• Sonuç bulunamadı

2.4. Kişilik Kuramları

2.4.3. Carl Custav Jung’un Kişilik Kuramı

Carl Custav Jung, 1910 yılında Sigmund Freud’un tam desteğini alarak Viyana Psikanalitik Topluluğu’nun ilk başkanı seçilmiştir. Ancak görüş ayrılıkları nedeniyle dört yıl sonra Jung ve Freud kişisel ve mesleki ilişkilerini bitirmişlerdir (Plotnik, 2009: 440). Bunu izleyen yıllarda, Jung psikoterapist olarak çalışmaya devam etmiş; diğer ülkelerin kültürlerini gözlemlemek için dünyayı dolaşmış ve Analitik Psikoloji olarak anılan kendi psikoloji okulunu kurmuştur (Burger, 2006: 156).

Jung’a göre, kişiliğin tümü birbirinden farklı yapıdaki parçaların bir araya gelmesi ile oluşan bir montaj değil, insanın doğuştan kazandığı ve onun bilinçli veya bilinçdışı tüm duygu, düşünce ve davranışlarını yönlendiren bir bütünlüktür. Jung, bu bütünlüğe psişe adını vermektedir (Usal ve Aslan, 1995: 87). Psişe, birbirlerini etkileyen birkaç farklı

66

sistemden oluşmaktadır. Bu sistemler ego, kişisel bilinçaltı ve kolektif bilinçaltıdır (Schultz ve Schultz, 2009: 105).

Jung, egonun kişiliğin bilinçli yönü olduğunu belirtmektedir. Ego, bilincin merkezi, algılama, düşünme, hissetme ve hatırlama ile ilgili psişik varlığımızın bir parçasıdır. Ego, kendimize ilişkin farkındalıktır ve yaşamdaki normal faaliyetlerin yürütülmesinden sorumludur. Maruz kaldığımız uyaranların yalnızca bir bölümünü bilinçli farkındalığına kabul ederek seçici bir şekilde davranmaktadır (Schultz ve Schultz, 2009: 105).

Kişisel bilinçaltı egodan sonra gelen bölgedir. Bazı nedenlerden dolayı yoğunluğunu kaybetmiş tüm unutulmuş deneyimlerden oluşmaktadır. Aynı zamanda bilinçli bir şekilde algılanması çok zayıf duyu izlenimlerini içermektedir. Bu bilinçaltı malzemeler belirli koşullar altında kişinin bilincine erişebilmektedir (Ryckman, 2008: 80-81). Jung’a göre kolektif bilinçaltı, doğum anında aktarılan ve tüm kültürlerdeki tüm insanlar tarafından paylaşılan eski bellek izleri ve sembollerdir (Plotnik, 2009: 440). Jung’un kolektif bilinçaltı kavramında arketiplere rastlanmaktadır. Arketip, duygusal yönü güçlü, kalıtımla gelen evrensel bir düşünme biçimidir. Arketipler türe ilişkindir ve deneyimlerden oluşmuştur (Yanbastı, 1996: 49). Arketipler tarih boyunca tüm kültürlerde yaşamış temalardır. Jung'a göre, bu tür kolektif anılar, bizim ortak evrimimiz ve beyin yapımız nedeniyle doğası gereği evrenseldir (Ryckman, 2008: 82). Jung'un sistemindeki önemli arketipler persona, gölge, anima ve animus, içe dönüklük ve dışadönüklüktür. İçedönüklük ve dışadönüklük, birçok kuramcı tarafından arketip olarak kabul edilmemelerine ve genellikle deneyimle şekillenmiş olmalarına rağmen, Jung bunların doğuştan gelen eğilimler olduğuna inanmaktadır (Ryckman, 2008: 83). Kelime anlamı olarak persona, oyuncuların çeşitli rolleri sergilemek için taktıkları maskeyi ifade etmektedir. Jung, bu terimi temel olarak aynı anlamı ile kullanmaktadır. Persona arketipi, bir maskedir; kendimizi gerçek halimizden farklı biri olarak sunmak için giydiğimiz topluma dönük yüzümüzdür. Jung, persona’nın gerekli olduğunu düşünmektedir. Çünkü hayatın çeşitli alanlarında başarılı olmak ve insanlarla geçinmek için çeşitli roller oynamak zorunda olduğumuzu belirtmektedir. Persona yararlı olmakla birlikte, onun bizim gerçek doğamızı yansıttığına inandığımızda zararlı da olabilmektedir. Sadece hayat alanı içinde oynadığımız rollerden biri tek rolümüz haline

67

gelebilmekte; bu durum kişiliğimizin diğer yönlerinin gelişmesine izin vermemektedir (Schultz ve Schultz, 2009: 110).

