• Sonuç bulunamadı

2.4. Devlet Adamı Olarak Halka YaklaĢımı

2.4.1. Cumhuriyet‘in KuruluĢuna Kadar Olan Dönemde Halka BakıĢı

Atatürk‘ün devlet iĢlerinde halka yaklaĢımı takip edilmesi gereken çok mühim bir olgudur. O, halkı Milli Mücadele‘ye katabilmek için büyük emek harcamıĢ, yeri geldiğinde onları zorlamıĢtır. Ancak bunları yaparken halkına olan inancını ve sevgisini hiç ama hiç kaybetmemiĢ, onların yanından bir an olsun ayrılmamıĢtır. KarĢılaĢtığı sıkıntılar ve olumsuzluklar karĢısında ne kendi moralini ne de halkın moralini bozmamıĢtır. Manevi evladının ifadesiyle, en kritik ve bütün memleketin en kötümser ve yoksul olduğu devirlerde dahi, hiç bir zaman, aĢağılık duygusuna kapılmamıĢ ve milleti de bundan sıyırmak için en büyük manevî kuvveti milletinin gücüne, kabiliyetine inanarak telkin etmiĢtir. Esasen bence Atatürk‘ün bize fert fert ve millet olarak en büyük telkini, hiçbir milletten kendimizi aĢağı görmemek, bilâkis kendimize güvenin her suretle arttırılmasıdır. KurtuluĢ SavaĢımızın en müĢkül günlerinde dahi bu manevî kuvvet, hem kendisinde hiç eksilmemiĢ hem de bütün millete bu üstün vasfı en kuvvetli olarak telkin etmiĢtir.48

Mustafa Kemal‘in Samsun-Havza yolunda bindiği hırpani Mercedes-Benz otomobili kim bilir kaçıncı defa bozulunca, yol kenarındaki tarlasında çift süren bir köylüyle konuĢması, bu bakımdan ne kadar mânâlıdır.:

—―Hemşeri! Düşman Samsun‘a asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat toprağı sürüyorsun?...‖

—―PaĢa, PaĢa! Sen ne diyorsun? Biz üç kardaĢtık. Ġki de oğul vardı. Yemen‘de Kafkas‘ta, Çanakkale‘de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ve yetim, üç dul kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakarlar. ġimdi

47 Aydemir, ġ. S., age., C. 2., s. 38-39.

benim vatanım da, yurdum da, aha Ģu tarlanın ucu. DüĢman ora gelinceye dek benden hayır bekleme…‖49

Mustafa Kemal PaĢa ülkesinin sınırlarını kendi mülküyle sınırlayan bu Samsunlu köylü ve daha nicesini bıkmadan usanmadan uğraĢarak Milli Mücadele‘nin içerisine dahil etmeyi baĢarmıĢtır. Oldukça moral bozucu bu ifadeler onun maneviyatında hiçbir olumsuz tesir yapmamıĢ, bıkmadan usanmadan yaptıkları mücadeleyi halkına anlatmayı sürdürmüĢtür.

Köylüyle bu diyaloga Ģahit olan ve ġevket Süreyya Aydemir‘in satırlarıyla, ama ne var ki yine de Anadolu halkına baĢvurmak gerekmektedir. Bu iĢ ise artık, ancak onu kazanmakla olabilir. Mustafa Kemal iĢte bunun için yola çıkmıĢtır. Bütün ümidi de, bu yorgun, bu çilekeĢ halktadır. O da Havzalılara amaçlarını anlatma gayesindedir. 30 Mayıs 1919 Cuma günü, Havza‘daki YürgeçpaĢazade Mustafa Bey Mescidi‘nde, ümitler, hazırlıklarla bir mevlit tertiplenir. Mevlit, Ġzmir Ģehitlerinin ruhuna adanacaktır. Kasabadan, köylerden mümkün olduğu kadar halkın toplanması lâzımdır, toplanır. Cami, cemaati almaz. Sokaklara taĢılır. Ama maksat halkı uyarmak, halkı bir nevi cihada, savaĢa çağırmaktır. Bu, Mustafa Kemal‘in halk arasına ilk katılıĢıdır. Ama asıl iĢ, ulemadan Sıtkı Hoca‘ya düĢecektir. Çünkü o, halkın saydığı, inandığı adamdır. Halk Mustafa Kemal‘in değil, Sıtkı Hocanın dilinden anlar. Tertipler alınmıĢtır. Sıtkı Hoca gelecek ve ilk defa, bu bezgin halka karĢı, bir cihat hutbesi okuyacaktır.

