• Sonuç bulunamadı

5. Kıbrıs Sorunu ve TÜSİAD

5.1. Kıbrıs Sorununun Arka Planı

5.1.6. Bunalımlar ve Müdahale

Kıbrıs adasının üniter yapıdaki düzeni Aralık 1963'te başlayan olaylar sonucunda bozulma sinyalleri vermeye başlamıştır. Artan şiddet olayları neticesinde 4 Mart 1964 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi(BMGK) 186 nolu karar ile adaya Barış Gücü gönderme kararı almıştır(Yearbook,1964:165; Dışişleri Belleteni, 1964:8).

George Ball’a göre (1982:348) Amerika’nın Güvenlik Konseyi toplantısındaki temel amacı, “mümkün olduğunca çabuk bir şekilde Kıbrıs‟a BM gücü yerleştirilmesini sağlamak ve aynı zamanda garantör devletlerin müdahale haklarının ortadan kaldırılmasını önlemekti. Çünkü bu hakların kaldırılması durumunda Türklerin hareketsiz kalmaları mümkün değildi. Kaldı ki Amerikalılar, Sovyetler Birliği‟ni mümkün olduğunca olayın dışında tutmaya da çalışmaktaydılar”

Karar ayrıca ilgili hükümetler BM'ye destek olacaktır derken, Kıbrıs hükümetinden de söz ederek Makarios tarafından yönetilen Kıbrıs Rum yönetimini resmi olarak tanımıştır. Aslında bu tutum, Avrupa Birliği'nin günümüzdeki tutumu ile paralellik seyretmektedir. Kıbrıs sorununun uluslararası alanda görünümü bu kararla değişmiştir. Kamuoyu tarafından tepki çeken BM kararları, AP' nin dış politika alanında önüne gelen ilk büyük sorun olmuştur (Fırat, 1997, s. 207-208). Mecliste yapılan görüşmeler sırasında Yunanistan ile tüm ilişkileri kesmekten, adada tam silahsızlanmaya gidilmesine kadar çeşitli görüşler tartışılmıştır (TBMM , 1965, s. 22). Alparslan Türkeş, partisi adına yaptığı konuşmada konunun sadece Kıbrıs ile ilgili olmadığını, Yunanistan'ın Ankara'yı vurabilmek için adayı ele geçirmesi gerektiğini dile getirmiştir. Tüm partiler olaya farklı açılardan yaklaşmakla beraber, adaya müdahalenin gerekliliği konusunda hem fikir olmuştur (Fırat, 1997, s. 211).

171

Partiler arasında birbirini suçlama ve müdahalenin usulüne ilişkin süre gelen tartışmalara Amerika'dan gelen bir mektup son noktayı koymuştur. Ocak 1966 'da Hürriyet gazetesinden Cüneyt Arcayürek'in kamuoyuna duyurduğu "Johnson Mektubu" 40 ile özetle Türkiye'nin Amerika'nın onayı olmadan adada herhangi bir girişimde bulunmasının kabul edilemeyeceği ve bu harekât için NATO teçhizatını kullanamayacağı bildirilmiştir.41

Böylelikle Türkiye'nin adaya ilk müdahale teşebbüsü başlamadan sona ermiştir. 1967 yılına gelindiğinde ise gerek Yunan gerekse Türk tarafı Amerika'nın telkinleri neticesinde "bekle ve gör" politikası takip ederek durumu sakinleştirmeye çalışmıştır. Kıbrıs Türk tarafının temsilcisi Fazıl Küçük bu politikaya genel olarak uymaktayken, TMT lideri Rauf Denktaş, bu politikanın Yunan tezlerine yaradığını ileri sürmeye başlamıştır. Aynı dönemde TMT genç mücahitleri eğitim bahanesi ile Türkiye'ye getirmeye başlayınca, Türk askeri ataşesi Kemal Coşkun, Kıbrıs'ta persona non grata (istenmeyen adam) ilan edilmiştir (Fırat, 1997, s. 216).

