• Sonuç bulunamadı

Cezaevinin durumu

Belgede TOPLU YAZILAR Mazlum Doğan (sayfa 123-131)

Diyarbakır’da şu anda –bizim bildiğimiz kadarıyla– siyasi tutuk-luların olduğu iki cezaevi var (1 Nolu ve 5 Nolu Cezaevleri.) Daha önce siyasi tutukluların bulunduğu 2 ve 3 Nolu Cezaevleri ise şimdiki durumda gözaltı tutukevleri olarak kullanılmaktadır. Ayrıca gözal-tındakiler, diğer il ve ilçedeki gözaltı yerlerinde, polis karakollarında, inzibat merkezlerinde tutuluyor ve sorguya çekiliyorlar. Diyarba-kır’da da biri sinema salonu olmak üzere Devegeçidi ve çeşitli polis karakolları, inzibat merkez ve karakolları tutuklularla doludur. Bütün buralarda kaç tutuklunun olduğunu, kaçının bizim arkadaş, kaçının diğer siyasetlerden olduğunu bilemiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla 1 Nolu Cezaevi’nde dışımızdaki siyasetlerden kimse yoktur. Gözal-tından tutuklanıp gelenler olsa bile, iki üç gün sonra 5 Nolu Ceza-evi’ne (ya da varsa diğerlerine) gönderilmektedirler.

Çünkü, 1 Nolu durumu ağır ve tehlikeli görülen tutuklulara ay-rılmıştır. (Bu tutukluların hemen hepsi –ayrı bir koğuşta tutulan top-lam 10-15 kadar faşist ve ajan hariç– partimizin kadro ve savaşçıları ile bazı durumu ağır sempatizanlardır.) Sayıları bildiğimiz kadarıyla 140-150 civarıdır. Şu anda 900-1000 civarı siyasi tutuklunun bu-lunduğu 5 Nolu tutukevinde ise koğuş sayısı 33’dür. Bu 33 koğuştan IGD, Rızgari, Dengê Kawa, Ala Rızgari, Kurtuluş, KUK, DDKK, Halkın Kurtuluşu, Partizan, Dev-Genç (Dev-Yol), Özgürlük Yolu’nun herbiri birer koğuştadırlar. Bir koğuş tırşıkçılarındır (Bucak’ın ça-pulcuları, vb), biri hırsız serseri vb’lerindir. Biri (14. Koğuş) bizim tecritlerimiz veya bizden kopanlarındır. Bir koğuş (12) Hilvanlı sempatizanlarımızla halktan insanlarındır. Geri kalan 16-17 koğuş

da bizimdir. Bunlardan iki tanesi bayanlara aittir. Başka siyasetlerden 2-3 kişi olsa bile tahminimize göre üçte ikisi bizim arkadaştır (toplam bayan sayısını, ne kadarının bizim arkadaşımız olduğunu net bilmi-yoruz. Sanırız bizim arkadaşlar 15-20 civarı falandır.) Bizim ko-ğuşlarımızın (erkeklerin) mevcutları 20 kişi ile 60 kişi arasında de-ğişmektedir. Toplam mevcudumuz 450 dolayındadır. (Koğuşlar arası haberleşme neredeyse imkansız olduğu ve yeni gelenler olduğu için net bilmiyoruz, fazlası da olabilir.

Cezaevinin koşulları, 12 Eylül darbesinden sonra çok kötüleşti.

Koğuşların her türlü bağlantıları kesildi. Koğuşlar, sıkı bir göz hap-sine alınarak üzerimizde dünyada eşine ender rastlanır bir zorbalık tesis edildi. Hemen her koğuştan üçer beşer kişilik arkadaşlar alınarak dayaktan geçirildiler, hücreye atıldılar. Gardiyanlar gece gündüz de-meksizin girdikleri koğuşlardan rastgele, ya da önceden saptadıkları arkadaşları dövüyorlar, ya da alıp hücreye götürüyorlar. Görüşme düzeni değiştiği, kendimiz kantine götürülmediğimiz, 12 Eylül’den bu yana doktor nedir bilmediğimiz; avukatlarımızla ya hiç görüştü-rülmediğimiz, ya da görüşsek bile her koğuştakiler üç beş gardiyan nezaretinde tek tek görüştüğümüz için koğuşlar haberleşemiyor;