Mustafa Kemal de bütün maiyeti ile mesciddedir. Vakit gelir. Cuma namazı kılınır. Sıra mevlide, vaazlara, davete gelir. Ama ortada Sıtkı Hoca yoktur! Bu hava içinde Mustafa Kemal‘in içinden geçenleri ve bu hallerde onun, o Rumeli Ģivesiyle kendi kendine mırıldandığı kelimeleri düĢünmek mümkündür. Ama ne var ki daha ilk adımda karĢılaĢılan bu hayal kırıklığı ile iĢ bırakılmaz. Halk bu sefer de, Mesudiye Oteli önüne mitinge davet edilir. Ama yalnız halkı toparlamaya çalıĢmak değil, Sıtkı Hoca‘yı da kazanmak lâzımdır. Çünkü o günkü Ģartlar içinde söz, biraz da Sıtkı Hocalarındır.

Nitekim o günkü miting Ģöyle böyle geçer. Ama 12 Haziran için yeni bir mitingde Sıtkı Hoca konuĢacaktır. Öyle de olur. Halk evvelâ Mescide, sonra Mesudiye Oteli önüne yığılır. Mustafa Kemal mitingi, odasının penceresinden izler. Hatipler sahnededir. Sıtkı Hoca, kürsüde görülür. Halk Sıtkı Hoca‘nın konuĢmalarını; sanki Mescitte vaazı dinler gibi, yahut arkasında namaz kılar gibi bir hûĢû ve teslimiyet içinde dinler. Kendini ona verir. Ve Hoca neler konuĢmaz:

―Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz! Tek çaremiz, silâha sarılmaktır! Derhal silâhlarınızı temizleyiniz! Silâhı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız! Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da yurdumuzu iĢgal eden düĢmanları temizleyeceğiz!..‖

Evet, Sıtkı Hoca kazanılmıĢtır. Ve Sıtkı Hocaların kazanılması lâzımdır. Çünkü hareket, bir halk hareketi olacaktır. O günlerde Anadolu‘da ulema, tarikat Ģeyhleri, eĢraf, Ģehirlerde halktan geçinen kiĢiler memleketin sosyal yapısında halkın önder kiĢileridirler. Aydınlar ve yarı aydınlar savaĢlarda erimiĢlerdir.

Mustafa Kemal, Havza‘da halka her Ģeyi anlatmaya çalıĢır. Vatanın halini, Ġstanbul‘un, padiĢahın halini, düĢmanların bize biçtikleri esirlik kaftanını anlatır. Sözleri hep Ģuraya çıkar:

—Evvel Allah, ama asıl kendimize güvenmekten baĢka çaremiz yoktur... Mustafa Kemal önce halkını kutsal mücadeleye inandırılması gerektiğini düĢünmektedir.50

Mazhar Müfit Bey‘in kaleminden Mustafa Kemal PaĢa‘nın Sivas ve Kayseri‘de karĢılaĢtığı manzara, onun halkıyla iliĢkilerinde ne kadar baĢarılı olacağının göstergesidir: 2 Eylül akĢamı grupla beraber Sivas‘a ulaĢtık. Sivas‘a beĢ kilometre mesafede çadırlar kurulmuĢ ve hemen bütün Sivas ahalisi Mustafa Kemal PaĢa‘yı karĢılamaya çıkmıĢtı. Biz, bu kalabalığı bir kilometre uzaktan görüyorduk. ġeyh Fevzi Efendi‘ye, hep tasavvuftan, tarikatten bahsedecek değildim ya lâtife olsun diye:

—Efendi Hazretleri, bu kalabalığı pek beğenmedim. Bizi tevkif için olmasın? dedim.

ġeyh Fevzi Efendi Hazretleri:

—Lâtife lâtif olmak gerek evlât... Dedikten sonra ilâve etti:

—Fakiriniz çok mesudum. Bu kalabalık bir niĢanei sürurdur. Halk tezahüratla PaĢanızı beklemektedir. Bu kadar kalabalıkla, meydanı dolduran atlar, arabalar, çadırlar, davul ve zurnalarla Mustafa Kemal PaĢa Hazretleri tevkif değil, ancak istikbal olunabilir. Bunu fâli hayır addettim. ĠnĢallahü tealâ bütün iĢlerimizde muvaffakiyet rehberimiz olacaktır.

