyunları, yabancı elçilerin ve diğer ülkelerden gelen misafirlerin izleyebilmesi için saraya çağırılması ile, tiyatro sanatının saray erkanı tarafından tanınmasını ve benimsenmesini sağlamıştır. Sarayın

131

isteği üzerine eserlerin Türk diline çevrilmesi ile tiyatro Müslüman halkın da ilgisini çekmeye başlamış ve tiyatro artık Türk sanat hayatının vazgeçilmez bir parçası olma yoluna girmiştir.

Türk toplumunda tiyatronun kurumsallaşmasına yönelik atılan en önemli adım 1914 yılında İstanbul Şehremaneti’ne bağlı olan Darülbedayi’nin kurulması olmuştur. Kurumun yaşadığı maddi sıkıntılar belediyeden aktarılan nakdi yardım ve bağışlara bağlı kaldığı sürece çözülememiştir. Özellikle çağdaş tiyatro alanında hiçbir kültürel birikime sahip olmayan Türk toplumunda, bu sanatın varlık gösterebilmesi ancak devletten maddi destek görmesi ile gerçekleşmiştir. 1931 yılında yapılan düzenleme belediyenin ödenekli kurumu haline gelen Darülbedayi, günümüzde İstanbul Şehir Tiyatroları olarak varlığını sürdürmekte, bu modeli örnek alan Ankara, Bursa, Kocaeli, Eskişehir şehir tiyatrolarının yanı sıra, Bakırköy ve Sarıyer Belediye tiyatroları gibi ödenekli ilçe tiyatroları da sanat hayatında varlık göstermektedirler.

Kurulduğu ilk yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir birim olarak faaliyet gösteren, yıllar içinde bağlı olduğu bakanlıklar da değişkenlik göstermiş olmakla birlikte günümüzde Devlet Tiyatroları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Trabzon, Diyarbakır, Antalya, Erzurum, Konya, Sivas, Van, Gaziantep, Malatya, Elazığ, Samsun, Çorum, Zonguldak, Kahramanmaraş, Denizli ve Ordu’da bulunmaktadır. Devlet Tiyatroları merkezi yönetime bağlı ödenekli kurumlar olup burada çalışan sanatçılar devlet memuru statüsündedir ve devlet memurlarının yararlandığı her türlü haktan yararlanabilmektedir.

Ödenekli tiyatrolara yönelik tartışmaların odak noktasında sanatçıların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi olmaları ve kurumda yapılan her türlü harcamanın devlet bütçesinden karşılanması bulunmaktadır. Yani başka bir ifadeyle ödenekli tiyatrolar devlet tarafından, kamu yönetiminin bir parçası olarak görülmekte, diğer kamu kurumları gibi devleti temsilen ve devlet yararına faaliyette bulunmaları beklenmektedir. Öte yandan sanatın muhalif duruşu ve özgür yaratım sürecine sahip olma eğilimi çok da istisnai bir durum değildir.

132

Tam da bu noktada kamu yönetimi ile sanatın arasındaki ilişkinin sınırlarının iyi belirlenmesi gerekmektedir. Bir yanda kendisine yalnızca bütçe olarak değil yönetsel anlamda da bağlı bulunan bir kurumu mevcut kamu yönetimi anlayışı ve belirli kriterlere göre yönetmek isteyen devlet aygıtı, diğer yanda devletin desteği olmaksızın üretimini sürdürmesi oldukça zorlaşacak olan bu nedenle, kamu şemsiyesi altında kalmak isteyen ancak ürettiği eserlerin muhteviyatına ve nasıl ürettiğine karışılmasını istemeyen sanat üreticilerinin olduğu bu denklemde akılcıl bir çözüme ulaşmak arayışı uzun zamandır devam etmektedir.

Tiyatronun yönetimi konusunda yaşanan sıkıntıların tartışılmaya başlanması daha Darülbedayi’nin kurulduğu yıllarda başlamıştır. Yıllar boyunca çeşitli öneriler getirilmiş, ancak uygulamada sorunları tamamen çözecek bir çözüm geliştirilememiştir. İlk defa 1978’de CHP’li Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı tarafından dile getirilen özerk bir Kültür ve Sanat Kurumu kurulması hedefi bir türlü uygulamaya geçirilememiştir.

Konuya ilişkin sorunlar yıllar içinde katlanarak büyümüş, 2013 yılında Türkiye tarihinin en eski tiyatro kurumu olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında yapılan yönetmelik değişikliği bir kırılma noktası olmuş, taraflar arasında yaşanan anlaşmazlık bir kriz ortamına dönülmüştür. Yönetmelik değişikliğini yapan Ak Parti iktidarının muhafazakar oluşu ve sanata yönelik önceki söylemleri, tepkilerin artmasına ve sorunun farklı boyutlara dönüşmesine neden olmuştur. Gitgide büyüyen kriz “ödenekli tiyatrolar kapatılıyor mu?” sorusunun ülke gündemine yerleşmesine yol açmıştır.

Yalnızca tiyatro değil, diğer sanat dallarında faaliyet gösteren tüm kurumların devletten bağımsız, özerk birer kurum haline getirilmesi tartışmaları sürerken yapılan bu çalışmada, hem Türkiye’de günümüze kadar geçen zamanda tiyatro yönetiminde nasıl aşamalardan geçildiği incelenmiş, hem de tiyatronun devlet ile ilişkisinin nedenleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır.

Yeni bir model önerisinin ortaya koyulması açısından dünyadaki diğer ülkelerde uygulanan tiyatro yönetimine yönelik belli başlı modeller incelenmesinin de önem taşıdığı düşünülerek çalışmada bu konuya da yer verilmiştir. Ancak bu

133

modellerin birebir adapte edilmesinin, her ülkenin kendi dinamikleri olduğu göz önünde bulundurulduğunda sağlıklı olmayacağı kanısına varılmıştır. Nihayet sanat yönetiminde rol oynayan hem bürokrat ve siyasetçiler, hem de sanatçılar açısından konu ile ilgili yapılan mülakatlar ışığında alandaki boşluğun doldurulması hedeflenmiştir.