• Sonuç bulunamadı

Cari işlemler açıklarının bir sorun olmasından ziyade bu açıkların finanse edilmesi belki de daha büyük bir sorun teşkil etmektedir. Cari açıklar finanse edilebildiği sürece sürdürülebilir demektir.

Cari işlemler dengesinde oluşan açıklar ya resmi rezervler kullanılarak ya da yabancı ülkelerden borçlanılarak finanse edilebilmektedir. Bu durumda ülkelerin izleyeceği politikalar bu açıkları finanse etmek, baskı altına almak ve en önemlisi de tedavi edici yöntemler üzerine odaklanmak olarak şekillenmektedir (Seyidoğlu, 2009: 333). Ayrıca, cari işlemler açıklarını finanse etmek için resmi rezervler ve dış borçlanmanın yanı sıra kısa ve uzun vadeli sermaye girişleri ve özelleştirme gelirleri de önemli yöntemlerden bazılarıdır (Görmüş, 2010: 84).

Cari işlemler açıklarını kapatmak için dış borçlanmaya ağırlık verilmesi dış borç yükünü artırarak ödemeler bilançosu açıklarına yol açmaktadır. Özelliklede dış borçların döviz kazandıran faaliyetlerde kullanılmaması durumunda bu durum çok daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca dış borçlanma özel yatırımlar üzerinde daha az dışlanma etkisi oluşturduğundan ve enflasyonist baskının daha az olmasından dolayı çok talep görmektedir (Meriç, 2003:6).

Cari açıkların resmi rezervlerle ya da borçlanarak kapatılma yönteminin tercih edilmesi bu açıkların düzeltilmesi aşamasında önlem alınmaya gerek duyulmadığı anlamını ortaya çıkarmaktadır. Ancak ülke kaynaklarının sınırlı olması sebebiyle rezervler cari açıkları karşılamaya yeterli gelmeyecektir. Aynı şekilde dış borçlanmanın da sınırları vardır. Bu sebeplerden ötürü uzun süreli cari işlemler açıklarını tedavi etmenin en doğru yöntem olduğu ifade edilmektedir (Seyidoğlu, 2009: 333).

Uygulanabilecek bir başka yolun ise cari işlemler açıklarına yol açacak olan unsurların baskı altına alınması olduğu ileri sürülmektedir. Yani, devlet gümrük vergileri, ithalat kotaları ve yasaklamalar ile ithalatı azaltmaya çalışırken, kambiyo denetimi ile de ülkeden çıkabilecek olan döviz ve sermaye hareketlerini kontrol altına almaktadır. Fakat uygulanan bu yöntem ile dış açık belirli bir süreliğine baskı altına alınmış olup, açık potansiyeli ise devam etmektedir. Bu kısıtlamalar kaldırıldığı zaman ise eskisinden çok daha büyük açık problemleri ile karşılaşılabilineceği ifade edilmektedir (Akdiş, 2001: 273).

Cari işlemler açığının finansmanı sermaye hesabında oluşan fazla ile gerçekleştirilmektedir. Sermaye hesabının kalemleri olan doğrudan yatırım, portföy yatırımı, kısa vadeli sermaye ve diğer yatırımlar kendi aralarında borç oluşturan ve oluşturmayan kalemlere ayrılmaktadır. Doğrudan yatırım ve portföy yatırımının hisse senedi kalemi borç oluşturmayan kalemler iken kısa vadeli sermayeler, portföy yatırımının borç senetleri kalemi ve diğer yatırımlar borç oluşturan kalemlerdir. Eğer cari işlemler açıkları borç oluşturmayan kalemlerle finanse edilirse bu durumda cari açıkların sürdürülebilirliğinden bahsedilebilinir. Fakat bu açıklar borç oluşturan kalemlerle finanse edilirse bu durumda da cari işlemler dengesi açısından tehlike ortaya çıkmaktadır ve bu açıklar sürdürülemez hale gelmektedir (Yapar Saçık ve Alagöz, 2010: 114).

Dış açıkların finansman yöntemlerinden en sağlıklı olanının doğrudan yabancı sermaye yatırımları olduğu belirtilmektedir. Çünkü bu yatırımların kalıcı fiziki yatırımlar olup geri götürülmelerinin imkansız olması bu duruma sebep olarak gösterilmektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından ülkede ileri teknoloji ile yeni iş alanlarının oluşmasına katkıda bulunması ve işsizlik üzerinde olumlu sonuçlar doğurmasının beklendiği belirtilmektedir. Bu sebeple de doğrudan sermaye yatırımlarının dış borç almadan yatırım yapılmasına neden oldukları ileri sürülmektedir (Akat, 2004: 7). Fakat doğrudan yabancı sermaye yatırımları artan döviz girişleri sebebiyle tüketim harcamalarının artmasına ve ulusal tasarrufların azalmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak toplam sabit sermaye yatırım miktarı da beklenilenin tersi yönde gerçekleşmektedir (Mucuk, 2008: 111).

