• Sonuç bulunamadı

Açık Ekonomi Koşulları ve Yeniden İnşa 1923-1929

1. Türkiye Ekonomisinin İktisadi Evreleri ve Uluslararası Ekonomi ile

1.1. Türkiye Ekonomisi Tarihine Genel Bakış

1.1.2. Açık Ekonomi Koşulları ve Yeniden İnşa 1923-1929

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, Kurtuluş Savaşı yılları boyunca yaşanan gelişmelerin ardından yeni bir burjuvazi oluşturulmaya çalışılmış ve Müslüman tüccarlar iktidara yakınlığı sayesinde ciddi avantajlar elde etmiştir. Ancak 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe karışmasının ardından yeni bir ülke ve yeni bir iktidar ortaya çıkmıştır. Yeni iktidar, cumhuriyetin ilanından önce, ülkenin en büyük sorunu olan ekonomik bunalıma çözüm arayışına girmiştir.

Yeni hükümetin ilk mali ve ekonomik sıkıntıları Kongrelerin finanse edilmesi ile başlamış ve daha sonra ağırlaşarak sürmüştür. TBMM açıldığında parasal kaynaklar çok sınırlı idi ve dışarıdan gelen yardımlar da oldukça yetersizdi. Eldeki kaynaklar, savaş ihtiyaçları karşılanmaya harcanmıştı ve her türlü savaş malzemesi ihtiyacı halkın katkıları ile sağlanmıştır(Coşkun, 2003, s. 72).

Millî Mücadele sonunda imzalanan Lozan Antlaşması ile gümrük politikasına birtakım engeller konmakla birlikte, batılı devletlerin Türk ekonomisi üzerindeki kontrolleri kaldırılmıştır(Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, 1994, s. 96). Ancak geçimini ilkel yöntemlerle tarımdan sağlamaya çalışan yoksul ve eğitimsiz bir toplum, yerli ürünler yerine ithal mallarını korumayı amaç edinen bir gümrük rejimi, demir ve deniz yolları gibi en önemli sektörlere hâkim yabancı şirketlerin ülkeyi terk etmeleri, daha da önemlisi devleti zor durumda bırakan Duyun-u Umumiye nedeniyle

59

bütün ticari faaliyetleri büyük ölçüde durmuş bir ülke durumundaki Türkiye’de her şeyi yeniden inşa etmek gerekmiştir(Özçelik & Tuncer, 2006, s. 254).

Lozan anlaşması ile ithal mallar ile yerli mallara farklı vergiler ve gümrük tarifeleri uygulanması engellenmiş, sadece devlet tekelinde olan mallarda, kamu gelirlerini arttırmak amacıyla daha yüksek bir fiyatlandırmaya izin verilmiştir. Bu nedenle devlet birçok malın üretimini tekeline alma yolunu tercih etmiştir. Ancak daha sonra bu malla, dönemin genel felsefesine uygun olarak yerli ve yabancı şirketlere devredilmiş ve bu devir işlemi sırasında siyasi kadrolara üye olan pek çok kişi yüksek gelirler elde etmiştir(Boratav, 2007, s. 40). Devlet eliyle oluşturulan bu burjuvazinin en güzel örneklerinden bir tanesi İş Bankasıdır. 1924 yılında kurulan bankanın genel müdürlüğüne imar vekilliğinden istifa eden Celal Bey getirilmiştir. Yönetim kurulu başkanı ise Siirt mebusu Mahmut Bey olmuştur. İş Bankası dönem boyunca yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidar arasındaki bütünleşme sürecinde fevkalade aktif bir rol oynamış ve çeşitli iktisat politikası kararlarını sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda yönlendirmede çok etkili bir baskı grubu oluşturmuştur11(Boratav, 2007, s. 41).

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ekonominin nasıl bir yapısal gelişim göstereceği de 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde şekillenmeye başlamıştır. Hükümet bu kongre ile Lozan’da yaşanan güçlükleri girişimcilerle paylaşmak ve savaştan yorgun çıkmış olan iktisadi odak ve birimlerin birbirlerini tanımalarını sağlamak, onların

11 Bu baskı grubunda bankayı temsil eden politikacı İş Bankası’nın Fransızca karşılığı olan Banqued’affai-

res’den esinlenerek “çıkarcı” anlamında kullanılan affairiste sözcüğünün karşılığı olarak “aferistler” denmekteydi.

60

ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek ve iktisat politikalarını da bu sonuçlara göre belirlemek istemiştir(Gökçen, 1998, s. 3256).

Kongrenin açılış konuşmasında Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sebeplerinin başında yabancılara tanınan imtiyazlar olduğuna vurgu yaptıktan sonra, “bizim memleketimiz geniştir. Çok çalışma ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Bundan dolayı kanunlarımıza bağlı olmak şartıyla yabancı sermayelerine gereken güvenceyi vermeye her zaman hazırız ve isteriz ki, yabancı sermayesi bizim çalışmamıza ve var olan ama yetersiz kalan servetimize katılsın. Bizim için ve onlar için faydalı sonuçlar versin; fakat eskisi gibi değil” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III' den Aktaran Sanlısoy, 2014)diyerek, yabancı sermaye ile ortaklığın süreceğinin işaretini vermiştir.