ortak direnme ortamı yaratmıyoruz. Fakat haberleşen koğuşlar (iki ya da dörtlü) tek tek ya da beraber direniyoruz. Fakat parça parça direnme ile sonuç alamıyoruz. Öyle ki, su yok, banyo yok, 6-7 kişiye bazen bir kase veriliyor, bazen de hiç yemek verilmiyor; ka-loriferler yanmıyor, battaniye yok. Çok uzak mesafeden gelen ziya-retçilerimizle günlerce hapishane önünde yattıkları halde görüşe-müyoruz, çoğu çar naçar görüşse bile iki üç dakikada hiçbir şey konuşulamıyor. Büyük ziyaretçi kitlesi küfür, cop ve dayak yiyerek, fakat tutuklularla görüşmeden ağlaya ağlaya geri gidiyor. Ayrıca bi-zim koğuşların ziyaretçileri daima kasten akşamın 4-5-6 saatlerine bırakılıyor. Bu nedenle sabahtan gelip akşama kadar bekleyen ziya-retçiler görüşemeden geri gidiyorlar. Kısaca cezaevi her türlü zulüm ve zorbalık için tam bir deneme tahtasıdır. Çoğu kez bize gelen ye-mekler verilmiyor, sebze ve meyveler cezaevi yönetimi tarafından kantine aktarılarak pazar fiyatının 3-4 katı pahalıya bize satılıyor.

Örneğin, bazen 25 kişilik, 30 kişilik koğuşa 20-22 zeytin tanesi veya üç kaşık çorba, 4 yumurta çıkıyor. Haftanın 6 günü sabah çıkan

un çorbası, bulgur çorbası, pirinç çorbası, patates çorbası, şehriye çorbası ise 25-30 kişiye ancak 2-3 bilemedin 4 kepçeyi aşmıyor.

Yani aç bırakılarak kantinden pahalıya ekmek, zeytin, helva, soğan vb almaya zorlanarak müthiş bir sömürüye tabi tutuluyoruz.

Zulüm, zorbalık ve sömürü yoğunlaştıkça, ihanet, hile, entrika ve teslimiyet de artıyor, her gün boy vererek gelişiyor.

İçerdeki ve dışarıdaki koşulların etkileyip derinleştirdiği ihanet ve teslimiyet, sömürgeciler (MİT ve cezaevi yönetimi eliyle) ve dı-şımızdaki siyasetler, dışımıza atılmış hainler tarafından ortaklaşa bir çaba ile saflarımızda da geliştirilmek için ne lazımsa yapılıyor.

Dışarıda ve içerde durumun güçlüğünü gören inançsız, kararsız, korkak unsurlar (ki, hemen hepsi polise diz çökmüş olanlar) safları-mızdan kopmak, kendilerini bizim dışımızda koğuşlara atmak için ne lazımsa yapıyor, bin dereden su getiriyor, dedikodu ve bahane yaratma yarışına giriyorlar. Örneğin Hilvan’dan Nihat Kaya, Mustafa Yavuz, Emin Yavuz, Suruç’tan Halil Caymaz vb gibi tecritlerimizin bulunduğu koğuş, harekete karşı tam bir savaş üssü durumuna gelmiş durumda. Bu koğuş (14. koğuş) cezaevi yönetimi vasıtasıyla diğer koğuşlarımızla alttan alta haberleşiyorlar; hoşnutsuzları, esrarcıları, lümpenleri, poliste diz çökmüş hainleri, korkak ve teslimiyetçileri, inançsız kişileri vb örgütlüyorlar. Bu kişiler ya 14. koğuşa gidiyor, ya da onların direktifleri üzerine bizim koğuşlarda kalarak dedikodu yapıyorlar, hizipçiliği, bölgeciliği, ihanet ve teslimiyeti örgütlemeye çalışıyorlar. Örneğin Hilvanlı 12 kişi sudan bahanelerle bizim arka-daşların koğuşundan ayrılarak başka bir koğuşa gittiler. Artık bizim koğuşlarda iş yapamaz durumda olan Suruçlu esrarkeş Bekir Yavuz ile Hilvanlı birkaç kişi 14’e gittiler ( Barlin de aynı koğuşa gitti)

