• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. GÜNEY KORE KALKINMA MODELİ VE GÜNEY KORE KALKINMA MODELİNİN TÜRKİYE’YE KALKINMA MODELİNİN TÜRKİYE’YE

3.4. GÜNEY KORE MODELİNİN TÜRKİYE’YE UYGULANABİLİRLİLİĞİ UYGULANABİLİRLİLİĞİ

3.4.1. Dünya Ekonomisi

Güney Kore mucizesini mümkün kılan önemli nedenlerden biri de dünya ekonomisi ve ticaretinin 1960’lı yıllarda hızlı bir büyüme süreci içine girmesidir. Bu süreç, dünya pazarlarının hızla büyüdüğü, gelişmiş ülke pazarlarında büyük fırsatların ortaya çıktığı, işçi maliyeti düşük bazı gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine entegrasyonunun kolaylaştığı, gelişmekte olan ülkeler için uluslararası finans kaynaklarına ulaşımın kolaylaştığı ve çok uluslu şirketlerin üretimlerinin bir bölümünü, gelişmekte olan ülkelere kaydırdıkları bir dönem olmuştur. Böyle bir süreçte, belli bir sanayi altyapısına sahip ve etkin devlet müdahaleleri ile yönetilen ekonomiler çok başarılı olabilmişlerdir.

Buna ek olarak, jeopolitik ve jeostratejik etmenlerde çok önemli rol oynamışlardır.

Amerika, o zamanki komünist ülkelerle sınırı olan Güney Kore’nin ekonomik olarak güçlü ve kendisine yeterli bir ülke olarak gelişmesine destek vermiştir. Güney Kore’yi, komünist rejimler karşısında kapitalist sistemi kullanarak gelişen ve halkının refah seviyesini artıran ülke olarak lanse etmek istemiştir. Günümüzde Orta Doğu’da meydana gelen olaylar jeopolitik ve jeostratejik açıdan Türkiye’nin önemini artırmıştır.

Güney Kore 20. yüzyılda kominist rejimlere karşı kapitalist rejimlerin başarı öyküsü olarak gösterilmek istenmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise teokratik rejimlere karşı demokratik rejimlerin başarı öyküsü olarak Türkiye gösterilmek istenmektedir. ABD

1960’lı yıllarda özellikle Güney Kore Devleti’ne önemli yardımlarda bulunmuştur.

Japonya, Çin ve Rusya üçgeninde arada sıkışıp kalmış olan Güney Kore’yi, bölgede kullanabileceği bir üs olarak görmüş ve bu ülkenin güçlü olması için çalışmıştır. Güney Kore Devleti dönemin koşullarına uygun olarak ABD’nin askeri üssü olmuş, ancak bu bedelin karşılığında yapılan ekonomik destekleri ülke menfaatleri doğrultusunda kullanarak, kalkınma hamlesini gerçekleştirebilmiştir. Bu noktada şunu belirtmek gerekir ki; Türkiye bugün hem ABD’nin askeri üssü konumunda olan ve aynı zamanda bu bedelin karşılığını ya hiç alamayan, ya da doğru kullanamayan bir ülke durumundadır.

Dünya ekonomisinin globalleşmesi ve gelişmekte olan ekonomilerin de son yıllarda hızla dünya ekonomisine entegre olmaları, bir taraftan bu ülkelere büyük imkanlar sunarken, diğer taraftan bu ülkelerin piyasalara güven verecek ekonomik politikalar gütmelerini gerekli kılmaktadır. Böyle bir ortamda, piyasaların gerektirdiği yüksek kriterleri sağlayan ülkeler hızla kalkınmakta, bu kriterleri sağlayamayan ülkeler ise hızla marjinalize olmaktadır. Bu nedenle her ne kadar gelişmekte olan ülkelerin önümüzdeki 10 yılda ortalama % 5 oranında büyüyeceği tahmin ediliyorsa da, bu büyümenin eşit dağılmayacağı açıktır. Makro ve mikro istikrarı sağlayacak, yatırım ve tasarruf oranlarını artıracak, yabancı sermaye yatırımlarını ve ülkenin teknoloji ve ihracat potansiyeline katkıda bulunacak sektörleri destekleyecek politikalar uygulayabilen devletler başarılı olacaktır.

1995’ten beri dünya üretimindeki toplam büyümenin % 60’ı ABD’deki büyümeden kaynaklanmıştır. Bu, ABD’nin dünya GSYİH’sındaki payının iki katıdır.

Bu durum büyük ölçüde Amerikan halkının harcamalarındaki büyük artıştan kaynaklanmıştır. 1995’ten beri ABD’de iç talep ortalama % 3,7 oranında artmıştır.

Dünya büyümesinin bu kadar ABD talebine bağımlı oluşu önemli riskleri beraberinde getirmektedir. ABD’nin tasarruf oranı, en düşük seviyesinde bulunmaktadır; 1980’lerde dünyanın en büyük borç veren ülkesi olan ABD artık dünyanın en büyük borçlu ülkesi haline gelmiştir. ABD halkı, ya yüksek borçların etkisiyle eninde sonunda daha fazla tasarruf etmeye başlayacak, ya da yabancılar Amerika harcamalarını finanse etmekte

gittikçe daha isteksiz olacaktır. Sadece ABD’nin büyümenin motoru olduğu bir dünya ekonomisi böyle devam edemeyecektir.164