Hakikaten bu bir fâli hayırdı. Sanki, bütün Sivas oraya dökülmüĢtü. Ve millî iĢtiyakın bütün coĢkunluğu ile Mustafa Kemal PaĢa‘yı bekliyordu. Arabalarımız

kalabalığın bulunduğu sahaya girince halk birdenbire M. Kemal PaĢa‘nın otomobilinin etrafını sardı. NeĢe çılgınlığı içinde halk bağırıyordu.

—HoĢ geldiniz, safa geldiniz.

Herkes birbiri ile müsabaka eder gibi PaĢa‘nın otomobiline koĢuyor, elini öpüyor ve sıkıyordu. Bu arada Ġstanbul‘dan gelen bazı arkadaĢlarla Bekir Sami Beyi de görüyorduk. PaĢa imkân nisbetinde halkın gösterdiği coĢkun tezahürata mukabele etmeye çalıĢtı. Nihayet yine alkıĢ tufanı arasında yola düzüldük. Hep beraber grub vaktinde Sivas Ģehrine girdik. Sivas halkı geçtiğimiz cadde üzerine iki taraflı yığılmıĢtı. AlkıĢlarla ve:

—HoĢ geldin PaĢa, nidalariyle ve içten kopup gelen bir bağlılık ve inançla PaĢa karĢılanıyordu. Otomobillerimiz, ikametimize ve Kongreye tahsis edilen Sultanî binasına kadar aynı coĢkunlukla uğurlandı.51

Bu geziyi biraz daha ayrıntılı nakleden bir diğer kaynak, baĢka detaylara da yer verir: Ata ve heyetinin SuĢehri‘ne varıĢıda görkemli oldu. Heyetin varıĢı her eve bildirilmiĢ ve halk sokağa dökülmüĢtü. SuĢehri halkı ve konak kumandanları toplanmıĢlar; onbinlerce bin kiĢiyi doyuracak yemekler hazırlamıĢlardı. Kazan kazan yemekleri gören Atatürk, bunları niçin hazırladıklarını sorunca konak kumandanı, ―Efendim, 30-35 bin kiĢilik orduyla geldiğinizi duyduk‖ dedi.

Atatürk, ―Ordunun burada ne işi var? O gideceği yere çoktan gitti‖ dedi.

Heyet burada yemek yiyerek kısa bir istirahat yaptı. Ama halk bir türlü Mustafa Kemal ve heyetini bırakmak istemiyor ve mutlaka kalmasını istiyordu. Arabaların etrafı insanlarla dolmuĢ, önü kesilmiĢti. Bir ihtiyar, beyaz sakallarına damlayan gözyaĢları arasında kollarını açmıĢ dualar ediyordu. Çoluk çocuk yol boyunca Mustafa Kemal ve heyetine sevgiyle bağırıyordu. Mustafa Kemal, heyetin kalmasına yönelik ısrarları reddedemiyor ama mutlaka Sivas‘taki acil iĢlerin kendilerini beklediğini, bir an evvel heyetin Sivas‘a varmak zorunda olduğunu, ama ilk fırsatta tekrar buraya geleceğini söyledi. Gönüllerini aldı ve yavaĢ yavaĢ açılan yoldan arabalar ilerleyerek, Sivas‘a doğru yollandılar. SuĢehri‘nden hareketle 2 Eylül 1919 günü Sivas‘a varıldı.

Sivas‘ta Kolordu Kumandanı Selahattin Bey ve maiyeti, kaymakam ve büyük bir halk kitlesi görülmemiĢ bir tezahüratla heyeti karĢıladı. ġehirde adeta bayram havası esiyordu. Heyet için ikametgâh olarak ―TaĢ Mektep‖ binası hazırlanmıĢtı. Heyet taĢ mektebe yürüyerek gitti. Mustafa Kemal PaĢa, mektep önünde birikmiĢ olan binlerce

Sivaslıya kısa bir hitabede bulundu. Her kelimesi sürekli olarak alkıĢlarla kesilen Mustafa Kemal, halkın bu coĢkusundan son derece memnundu.