Tabii ki, içimizde ürkekliği, korkaklığı, ihaneti, teslimiyeti, sırf MİT’in, dışımıza atılmış kişilerin ve diğer siyasetlerin çabalarına bağlamak yanlıştır. Çünkü, asıl sebep dışarıdaki durum, içerde yo-ğunlaşan baskı, baş gösteren ceza alma korkusu, eğitimsizlik ile bu kişilerin içinden çıktıkları yapı, hareketle girdikleri ilişkinin neden-leri, vb’dir. Çeşitli nedenlerle saflarımıza katılmış, bizden yana ol-mayı çıkarına uygun bulmuş çıkarcı, bencil, kaypak, korkak, inançsız vb kişiler içerde olduğu gibi dışarıda da herhalde bizden uzaklaş-makta, hatta düşmanın birer piyonu haline gelmektedirler. Özellikle

Hilvan ve Suruçlular (en az yüz civarındadırlar) bizden uzaklaşmanın sabırsızlığı içindedirler. Bölgecilik, iftira, dedikodu ise başlıca si-lahları durumundadır. Bunda kendi yapıları kadar dışarıdaki kötü durum da etken olmaktadır. Gelen ziyaretçileri adeta zehir kusmakta;

içerdeki ihanetçi teslimiyetçi durumu körüklemektedirler.

Ancak biz de boş durmuyor, bütün gücümüzü sarf ederek bölge-ciliği, teslimiyeti ve ihaneti etkisiz kılmak, direnmeyi egemen kılmak istiyoruz. Politikamız direnmektir. Fakat ceza korkusu avukatsızlık nedeniyle arttıkça işimiz zorlaşıyor. Dışarıda tutuklu aileleri ile gi-rilecek ilişki, avukat sorununun halli için girişilecek her çaba direnme eğilimine güç katacaktır.

Mahkeme savunma durumu

Avukatımızın söylediğine göre; davalarımız Kasım ayı içinde ol-masa bile Aralık ayında, ya da 1981 Ocakı’nda açılabilir. Fakat kesin durumu kimse bilmiyor. Biz davalarımızın iki üç aya kalmadan açılacağını sanıyoruz. Ayrıca tutukevi, tutuklu kitlesi ve özellikle de bizim üzerimizde yoğunlaşan baskıyı davalarımızın açılma za-manının yaklaşmasına bağlıyoruz. Çünkü, bize yönelik baskı zor-balık, bölme teslim alma öyle bir noktaya vardırıldı ki, artık savcılar bile gözaltından gelen, ya da cezaevinden giden arkadaşlara ana-avrat küfürler savuruyorlar, yumrukluyorlar, vb. Hatta mahkemede bile arkadaşlarımıza küfür ediliyor, coplanıyor ve dipçikleşiyor.

Öbürlerini varın siz düşünün.

Koğuşlarımız Adalet Bakanı’nın da defalarca açıkladığı gibi daimi olarak gözaltında, adeta gözaltı süresi ve tutukluluk hali arasında fark kalmadı. Bu durumda savunma hazırlıkları yapamıyor, savunma hazırlayamıyoruz (5 Nolu’ya geldiğimizden beri hiçbir şey yapa-madık. Hatta eğitim çalışmaları bile imkansız hale geldi. Cunta, im-kansızı tümüyle imkansız yaptı). Cunta, kamuoyunun tepkisini azalt-mak için (çünkü bizim davalarda epey ağır cezalar, idamlar olacak), davaları bölge bölge açacak. Bu durumda her bölgenin ayrı ayrı sa-vunma yapması zorunlu oluyor. Biz zaten şu anda hazırlanması im-kansız gibi görülen savunmaların bölge bölge hazırlanmasına temel teşkil edecek epey ayrıntılı ve açıklamalı bir savunma planı çıkardık ve haftalarca uğraşarak 5 Nolu Cezaevi’ndeki tüm koğuşlara