Kongre ile ülkedeki ekonomik yapılanmanın, uygulanacak iktisat politikasının yönünü belirleyen bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi; yurt içi sanayi kurmayı ve geliştirmeyi amaçlayan, özel girişime öncelik veren ve mülkiyet haklarına saygılı bir ekonomik sistemi oluşturmayı amaç edinmiştir(Sabır, 2003, s. 80). Kongrede alınan kararlar, “Misak-ı İktisadi” ve “Çiftçi, Tüccar, Sanayici ve İşçi Gruplarına İlişkin Esaslar” olarak adlandırılan iki bölümde toplanmıştır(Kepenek & Yentürk, 1994, s. 32). İlk bölüme giren kararlara göre; yerli üretimin geliştirilmesine çalışılacak, lüks ithalattan kaçınılacak, ekonomik gelişmeye katkısı olmak koşuluyla yabancı sermayeye izin verilecektir. İkinci bölümde yer alan bazı kararlar ise; reji idaresi ve yönetiminin kaldırılması, tütün tarımı ve ticaretinin serbest olması, ihraç edilen tütünün işlenmiş olması ve vergilerin tüketiciden alınması, Aşar’ın kaldırılması, temettü vergisinin gelir vergisine dönüştürülmesi, iç gümrüklerin kaldırılması, koruyucu gümrük tarifelerinin kabul edilmesi,Ziraat Bankası’nın yeniden düzenlenmesi, sanayicilere kredi vermek üzere bir Sanayi Bankası kurulması, Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun günün

61

ihtiyaçlarını karşılar hale getirilmesi ve beş yıl sonra 25 yıl süreyle uzatılmasının sağlanması, Türk limanlarında kabotaj hakkı sağlanması ve demiryolu, limanlar ile diğer ulaşım altyapısının geliştirilmesi, işçilerin çalışma saatlerinin düzenlenerek 18 yaşından küçüklerin çalıştırılmaması ve haftada 1 gün çalışanlara tatil imkânı verilmesi, “Amele” kavramı yerine “işçi” kavramı kullanılması ve tüm işgücüne sendika hakkı tanınmasıdır (Yavi, 2001, s. 280).

Kongrede alınan bu kararlar ana çizgisiyle dileklerden ibaret olmakla birlikte bu dönemin başlangıcında egemen olan iktisadi felsefeyi ve görüşleri taşıması bakımından önem taşır. Ayrıca kongrede ulusal ekonomiden sıkça söz edilmiş ve ekonomik kalkınmada millîlik savunulmuştur(Tural, 1987, s. 68-69). Cumhuriyet’in ilanı ile ekonomi yeni bir anlayışla ele alınmış ve bu dönemin en belirgin özelliği özel teşebbüsü himaye etme politikası olmuştur. 1927’de çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu ile özel sermayenin ülke kalkınma-sına katkıda bulunması amaçlanmış ve yatırım yapmak isteyenlere çeşitli teşvik ve vergi muafiyetleri getirilmiştir(Cillov, 1962, s. 129). Milli iktisat oluşturma gayesine paralellik gösteren kongrede, İstanbul tüccarının başını çektiği burjuvazi ile toprak unsurlarının egemen olduğu söylenebilir(Boratav, 2007, s. 46).

Lozan Antlaşması’nın gümrük ve tarifeler ile ilgili getirdiği sınırlamalar 1928 yılında son bulmuştur. Bu sayede milli sanayiyi korumaya yönelik yeni bir vergi politikası izlemek mümkün hale gelmiştir. 1929 yılı bir yandan yeni tarifelerle korumacılık artarken, bir yandan da dış borçların ödenmeye başlayacak olması ve 1929 yılında dünyada ortaya çıkan büyük buhran iktisadi politikaları etkilemiştir. Lozan’da saptanan gümrük tarifesi milli ekonomiye yaklaşık yüzde 13’lük bir koruma derecesi sağlarken, yeni tarife ile yüzde 47’lik bir koruma sağlanmıştır(Beyarslan, 1982, s. 35).

62

Dış borçların ilk taksiti ise ihracat gelirinin yüzde 10’luk kısmına denk gelmekle birlikte, gümrük vergilerinin artışından önce yapılan stoklama ve spekülasyonlar sonucunda ithalat aşırı artış göstermiş ve Türk parasının dış değeri baskı altına girmiştir(Boratav, 2007, s. 49). Büyük buhranın etkisinin hissedilmeye başlaması ile ihracatın önemli bir düşüş göstermesi, 1930 yılından itibaren yeni iktisadi eğilimlere yol açmıştır.

Özetle 1923-1929 arası dönemde tüm dünyada kapitalizmin birinci aşaması olarak kabul edilen ve 1929 Dünya Ekonomik Buhranına kadar devam eden “liberal” akımlara karşın, I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı ekonomik yıkıma karşı devletler koruyucu politikalarını sürdürmüştür(Özcan E. , 1981, s. 17). Lozan Antlaşması ve antlaşmanın öngördüğü beş yıllık kısıtlamalara rağmen, İzmir İktisat Kongresi’nde pekiştirilen, açık ekonomi koşullarında milli ekonominin yeniden inşa edilmesi düşüncesi öne geçmiştir. Bu dönemde, bir önceki dönemde olduğu gibi devlete yakın olan sermaye gruplarının avantajlar elde ettiği ve burjuvazinin devlet eliyle şekillendirilmeye devam ettiği görülmektedir.