Heyet, 18 Aralık 1919 günü Sivas‘tan hareketle Kayseri‘ye geldiler. Kayseri valisi kafileyi Kayseri‘nin uzağında, bir Ġngiliz arabasına binmiĢ olarak karĢılamıĢtı. Bu hal M. Kemal PaĢa‘nın gözünden kaçmamıĢ, kendi arabasından inmeden ve valiyi arabasına almadan Kayseri‘ye girmiĢti. Hava soğuk ve hafiften kar yağmaktaydı. Kayseri halkı çok büyük bir gösteriyle M. Kemal PaĢayı karĢıladı. Atatürk halka kısa ve heyecanlı bir nutuk söyledi. Halk coĢmuĢtu. Atatürk‘ün nutkuna bir ilkokul çocuğunun cevap vermesi, baĢta Ali ÇavuĢ olmak üzere tüm heyetin gözlerini yaĢartmıĢtı. Ali ÇavuĢ bu Ģiiri hiç unutmadı. Mini mini bir çocuk;

―Kan aksa can çıksa dönmeyeceğiz geri, Damarlarımızda taĢıdığımız ecdat kanı ile, Allah hakkı için baĢaracağız bu iĢi.‖ diyordu.

ġiiriyle sözlerini bitirdiği zaman Atatürk eğilerek çocuğu okĢayıp öptü ve çevresindeki herkesin duyacağı bir sesle, ―Biz bu işe Allah‘ın yardımıyla başladık.

İnşallah memleketimizi kurtaracak, yarının gençliği olan sizlere emanet edeceğiz‖ dedi.

Kayseri halkının, ―YaĢa, var ol!‖ ―Allah bizimle beraber‖ ―Korkma, ileri paĢam‖ sesleri yükseldi. AlkıĢlar durmuyordu. Ali ÇavuĢ bir yandan süzülen gözyaĢlarını silmeye çalıĢıyor, bir yandan da paĢayı dikkatle izliyordu. PaĢa, birden arkasını dönerek, sanki gözyaĢlarını göstermemek istercesine hızlı adımlarla heyete ayrılan binaya girdi. Kayseri cenge hazırdı.52

Atatürk‘ün Cumhuriyet kurulmadan önce çeĢitli toplantılarda yaptığı konuĢmalar onun halkına verdiği önemi ve çizdiği yönü gösterir niteliktedir: ―…Kudretimiz yeterli.

Ordularımız ve ordularımızı oluşturan milletimiz kuvvetlidir ve bu milleti yaşatan vatan sonsuz servet kaynaklarına sahiptir. Bu kuvvetlerin üstünde bir kuvvetimiz vardır ki o da bilfiil elimizde bulundurduğumuz ve bulunduracağımızı fiilen ispat eylediğimiz ulusal egemenliğimizdir. ‗Ulusal egemenliğimiz için tehlike var mıdır?‘ dediler. Buna cevap olarak en kesin bir surette derim ki hayır, hayır! Ulusal egemenliğimiz için tehlike yoktur ve olamaz. Çünkü milletimiz yüzyılların çok acı muştalarından ve felâketlerinden ders almıştır. Bunu eski gericiliğin derinliklerine götürmenin maddî olanağı yoktur.‖ (Ġzmit 18 Ocak 1923).

―…Bu milletin yüzyıllardan beri gericilerin, cahillerin, riyakârların, çıkarcıların, serserilerin sözlerine inanmak saflığını gösterdiğinden dolayıdır ki bugün çamurdan ve sazdan izbelerde oturduk. Mahkûm, çıplak ayaklarıyla ve çıplak vücutlarıyla çamurların, karların, yağmurların aman vermez şamarları altında yeniden aklını başına toplamak mecburiyetinde kalmıştır.‖ (Ġzmit, 16 Ocak 1923).

―…Eğer milletimiz kendi egemenliğini kayıtsız, şartsız elinde tutan bir hükûmet teşkil etmemiş olsaydı, bugün elde ettiğimiz zaferle hiçbir bir vakit sahip olamazdık ve yurdumuzda şimdiye kadar Sevr Antlaşması tatbik edilecek, bütün millet, yabancıların kölesi olacaktı.

