• Sonuç bulunamadı

2. NURETTİN TOPÇU ve MÜMTAZ TURHAN’IN YETİŞTİĞİ FİKRİ ORTAM

2.1. Dönemin Sosyo-Kültürel Yapısı

Nurettin Topçu ve Mümtaz Turhan toplumsal gelişmelerin çok hızlı geliştiği bir dönemde yaşamış, bu dönemdeki fikri ortamdan etkilenmişlerdir. Bu dönemdeki fikrî ortamın temelleri II. Meşrutiyet dönemine dayanır. Bu dönemde Osmanlı Devletinin giderek güç kaybetmesi sonucu ülkenin kurtuluşu için çareler aranmış, bu düşünceler çeşitli fikir akımlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu fikir akımlarının başında Osmanlıcılık, Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık ve Anadoluculuk gelmektedir.

Osmanlıcılık, XIX. Yüzyılın başından itibaren Milliyetçilik akımının etkisiyle artan toprak kayıplarını engellemek için ortaya atılmış, ancak Balkan Savaşları sonrası balkan uluslarının bağımsızlığını kazanmalarıyla etkisi azalmıştır. Türkçülük, II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkmasına rağmen özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde etkili olmuştur. İslamcılık, II. Meşrutiyet Döneminde imparatorluğun yıkılışını engellemek üzere ortaya atılmış, temel İslami kaynaklara dönüş ve Müslümanlar arasında siyasî birliğin kurulması anlamında kullanılmıştır. Batıcılık ise Osmanlı Devletinin son dönemlerinde Batının üstünlüğünün kabul edilmesiyle yaygınlaşmış, Batının sadece ilmiyle ve tekniğiyle değil, bütün ruhuyla, duyuş ve düşünüşüyle alınması şeklinde gelişmiştir.1

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da Türkçülük ve Batıcılık fikir akımları etkili olmuştur. İnkılâplar döneminde ise özellikle Atatürk’ün ‘muassır medeniyetler düzeyine çıkmak’ hedefi doğrultusunda Batıcılık akımının çok fazlaca ön plana çıktığı ve Batının sadece ilim ve tekniğiyle değil bütün ruhuyla, duyuş ve düşünüşüyle taklit edilmeye çalışıldığı görülür. Bu dönemde Batının tüm değerlerinin alınması gerektiğini savunan düşünürler olduğu gibi bu görüşün karşısında yer alan düşünürler de vardır. Bu çalışmada eğitim anlayışını incelediğimiz Nurettin Topçu ve Mümtaz Turhan Batının taklidine şiddetle karşı çıkan düşünürler arasında yer almışlardır.

Anadoluculuk ise 20. yüzyıl başlarında I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğundan geriye kalan Anadolu topraklarını merkeze alarak ortaya konulan yeni bir siyasî yönelim ve kimlik edinme süreci doğrultusunda

1

Mustafa Gündüz, II. Meşrutiyet’in Klasik Paradigmaları İçtihad, Sebilü’r-Reşad, ve Türk Yurdu’nda Toplumsal Tezler, İstanbul: Lotus yay., 2007, s.28-38’den özetlenmiştir.

benimsenen bir yaklaşım ve harekettir. Bu akımın öncüleri olarak Mükrimin Halil Yinanç, Remzi Oğuz Arık, Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Nurettin Topçu söylenebilir.2

Anadolucular, soyut bir İslam’dan değil, Anadolu’da Türk soyunun gelenekleri ile “yetkinleşmiş”, millî bir İslam’dan söz etmektedirler. Bu bağlamda, çağdaşlaşma süreçlerine karşı getirdikleri eleştirilerin yuvarlandığı çerçeve pür anlamda “din- toplumsal değişme” değil, “gelenek- toplumsal değişme” ikilemine karşılık gelir.3 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Anadoluculuk, din yerine milliyetçilik kavramının ön plana çıkmaya başladığı tarihsel bir ortamda önce kültürel nitelik taşıyan bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Bu kültürel hareket, düşünce olarak hayali vatandan gerçek vatana dönüşümün anahtarı şeklinde tarihsel bilincin oluşumu temeline dayandırılmış ve vatanın sınırlarını da Anadolu olarak çizmiştir. Bir bakıma Anadoluculuk akımı, milliyetçiliğin “vatan” eksenine dayalı bir yorumu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Milliyetçiliğin, ilerleyen yıllarda kazanacağı lâik muhtevanın aksine Anadolucuların yaklaşımında İslam dininin değerlerini, milliyetçiliğin kurallarına uydurma ve her ikisinin karışımından bir sentez oluşturma girişimleri, milliyetçiliği çağdaşlaşmanın karşısında bir işlev yüklenmeye itmiş ve bu işlevin Türkiye’deki sonuçlarından birisi de Anadoluculuk olarak ortaya çıkmıştır.4 Bu ifadelerden hareketle Anadoluculuk akımının milliyetçilik akımıyla aynı noktadan çıktığını ancak ikisinin aksi istikamette ilerlediğini söylemek mümkündür. Şöyle ki milliyetçilik Batılılaşma sürecinde İslam’dan uzaklaşmıştır. Ancak Anadoluculuk buna bir tepki olarak İslam’a yaklaşmıştır.