Anima erkeğin dişi yönü; animus ise dişinin erkeksi yönüdür. Jung’a göre, her erkeksi erkeğin içinde dişi; dişi bir kadının içinde de erkeksi bir yön vardır. Bu arketiplerin temel işlevi, eş seçimi ve bir ilişki yürütme süreçlerine rehberlik etmektir. Jung, içimizdeki anima ve animusu, olası eşlerimize yansıtarak kendimize eş aradığımızı belirtmektedir (Burger, 2006: 157).

Jung, kişisel bilinçaltımızda bulunan diğer yüzümüzü gölge olarak adlandırmaktadır. Gölge, içimizdeki engellediğimiz her şeyi yapmak isteyen, olamadığımız her şey olan, kişiliğin daha düşük düzeydeki parçasıdır. Toplumsal standartlara ve ideal kişiliğe uymayan tüm vahşi istek ve duygulardır. Bireyin içinde yaşadığı toplum ne kadar kısıtlayıcı olursa, gölgesi de o kadar geniş olmaktadır (Yazgan İnanç ve Yerlikaya, 2013: 72).

Jung, kişiliğin bireysel farklılıklarından çok etkilenmiş; tedavilerinde ve gezilerinde rastladığı pek çok farklı kişiliği anlamlandırmak için bir ayrım yapmaya karar vermiş; bu ayrımı iki temel tutum olarak nitelendirmiştir. Bunlar, içedönüklük ve dışadönüklüktür (Burger, 2006: 189-190). İçedönük bireylerin düşünceleri ve ilgileri iç dünyalarına yönelmiştir; diğer insanlarla çok fazla bir arada olmazlar. Öte yandan, dışadönük bireyler sürekli başkalarıyla beraber olmak isterler. Jung, bireyin etkin bir yaşam sürdürebilmesi için bu iki yönü dengede tutması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre kişilik sorunları, içedönüklük ve dışadönüklük arasındaki dengesizlikten doğmaktadır (Cüceloğlu, 2012: 415).

Jung, duyum, hissetme, düşünme ve sezgi olmak üzere kişiliğin dört ana fonksiyonu olduğunu belirtmekte; buradan hareketle düşünen içedönük, düşünen dışadönük, duygusal içedönük, duygusal dışadönük, duyumsal içedönük, duyumsal dışadönük, sezgisel içedönük ve sezgisel dışadönük olmak üzere sekiz tür içe ve dışa dönük tipe ulaşmaktadır (Yanbastı, 1996: 46-47).

Jung, kişiliğimizin ne olduğumuz kadar ne olmayı umduğumuz ile belirlendiğini ileri sürmekte; kişilik gelişiminde geleceği dışlayarak sadece geçmiş olayları vurgulayan Freud’u eleştirmektedir. Sürekli geliştiğimize ve büyüdüğümüze, kendimizi

68

gerçekleştirmenin daha üst bir seviyesine doğru hareket ettiğimize inanmaktadır (Schultz ve Schultz, 2009: 112).

Jung, yaşamın ilk yıllarına yoğunlaşan ve beş yaşından sonra çok az gelişmeyi öngören Freud’a göre kişiliğin daha uzun bir görünümünü kabul etmekte; gelişim aşamalarını ayrıntılı biçimde ortaya koymamakta; genel gelişim sürecinde belirli dönemler üzerinde durmaktadır (Schultz ve Schultz, 2009: 112-113). Jung’a göre, çocukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık olmak üzere yaşam boyu gelişimin dört aşaması vardır. Jung, kişilik gelişiminde orta yaş döneminin diğer dönemlerden daha önemli olduğunu belirtmektedir (Yazgan İnanç ve Yerlikaya, 2013: 78).

Jung’un kuramı, en çok eleştirilen kişilik kuramları arasında yer almaktadır. Onun görüşleri okundukça ve derinleştikçe daha da mistik bir hale dönüşmektedir. Bazı kavramların ne anlama geldiğini somutlaştırmak ve çözmek güçtür. Örneğin, anima, animus, persona ve gölge kavramları anlamsız hatta bilimde yeri olmayan garip kavramlar olduğu yönünde eleştirilmektedir (Yanbastı, 1996: 69). Öte yandan, kolektif bilinçaltı ve arketip kavramları her ne kadar ampirik olarak sınanamasalar da, birçok insanı bugün de etkilemeye devam etmektedir. Ayrıca, kendini gerçekleştirme, içedönüklük ve dışadönüklük kavramlarını çağdaş psikolojiye Jung kazandırmıştır. Bununla birlikte, Jung’un psikoloji bilimi dışındaki alanlarda da etkileri olmuş; sanat, edebiyat, felsefe, tarih, din gibi alanlardan birçok araştırmacı ve yazar Jung’un görüşlerinden etkilenmişlerdir (Yazgan İnanç ve Yerlikaya, 2013: 86).