Avrupa ve Japonya, ekonomik büyüklükleri sebebiyle dünya ekonomisinin motoru olmaya aday olabilecek konumda olsa da, ekonomilerindeki sorunlar buna engel olmaktadır. İki bölge de yaşlanmakta olan nüfuslarının getirdiği sorunlarla (sosyal sigortalar sisteminin zorlanması ve tüketimin azalması gibi) ve büyümeyi azaltan yapısal sorunlarla başa çıkmaya çalışmaktadır. İki bölgede de son yıllarda başarısız makro ekonomi politikaları uygulanmıştır.165

Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Japonya Devleti 1980’lerin sonunda patlayan varlıklar balonunun sonuçlarının yansımaları sebebiyle son on yılda deflasyon ve durgunluk sorunundan kurtulamamıştır. Avrupa’da sıkı makroekonomi politikalarına aşırı bağlılık ekonomideki kötüleşmeyi artırmıştır. Ancak, iki bölgede de bir şeyler değişmekte, reform gereği anlaşılmaya başlamaktadır.166

2003 yılı başındaki yavaşlamaya rağmen, Asya-Pasifik ülkeleri son dönemlerde yine dünyanın en hızlı büyüyen bölgesi olmuştur ve büyümenin artarak sürmesi beklenmektedir. Büyümenin en önemli faktörlerinden biri net ihracat olmuştur. Bir çok ülkede, ABD Doları’na açık veya zımni olarak bağlanan kurlardaki devalüasyon bunu etkilemiştir. İç talebin rolü krizi takip eden döneme göre artmışsa da, dünya ekonomisindeki gelişmeler bölge ekonomisini belirleyen en önemli etmen olmuştur.

Asya Pasifik ülkelerinin bir çoğunda, 2003 yılı başlarındaki yavaş büyümeye karşı uygun politikalar uygulanmıştır. Para politikası gevşetilmiş; buna rağmen enflasyonun da kontrol altında tutulması başarılmıştır. Ancak Hindistan ve Filipinler gibi kronik yüksek kamu borcu olan ülkelerde genişletici mali politikalar uygulama imkanı çok daha kısıtlı olmuştur. Bölgedeki pek çok ülkenin resmi rezervlerini artırmaya devam

164 MEADOWS, H. D. ve Diğerleri; Ekonomik Büyümenin Sınırları, Çev. Kemal Tosun ve diğerleri, İşletme İktisadı Enstitüsü Yayını No.112, İstanbul 1990, s: 328; ALFRED, C.; Strategy and Structure:

Chapters in the History of the American, Industrial Enterprise Cambridge, Mass, 1962, The visible Hand: The Managerial Revolution in American Business, Cambridge Mass. 1977, s: 135.

165 GÖNEL, F. D.; a.g.e.; s: 68.

166 RODRIK, D.; Yeni Küresel Ekonomi Ve Gelişmekte Olan Ülkeler, Sabah Kitapları, İstanbul 1999, s: 311.

ediyor olmaları bu ülkelerin esnek kur politikasına geçişi sağlayabilecek reformları henüz yapmak niyetinde olmadığını göstermektedir.167

Dünya trendlerine kısaca işaret edildikten sonra, Türkiye’nin Güney Kore modeli ışığında nasıl bir ekonomik politika izlemesi gerektiği incelenebilir. Türkiye’nin 1960’lı yıllardan günümüze gösterdiği ekonomik performans dünya üzerindeki birçok ülkeden iyi olmakla beraber, Güney Kore ve diğer birkaç başarılı uzak doğu ülkesi ile kıyaslanamayacak durumdadır. Türk ekonomisi 1980’li yılların başlarından itibaren ithal ikameci bir sanayileşme stratejisinden ihracata dayalı ve liberal bir sanayileşme stratejisine dönmüştür. Reel kur politikası uygulanmış, ithalat liberalleşmiş ve ekonomi hızla dışa açılmıştır. Bunun sonucu 1965-1980 yılları arası % 5 civarında olan ihracat artışı 1980-1995 arasında yaklaşık % l0 seviyelerine çıkmıştır. Ancak yapılması gereken daha bir çok şeyin olduğunu aşağıdaki tablodan anlamak mümkündür.

Tablo 14: Asya-Pasifik ülkeleri Ortalama GSMH ve Kişi Başına GSMH Artış Hızı (1960-1990)

Kaynak: UN. Handbook of International Trade and Development Statistics, 1991, s: 440-443; KOZLU, C.;

Türkiye Mucizesi İçin Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri kitabından aktarılmıştır, s: 318.

Türkiye’nin ekonomik kalkınma açısından yapması gerekenler iki grupta toplanabilir. Birincisi; ekonomik kalkınma stratejisinin tanımlanmasıdır. İkincisi ise; bu yeni stratejide devletin rolünün belirlenmesi ve bu çerçevede devletin yeniden yapılandırılmasıdır.

Bu çalışmanın başından beri irdelenmek istenen nokta; günümüzde ekonomik kalkınma sürecinin “öğrenme” ya da “teknolojik değişimin yönetilmesi” olduğudur.

167 KUTLU, E.; Dünya Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Basımevi, Eskişehir 1996, s: 109.

Kalkınmakta olan ülkeler, dünya teknoloji eğrisinin gerisinde olduklarından, gelişmiş ülkelerden alabilecekleri bir teknoloji yelpazesine sahiptirler. Kalkınmaları bu transfer ettikleri teknolojiyi ne hızla ve etkinlikle özümsediklerine bağlıdır. Dolayısı ile, neoklasik teorinin savunduğu gibi mukayeseli üstünlük artık ülkelere bahşedilen bir unsur değil, devletin doğru politikalar üreterek yaratabilecekleri bir olgu halini almaktadır. Güney Kore buna iyi bir örnektir.