―…Arzumuz haricen bağımsızlık, dahilen kayıtsız şartsız milli egemenliği korumaktan ibarettir.‖

―…Ulusal egemenliğimizin velev bir zerresini haleldar etmek niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağımızdan eminim.‖

―… Ulusal egemenlik dünya var oldukça yaşasın. Beni avutan en büyük kuvvet budur. Evet, millî egemenlik dünya var oldukça devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün cedlerimiz ruhuna borçlu olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim: Annemin mezarı önünde ve Allah‘ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunması için gerekirse egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.‖ (KarĢıyaka, 27 Ocak 1923).

―…Bir devlet tam bağımsızlığa ve bir millet kayıtsız şartsız egemenliğine sahip bulunmadıkça o devlet ve millet için; hayat, refah ve şeref olmayacağını takdir eden milletimiz, bu araçları sağlamadıkça yaşamak mümkün olamayacağı kanısına varmıştır.‖ (Ġzmir, 30 Ocak 1923).

―…Kesin olarak ve çekinmeden söylerim ki ulusal egemenliğimizin her zerresini şu ya da suretle kısıtlamak isteyenler en koyu gericidir. Öylelere karşı milletin yapacağı şey onları parçalamaktır.‖ Mustafa Kemal, tasarladığı devrimleri uygulamadan önce

halka anlatacak ulusu aydınlatarak, böylece de gücünü milletten alan demokratik bir lider örneği vermiĢtir.53

Atatürk sıkıntılı günlerinde halkının içinden ayrılmazken, mağrur zamanlarında da aynı tavrını devam ettirmiĢtir. Yaverinin verdiği bir örnek bu durumu açıkça yansıtır: ―Ordumuz, savaĢı kazanmıĢ olarak Ġzmir‘e doğru yürüyüĢünü sürdürürken biz de onları çok yakından takip ediyorduk. Köylüler, askerlerimizin giriĢini izliyorlar, onlara kırık

testilerle su taĢıyorlar, gönül borçlarını yürekten anlatmak ihtiyacıyla paralanıyorlardı. Evleri yanmıĢ ve dünyada sırtlarındaki donlarından ve gömleklerinden baĢka bir Ģeyleri kalmamıĢ insanların ağırlamak isteğiyle nasıl çırpındıklarını görseydi, acımasız Neron bile kör oluncaya kadar gözyaĢı dökebilirdi.

Tam yanlarına vardığımız sırada, bir ulaĢtırma kolu geçmemize engel oldu. Otomobil durdu. Atatürk, istediği bir sigarayı yakmak üzere gözlüklerini kaldırdı. O sırada otomobilin yakınına sokulan sakallı bir ihtiyar, boynunda muĢamba rengini almıĢ buruĢuk bir kağıt çıkardı. Önce kağıdı, sonra dikkatle Atatürk‘ü süzdü. Yine kağıda, yine Atatürk‘e baktı. Bu hareketi üçüncü defa tekrarladıktan sonra, Ģimdi hatırladıkça tüylerimi ürperten bir sesle:

—Bu sensin! dedi.

Ve arkasını dönerek köylülere, Tanrıyı yerde görmüĢ gibi bir mümin heyecanıyla bağırdı:

—Mustafa Kemal! dedi, Mustafa Kemal!..

Bu haykırıĢı duyanların nasıl birbirlerine karıĢtığını göz önüne getiremezsiniz. Biz, bütün çabalarımıza karĢın onların birbirini çiğneyerek otomobile dolmalarına engel olamadık. Çünkü, bilincin dıĢına taĢmıĢ bir sevgiden güç alıyorlardı. Atatürk‘ün yüzünü, ellerini öpüyorlar, çizmesinin tozunu sürme gibi gözlerine çekiyorlardı.‖

Atatürk, aradan yıllar geçtikten sonra tekrar Ġzmir yollarındadır. 12 Ekim 1925. O günleri anımsayarak KemalpaĢa‘da halka hitaben yaptığı konuĢmada:

―Arkadaşlar! Hayatım boyunca sevimli geçirdiğim bir gece vardır. O gece, Ordumuzun İzmir‘e girdiği gün burada geçirdiğim gecedir. O vakit buradan geçerken bu muhterem halkın gördüğü zulüm ve işkenceye karşın resmimi koyunlarından çıkararak beni tanıdıklarını ve otomobilime atlayarak kurcaladıklarını unutamam.