(ba-yanlara ulaştırılamadı) ilettik. 1 Nolu’ya ise ulaştırmak mümkün ol-madı. Ama ne yapıp yapıp ulaştırmaya çalışıyoruz. Savunma planı-mızı size de iletmek isterdik, fakat koşullar elvermedi. Şimdi size ana başlıkları sıralıyoruz.

a) Savunmamızın çıkış noktası TC mahkemelerinin hükmünün tarihsel olarak geçersiz olduğu ve tarihin TC’yi ölüme mahkum et-tiğidir.

b) Bu tarihsel gerçeği kanıtlamak için: 1) Çağımızın genel bir değerlendirilmesi, 2) Kürdistan Tarihi ve Toplumunun Özellikleri, 3) Kürdistan Devriminin Stratejisi, Taktiği, Yöntem ve Araçları, 4) Kürdistan İşçi Partisi’nin görevlerinin üstesinden gelmek için yü-rüttüğü mücadele (Parti Tarihi), 5) TC ve uşaklarının partimiz ve halkımıza karşı giriştiği cinayet, saldırı ve komplolar (ve aynı bö-lümde cuntanın cinayetleri, hedefleri, içerde bize yönelik baskıları vb de anlatılacak), 6) Sonuç (pişman değiliz, davamız haklıdır, bu davanın neferi olmaktan şeref duyuyoruz. Tarih karşısında görevimizi ifa ediyoruz. Tarihin bizim için hükmü beraattır.)

Yalnız parti tarihini ve bugünkü yapısını dikkate alarak sonuç kısmında yaptığımız hatalara da değineceğiz (Bunlar tek tek kadro-ların bölgelerde işledikleri hatalar, plansız bazı eylemler, partinin örgütlenmesinde geç kalma, kitle örgütleri yaratamama, eğitim ve yayın faaliyetinin yetersizliği, çok sayıda kadronun yakalatılması, yer yer ortaya çıkan disiplinsizlik ve denetimsizlik vb.) Eğer planın tümünü iletebilirsek, planı dikkate alarak eleştiri ve uyarılarınızı daha iyi yaparsınız. Fakat bu küçük bilgi temelinde de, planla ilgili uyarı ve eleştirilerinizi bekleriz.

Kimlerin siyasi savunma yapabileceği, ya da yapması gerektiği hakkında da koğuşlara şunları ilettik: Parti üyesi olduğu, adam öl-dürdüğü, gasp yaptığı hakkında üzerinde kesin kanıt olanlar, poliste ve özellikle de savcı ve sorgu mahkemesinde çeşitli eylemleri üst-lenen, parti üye veya sempatizanı olduğunu kabul edenler, yani en az sekiz on yıl ceza alacağı kesin olup, ihanet ettiğinden ötürü tecrit edilmemiş olanlar, siyasi savunma yapmalıdırlar. Bu durumda olup savunma yapmaktan kaçınanlar, ya da durumu hafif olduğu halde ille de siyasi savunma yapacağım diyenlerin tavırlarının gerekçelerini açıklamaları gerekir.

Orhan Aydın arkadaşın davasında olduğu gibi mahkeme siyasi savunma yapmasa da, partimizle ilişkilerini reddetse de, bizim ar-kadaşımız olduğu anlaşılanlara çok ağır cezalar vermektedir. Or-han’ın tek suçu bizim arkadaş olduğu bilindiği için “idam” cezası aldı. Ahmet Serin, Abdurrahman ve diğerleri sıradan sempatizan durumundaydılar, yine de 30 yıl, 15 yıl gibi çok ağır cezalara çarp-tırıldılar. Bu nedenle siyasi savunma yapmamak aslında cezalarda bir indirime yol açmıyor. Üç sene önce bir bildiri yüzünden yakalanıp bildiriyi poliste, savcıda ve mahkemede üstlenmeyen, fakat sempa-tizanımız olduğu MİT’ce bilinen bir arkadaş da on sene ceza aldı.