Dolayısıyla denilebilir ki, Hareket Dergisinin ve Nurettin Topçu'nun Anadoluculuk yorumu, Atatürk milliyetçiliğine ve Pantürkçülüğe alternatif bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Atatürk milliyetçiliğinin çağdaşlaşma atılımlarına karşın dinsel temaları ön plana çıkaran Anadoluculuk, milliyetçiliği tarihsel ve kültürel bağlamda yeniden yorumlayarak mistik bir vatan anlayışına yönelmiştir. Kültüre dayalı gelenekçi ve muhafazakâr bir yapının kurulmasını istemesi şeklinde kendini gösteren Anadoluculuk, Türkiye’de çağdaşlaşma ve gelenekçilik çatışmasının yeni bir halkası olarak kültürel, sosyal ve siyasal hayatta varlığını günümüze kadar sürdürmüştür.5

2

Köksal Alver , “Anadoluculuk ve Nurettin Topçu”, Hece, S.109, Ankara: 2006, s. 258. 3

Öğün, age, s.14. 4

Mithat Atabay, II. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Milliyetçilik Akımları, İstanbul:Kaynak Yay., 2005, s.222.

5

Anadoluculuk ideolojisinin, çerçevesini Misak-ı Millî ile sınırlandırması aslında kolayca resmî ideolojiyle örtüşebilir görünmekle birlikte, hiçbir zaman resmî görüş haline gelmemiştir. Bunun nedeni ise Anadoluculuğun İslam’a ılımlı yaklaşımı ve İslam’ı Anadolu kültürünün kurucu öğelerinden biri olarak tanımlamasıdır. Bu yaklaşım özellikle 1925’teki Şeyh Sait ayaklanmasının ardından devletin sahiplenmek istemediği bir yaklaşım haline gelmiştir. Şeyh Sait Ayaklanması’nın Türk ulusal kimliğinin oluşumuna etkisi incelendiğinde bu ayaklanmanın İslam’ın milleti bir arada tutan unsurlardan biri olduğuna olan inancı temelden sarsmış olduğu görülür. Bu nedenle Anadoluculuk resmî ideolojiyle hiçbir zaman barışamamıştır.6 Bu nedenle Anadoluculuk akımını benimseyen düşünürlerin Cumhuriyet Türkiye’sinde hiçbir zaman ön plana çıkarılmadıkları gözlenmektedir. Nurettin Topçu’ya üniversitede kadro verilmemesinin nedenin de bu olduğu söylenebilir.

Nurettin Topçu’nun Anadoluculuk anlayışı incelendiğinde coğrafya ile vatan kavramını ayırdığı ve bu kavramlara farklı anlamlar yüklediği görülür. Önce coğrafya vardır ve bu toprak parçası kendiliğinden bir değere sahip değildir. Onu değerli kılan, ona bir ruhun verilmesi ve belirli bir anlayışla ona yaklaşılmasıdır. İşte böylesi bir yaklaşım coğrafyanın vatana dönüşümünü sağlamaktadır. Topçu Coğrafyanın vatanlaşması hadisesini millet hayatının dönüm noktası ve kurucu unsuru olarak görür.7 Bu ifadelerden Topçu’nun coğrafyanın vatan olmadan önce hiçbir değerinin olmadığını milletle bağı olmayan bir toprak parçasının vatan sayılamayacağını, toprak parçasının ancak vatanlaştıktan sonra millet yaşamını temelden etkileyebileceğini savunduğu söylenebilir.

Nurettin Topçu, toprak esaslı bir millet düşüncesi ve toprak esasına dayalı bir kimlik oluşturma çabasındadır. Bu yönüyle Anadoluculuk soyut vatan fikri yerine somut vatan fikrini esas almıştır. Her zaman için millî kültürü önemseyen Topçu, Batıya teslim olmaz, Batıyı içermek ister. Batının içinde kaybolmayı değil; Batıyı kendi içinde eritmeyi ister. Batıya karşı olmadığını ancak işe kendi değerlerimizden başlamak gerektiğini aksi taktirde bunun taklitçilik olacağını ve bize hiçbir katkı sağlamayacağını vurgular. Bunu şöyle ifade eder:

Biz garbın değerini takdir ettiğimiz metotlarını kullanarak onunla kendi ilim zihniyetimizi meydana getireceğiz. Ancak şunu hiçbir zaman unutmamalıyız.

6

Seçil Deren, “Türk Siyasal Düşüncesinde Anadolu İmgesi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yay. 2003, C.4, s.539.

7

Düşünmeye başlarken Dekart’tan değil kendi fikir tarihimizden faraza millî

tarihimizin değilse de düşünce tarihimizin bir şahsiyeti olan Gazzali’den işe

başlamalıyız. Sonra Decakart ve Bacon’a uzanmak yerinde olur.8