Bugün o hatırayı yaşıyorum, mutluyum‖ demektedir.54

Atatürk devletin simgelerini belirlerken insan unsurunu temele yerleĢtirmekteydi. En yakınındakilerden birisinin gözlemlediği gibi O ―Güçlü devlet‖ düĢüncesinden hareket etmiĢ ve bunun için egemenliğin kayıtsız Ģartsız millete ait olduğunu, seçim sisteminin çoğunluk esasına dayalı olacağını, millete ait olan egemenliğin sadece ve yalnızca milletin seçtiği Büyük Millet Meclisi tarafından kullanılacağını değiĢmez kurallar olarak benimsemiĢtir. Bunlar, demokratik cumhuriyet

rejiminin idealleridir; hem de bugüne kadar hiçbir Batı ülkesinde gerçekleĢtirilmemiĢ ideallerdir; ama onların sınıfsal toplum yapıları, bu ideallere ulaĢmalarına elveriĢli değil… Buna karĢılık –ne mutlu bir rastlantı ki- bizim toplumumuzun yapısı, bu ideal demokrasiyi benimsemeyi zorunlu kılar. Çünkü bizde sınıf yoktur, sınıf çıkarları yoktur, sınıf çıkarlarının dengelenmesi yoktur, sadece millet vardır ve milletin içinden çıkardığı insanlarla temsil edilen bir devlet gereklidir. Demokratik cumhuriyette meĢruiyetin tek kaynağı halk olduğu gibi, hâkimiyetin de tek sahibi elbette halktır.55

Mustafa Kemal PaĢa‘nın mecliste dile getirdiği halk tarifi teoride kalmamıĢ, bizzat hayat bulmuĢtur. O günlerde Mustafa Kemal‘i ve Meclisi yakından gözlemleme fırsatı bulan bir tarihçinin ifadesiyle; Samsun‘a çıkıĢından Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin zafer kazanmıĢ muhteĢem hizmetinin sonuna kadarki tarih devrinin günleri ve olaylarına bakıldığında büyük bir ustalıkla örülen birlik çatısı dikkat çeker: Bir yanında Mutki AĢireti Reisi Hacı Musa Bey, öte yanında Dersim Koçkiri oymağı BaĢbuğu Diyap Ağa, önünde arkasında HacıbektaĢ ġeyhi Cemalettin Efendi. Mevlana PostniĢi Abdülhalim Efendi, en koyu Ġttihatçılarla, yıllarca onlara diĢ bilemiĢ Ġtilafçılar, ihaneti reddetmiĢ Ermeni/Musevi/Rum vatandaĢlar hepsini adeta sihirli bir mıknatıs gibi çevresinde toplayabilmiĢtir.56

Böyle bir gücü çevresinde toplayan bir kiĢinin kendisini nasıl vasıflandıracağı merak konusudur. Ancak o farklılığını burada da göstererek halkından kopmamıĢtır. Bir yakınının dediği gibi ona diktatörlük yakıĢtıranlar da olmuĢtur. Mustafa Kemal bir halk adamıdır, demokratik düzen gönüllüsüdür. O‘nun diktatörlüğü halk düĢmanlarına, halkı sömürenlere devrimlere karĢı çıkanlara, bağnazlara ve gericilere karĢıdır.57

O, halk egemenliğinin asıl temel taĢının hak ve adalet olduğuna içten inanmıĢ bir adamdı. Adalete çok önem verir Ģöyle derdi: ―Adalet bir devletin esası olduğuna göre,

mahkemelerin sözde değil gerçekten tarafsızlığını sağlamak her işin başında gelmelidir. Hak sahiplerine güçlük çıkarmak, halkı bugün git, yarın gel diye birtakım güçlüklere uğratmak, hükümet otoritesi adı altında halka tahakküm edici durum almak, yakışıksız

işlemlere cüret etmek gibi durumlar mutlaka önlenmelidir.‖58

55

Bozdağ Ġ., Celal Bayar Atatürk Gibi DüĢünmek, Ġstanbul, 2009, s. 67-69.

56 Bkz. Kutay, C., age., s. 64. 57 Borak, S., age., s. 276.