Cari işlemler açıkları kısa vadeli sermaye hareketleri ve kısa vadeli dış borçlarla finanse edilmek istendiği zaman ülkeye giren kısa vadeli sermaye hareketleri ve dış borç alımlarındaki ani azalmalar neticesinde cari açıkların sürdürülemez duruma geldiği belirtilmektedir. Uzun vadeli sermaye hareketleri ile finanse edilmesi durumunda yatırım oranlarındaki artış sebebiyle cari işlemler açıkları oluşuyorsa ve finansal dolarizasyon yoksa bu durumda cari açıkların bir sorun olarak görülmeyebileceği ileri sürülmüştür. Fakat cari açıklar kısa vadeli sermaye hareketleri ile finanse edilip aynı zamanda bankacılık sisteminde sorunlar söz konusu ise bu durumda cari açığın bir sorun olarak görülmesi gerektiği ileri sürülmüştür (Görmüş, 2010: 84).

Tasarruf sahipleri tarafından kazanç sağlayabilmek için uluslararası sermaye piyasalarından sermaye satın alınmasını ifade eden portföy yatırımları cari işlemler açıklarını finanse etmek için önemli bir araç olarak belirtilmektedir. Ulusal tasarrufların yetersizliğini gidermek amacıyla işlev gören portföy yatırımları finansal ihtiyacı giderme açısından önemli olmasına rağmen bu yatırım türünün spekülatiflere açık olması sebebiyle ciddi riskleri de beraberinde taşıdığı ifade edilmektedir. Portföy yatırımları neticesinde ülkeye giren para öncelikle ödemeler bilançosunda olumlu sonuçlar ortaya çıkarırken bu nakit girişlerinin artmasıyla ulusal para değer kaybetmekte ve böylelikle göreceli olarak daha ucuz hale gelen ithal mallara olan talep artmaktadır. Bu durumda da ödemeler bilançosu dengesi olumsuz olarak etkilenmektedir (Mucuk, 2008: 111-113).

Cari işlemler açıklarının finansmanı konusunda ele alınan yöntemler sabit döviz kuru rejimleri için geçerli olmaktadır. Serbest değişken kur rejimlerinde ise arz ve talepteki değişikliklere bağlı olarak döviz kurları oluşan dengesizlikleri kendiliklerinden gidermektedirler (Seyidoğlu, 2009: 333).

Cari işlemler dengesinde açıkların oluşması sonucu bu açıkları gidermek amacıyla devalüasyon uygulayan bir ülkede ulusal paranın değeri düşeceğinden ihracat artıp, ithalat ise azalış gösterecektir. Sonuç olarak da cari işlemler hesabı dengeye gelecektir. Devalüasyonun uygulanmasındaki asıl amaç ülkedeki döviz miktarını artırarak ödemeler bilançosu dengesini sağlayabilmektir. Ancak devalüasyonun ülke ekonomi üzerindeki bu olumlu etkisinin yanı sıra ithal girdi fiyatlarını yükseltmesi sonucu maliyet enflasyonunu artırma riski söz konusudur. Ayrıca devalüasyon ekonomisi istikrarlı ve dengede olan bir ülkede tercih edilen bir yöntem değildir. Bu yöntemi uygulayacak olan bir ülkenin iç fiyatların yükselmesini önlemek amacıyla önceden bir takım tedbirler alması gerektiği belirtilmektedir. Sonuçta devalüasyon ihracatı artırıp ithalatı azaltırken bir yandan da ithalatın ulusal para cinsinden maliyetini yükseltmektedir. Dolayısıyla devalüasyonun her zaman için cari açıkları gidermek amacıyla kullanılabilecek bir yöntem olmadığı ifade edilmektedir.

Cari işlemler açıklarının finansmanı için en iyi yöntemin ise bu açıkları ortaya çıkaran sebeplerin ortadan kaldırılması ve buna yönelik tedavi edici politikaların uygulanması olduğu ileri sürülmektedir. Bu açıdan yapılacaklar içerisinde en

önemlisinin ihracatı artıracak, teşvik edecek politikalar uygulamak ve bu konuda gerekli değişiklikleri gerçekleştirmek olduğu belirtilmektedir (Akdiş, 2001:273).