Yani cezanın en ağırı verilmek için mahkemece bin dereden su ge-tiriliyor. Yani siyasi savunma yapanların sayıca artması kötü değil, iyidir. Bizim davaların birer maketi olan Orhan Aydın’ın ve diğer arkadaşın aldığı ceza bizim davalarda ne kadar ağır cezaların veri-leceğinin kanıtıdır. Savcılar, hakimler açıktan “ananızı ..., hepinizi asacağız, kökünüzü kurutacağız” vb diyorlar. Zaten davaların toptan değil, bölge bölge açılmak istenmesi de bundandır. Diğer konularda olduğu gibi, bu konuda da görüş ve önerilerinizi bekleriz.

Önerilerimiz

Bize biri üç ay, diğeri de bir ay önce yazılan iki yazınız aynı anda geldi. Ancak yazılar yıpranmışlardı. Bu nedenle iyi sökemedik. An-ladığımız kadarıyla 12 Eylül’le başlayan dönemin taktiği, düzenli geri çekilme, örgütlenme ve direk olarak TC’ye yönelecek aktif sa-vaşa hazırlık olarak belirlenmişti. Fakat düşman saldırıdadır, emek verdiğimiz seçkin kadroları imha etmekte, yakalamakta, örgütlerimizi dağıtmakta ve hareketimizi top yekun imha etmeye çalışmaktadır.

Önder kadrolar, yetenekli kadrolar korunmadan örgütlenmemizi mu-hafaza etmek ve yetkinleştirmek, düşman saldırısı yerini geri çekil-meye bıraktığında saldırmak mümkün müdür? Mücadele olmaksızın düşman saldırısı yerini geri çekilmeye bırakır mı?

- 12 Eylül darbesinin rüzgarı hızlı bir ajanlaşma ve teslimiyete yol açmıştır. Geri çekilme, ses çıkarmama ajanlaşma ve boyun eğ-meyi hızlandırmayacak mıdır? Partimizin kitleler nezrindeki itibarı nasıl korunacaktır? Teslimiyet ve ajanlaşma rüzgarı nasıl bertaraf edilecektir? Örgütlerimizi ve kadrolarımızı ek tedbirler ve aktif

sa-vunma olmadan koruyup geliştirebilir miyiz?

- Eğer bu kuşkulara karşı yeterli tedbir alınırsa bizce de bugünkü yapımızla cuntaya karşı aktif savaş zor olduğundan gereksiz yere gücümüzü heder edeceğimize, geri çekilip örgütlenmemizi pekiş-tirmek, kadrolarımızı koruyup yetkinleşpekiş-tirmek, güç toparlayıp TC’ye karşı aktif savaşa hazırlık yapmak en doğru devrimci taktiktir. Fakat bu zorunlu hallerde bile eylem yapmama, sesinizi soluğumuzu kes-mek dekes-mek olmamalıdır.

- Bu dönemde propaganda ve ajitasyon faaliyeti geçmişe göre çok daha fazla önem kazanmıştır. Bu konuda çeşitli araçlardan ya-rarlanmak gerekir. Bölgeden bölgeye haber ulaştırmak, cuntanın faaliyetlerini, partimiz ve halkımız üzerindeki zorbalık ve zulmünü aktif olarak teşhir etmek için sözlü ve sırf merkezi parti yayını ye-tersizdir. Bölgesel olanaklar zorlanmalı, bant-teyp en geniş şekilde kullanılmalıdır.