1967 yılında yaşanan bir diğer önemli gelişme ise Rum askerlerinin Kıbrıs'ta köyleri ablukaya alarak pek çok sivilin ölümüne neden olmuştur (Uçarol, 2000, s. 764). Bu gelişmeye karşılık Türkiye'de meclisten hemen müdahale kararı alınmasına karşın, deniz gücü olmayan Türkiye, bu yetkiyi kullanamamıştır. Adada gerginliğin artması

40Johnson Mektubu ile ilgili detaylı bilgi için Bknz. Haluk Şahin, Johnson Mektubu : Türk-ABD İlişkilerini Değiştiren Olayın Perde Arkası, Gendaş Aş, İstanbul,2002 ve Mehmet Arif Demirer, Nihat Erim'in Gözlük Ve Kaleminden "Demokrat Parti" Ve Bir Soru : Johnson Mektubu "Sipariş" Miydi?Kemalist-Demokrat Türkiye Yayınları, Ankara,2006.

41Haberi hazırlayan Arcayürek bu haber ile bir yandan gazetecilik ödülü kazanırken, diğer yandan devlet

172

sonucunda NATO üzerindeki baskı artmış ve Amerika devreye girerek, Yunanistan'ın tazminat ödemesini sağlamış ve bu şekilde ilişkileri normalleştirmeye çalışmıştır.

1973 yılına gelindiğinde Türkiye'de Ecevit'in CHP-MSP koalisyonu hükümettedir. Hükümetin Kıbrıs politikası ise "Fonksiyonel Federatif Devlet Tezi"dir. Bu teze göre statüko-ante sağlanarak 1960 anayasası koşullarına dönmek esas alınmıştır. Yunanistan tarafında ise Makarios ile Albaylar Cuntası'nın arası açılmaya başlamıştır. Cunta, Makarios'u adayı ihlal etmenin önündeki bir engel olarak görürken, Makarios kendisinin seçilmiş bir önder olduğunu ve Cuntanın Rumları kışkırttığını iddia etmiştir (Oran, 2002, s. 740). Makarios'un bu açıklamalarının ardından EOKA harekete geçmiş ve Nikos Sampson, 15 Temmuz 1974'te bir darbe ile yönetime el koyarak "Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir (Armaoğlu, 1963, s. 801).

Türkiye bu durumu 1960 yılında kurulan statükonun açık ihlali olarak yorumlamış ve Garanti Antlaşması'nın 3. Maddesinde yer alan "Bu Antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali (çiğnenmesi) halinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler. Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket etmek olanağı bulunmadığı taktirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu (state of affairs) münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar" ( Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2011) maddesine dayanarak İngiltere ile birlikte hareket etmek istemiştir.

Ecevit ile görüşen Wilson'un konunun BM ile NATO nezdinde çözülmesini önererek harekete geçmeyi red etmesi üzerine meclisten oy birliği ile harekat kararı

173

alınmış ve adanın kuzeyine Türk Silahlı Kuvvetleri 20 Temmuz 1974'te çıkartma yapmaya başlamıştır. (Eroğlu, 2003, s. 27)

BM, Türkiye'nin müdahalesi karşısında acilen toplanarak 21 Temmuz'da taraflara ateşkes çağrısında bulunmuştur. Yunanistan, Türkiye'nin adadan çekilmesini şart koymasına karşın, Amerika'nın girişimleri sonuç vermiş ve 22 Temmuz 1974'te ateşkes ilan edilmiştir (Uçarol, 2000, s. 768). BM nezdinde yürütülen barış çalışmaları sürerken Türkler üzerinde şiddet eylemlerinin devam etmesini gerekçe gösteren Türkiye, "Ayşe tatile çıksın" parolası ile başlayan ikinci harekatı başlatmış ve ilk operasyonda sağladığı dış desteği tamamen kaybederek Amerikan ambargosu ile sonuçlanacak süreci başlatmıştır.

Amerikan ambargosunun en önemli nedeni ise etkin Yunan lobisi olmuştur. Sovyet tehdidi altındaki bir coğrafyada ABD'nin NATO müttefiki bir ülkeye silah ambargosu uygulaması Başkan tarafından desteklenmemesine karşın, gerek dini gerekse ekonomik lobi çalışmaları kararı değiştirmiştir. Burada altı çizilmesi gereken husus, Türkiye'nin din temelli bir lobi yapamayacağı için, bu konuda tek etkili yapının TÜSİAD olmasıdır. Ancak Yunan lobisi çok hızlı harekete geçmesine karşın, Türkiye tarafından ilk tepki ancak ambargo kararının peşinden gelmiştir.