- Bir yandan cuntaya muhalif güçlerle ittifaklar aranırken, bir yandan da teslimiyet ve ihanet teşhir edilmeli, katledilen yoldaşla-rımızın anıları, partimizin mücadelesi, arkadaşlayoldaşla-rımızın kahraman-lıkları efsaneleştirilerek kitlelere götürülemiyor. Bu durum mutlaka aşılmalı, kitlelere gerçekler, kitlelere direnmeler, kitlelere ihanetler anlatılmalıdır. Kazanılan her insanın gücünden, yeteneğinden, im-kanlarından mutlaka yararlanılmalı, kullanılamayan, boş kalan imkan bırakılmamalıdır.

- Parti kadroları, mutlaka çok iyi korunmalı, korunması imkansız hale gelenler güvence altına alınmalı, hatta gerekiyorsa başka böl-gelere ya da yurtdışına gönderilmelidirler. Çünkü, geleceğimiz par-timiz ve kadrolarımızın korunmasına bağlıdır.

- Hapishane durumu da önemlidir. Üzerimizdeki baskı ve zulüm yurtiçinde ve dışında en geniş tarzda teşhir edilmeli, kamuoyunun dikkatleri davalarımız üzerinde yoğunlaştırılmalıdır. Cuntaya karşı koyduğumuz eylemler, gösterdiğimiz direniş mahkemelerde haykıran sesimiz kitlelere ulaştırılmalı, bunlar partimizin lehine propaganda malzemesi olarak kullanılmalıdır. Örneğin, Orhan Aydın arkadaşa verilen idam cezası, sömürgecilerin partimize karşı koydukları siyasi bir tavırdır. Bu tavır bir bildiri ile mutlaka teşhir edilmelidir.

- Davamıza yurtiçinden ve dışından girecek avukat aranmalı,

cuntanın avukatlarımıza uyguladığı baskı ve engelleme teşhir edil-meli, arkadaşlarımıza verilen her cezaya karşı tepki duyulmalı, pro-testo edilmeli, kamuoyu tepkisi yaratılmalıdır. Bu aynı zamanda tu-tuklu aileleriyle yakından ilgilenmek ve örgütlemek, onların güç ve imkanlarından yararlanmak ve içeride direnmenin teslimiyete ege-men gelmesi için de gereklidir. Biz savunma metnimizi tamamlarsak mutlaka davalarımız başlamadan size ulaştırmaya çalışırız. Böylece hem eleştirilerinizi alır, hem de savunmamızı basıp dağıtabilirseniz davalarımızla ilgili kamuoyu yaratmakta, partimizin propagandasını yapmakta işinize yarar.

- Son olarak ‘kulaklarınızın hapishanede olması, tutuklularla il-gilenen özel grup görevlendirmeniz’in iyi olacağını söylemeyelim.

Ayrıca ‘kimlerin savunma yapması ve savunma planımız üzerine Elazığ, Adana ve diğer cezaevlerine de bilgi verir, onların da öneri-lerini bize iletirseniz iyi olur’ diyoruz.

-Diyarbakır bölgesi ile haberleşmeye, elimizden geldiğince yar-dımcı olmaya çalışıyoruz. Fakat ikiüç aydır merkezle ilişkisiz ol-duklarını söylüyorlar. İlişki kurmanız gereklidir. Onların kuryesi verdiğiniz adrese gelmiş, sizin o adresi artık kullanmadığınızı söy-lediklerinden geri dönmüş. Ayrıca, anladığımız kadarıyla Güney ve Kuzey arasında ilişki kopukluğu var. Örneğin, bizden yeni gelenlerin ifadesini istiyorsunuz. Oysa biz yeni tutuklananları bırakın, yan yana olan koğuşla bile haberleşemiyoruz. (Bu durumu –Kuzeye ola-cak– bildirmiştik.) Keza daha önce Kuzeye ilettiğimiz iki arkadaşın ifadesini istemişsiniz vb.

- Fırsat bulursak Bülten’e yazı, makale, şiir vb yazarız. Fakat ko-ğuşlar arası ilişkisizlik ve sürekli gözetleme bunu adeta imkansız kılıyor.

Devrimci selamlar...

Mazlum Doğan

Diyarbakır askeri tutukevinde

Belgede TOPLU YAZILAR Mazlum Doğan (sayfa 123-131)