• Sonuç bulunamadı

Birinci dalga-tarım toplumu

3.1. Alvin Toffler ve Dalga Teorisi

3.1.1. Birinci dalga-tarım toplumu

Birinci değişim dalgasından önce, insanların büyük bir bölümü küçük, genellikle göçebe guruplar halinde yaşıyor, yiyecek toplayarak, avlanarak, balık tutarak veya sürü güderek karınlarını doyuruyorlardı. İşte bu dönemde, yani bundan yaklaşık on bin yıl önce, tarım devrimi başladı ve yavaş yavaş tüm gezegene yayılarak köyleri, yerleşim merkezlerini, ekilip biçilen toprakları ve yeni bir yaşam tarzını yarattı.

Alvin Toffler, Birinci Dalga olarak yaklaşık M.Ö. 8000 civarında başlayan ve M.S. 1650-1750 yılları arasında bir döneme kadar süren tarım toplumunu almaktadır.

Tarım, tarihin ilk dönemlerinden bu zamana dek toplum ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir yer tutmuştur. Toprak tarımın temel noktası olmasının yanı sıra toprak için milletler mücadele vermiştir. Tüm yaşama biçimlerinin toprağa dayandırılması tarım toplumlarının temel özelliğidir. Bu özellik yönetim sistemlerinden örf ve adetlerine kadar kendini çeşitli biçimlerde göstermiş ve tarım toplumlarının başarısının içinde bulunulan ortamın değişkenlerinin iyi anlaşılması ve kullanılmasıyla mümkün olacağı belirtilmektedir. Tarih sahnesine bakıldığında, Dünya Birinci Dalga

içindeyken toprağını en verimli şekilde kullanabilen toplumların, diğerleri üzerinde bir güç alanı oluşturdukları görülmektedir (Toffler, 2008).

Birinci Dalga uygarlığının egemen olduğu dönem boyunca, gezegenin nüfusu “ilkeller” ve “uygarlar” olarak iki sınıfa ayrılabilirdi. Yiyecek toplayarak veya avlanarak hayatını sürdüren ve küçük kabileler halinde yaşayan insanlar, tarımsal devrimin gerisinde kalmış toplumlardı. Buna karşılık, çoğu insanın toprağı işlediği yerler ise “uygar” dünya olarak nitelendirilmekteydi. Tarımın egemen olduğu her yerde; Çin’den Hindistan’a, Benin’den Meksika’ya, Yunanistan’dan Roma’ya kadar, uygarlıklar kök saldı, yükselip çöktü ve birbiri içinde eridi. Ancak aralarındaki farklara rağmen, hepsinin birbirlerine benzeyen yönleri de vardı. Hepsinde, yaşamın merkezi köyler, ekonomi, kültür, aile yapısı, toprağa dayalıydı. Tüm toplumsal yapı, köye göre düzenlenmişti. Hepsinde emek seviyede bir iş dağılımı ve sınırları net bir şekilde belirlenmiş sınıflar vardı: Soylular, savaşçılar, din adamları ve köleler. Her yerde otoriter rejim ve hiyerarşi göze çarpıyordu. Kişinin toplum içinde ki yeri, doğumuyla belirleniyordu. Alt sınıfta doğmuş birinin üst sınıfa tırmanması mümkün değildi. Her toplum veya her grup, kendi ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü kendi karşılıyordu.

Birinci Dalga toplumlarının küçük çaplı üretimi, çoğunlukla sadece yakın çevreleriyle ve köyleriyle ilgilenen köylüler tarafından gerçekleştiriliyordu. Köy dışında ki konularla ilgilenenler sadece birkaç soylu, birkaç din adamı, birkaç iş adamı ve toplum dışı kalan sanatçılardı. Ancak istisnalar da mevcuttu. Deniz aşırı ticaret yapan toplumlar, büyük bir sulama ağını temel alarak büyümüş merkezcil ve tarımsal krallıklar vardı. Yine de tüm bu farklara rağmen, bu çeşitli toplumların hepsini Birinci Dalga ile yayılan tarım uygarlığının ifade çeşitlemeleri olarak görmek mümkündür.

Eski ya da yeni, tüm toplulukların ön koşulu enerjidir. Birinci Dalga toplumları enerjilerini “canlı piller” den -insan ve hayvanların kas gücü- veya rüzgardan, güneşten ve sudan alıyordu. Yemek pişirmek ve ısınmak için ağaçları kullanıyorlardı. Bazıları suların akıntısıyla, bazıları denizlerdeki gelgitle, bazılarının ise rüzgarla çalışan değirmenleri vardı. Tarlalarını sürmek için hayvanları kullanıyorlardı. Birinci Dalga toplumları yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmaktaydı. Kesilen ağaçların, yelkenleri şişiren rüzgarın, çarkları çeviren suyun yerine doğa yenilerini getirir, hayvanlar ve insanlar içinse durum değişmezdi (Toffler, 2008).

Birinci Dalga uygarlığında, ailelerin biçimleri bölgeden bölgeye değişiyordu. Tarımın hakim olduğu bölgelerde insanlar büyük evlerde ve birkaç kuşak birlikte yaşıyor, amcalar, dayılar, halalar, teyzeler, aileler, büyükbaba ve büyükanneler veya

kuzenler aynı çatı altında toplanıyor, hepsi bir ekonomik üretim birimi olarak bir arada çalışıyorlardı; Hindistan’daki ortak ailelerden Balkanlar’daki zadrugalara ve Batı Avrupa’daki geniş ailelere kadar her aile hareketsizdi; toprağa bağlıydı.

Birinci Dalga toplumlarında, işler genellikle tarlalarda veya evlerde yapılır, bütün aile halkı bir ekonomik birim olarak toplanır ve ortaya çıkan ürün köy veya malikane içinde tüketilirdi. İş hayatı ve ev hayatı birbirine karışmış ve birleşmişti. Her köy büyük ölçüde kendi kendine yettiğinden, bir yerdeki köylülerin başarısı, başka bir yerdeki köylülerin ne yaptığından etkilenmezdi. Aynı ekonomik birim içinde, herkes mevsime, sağlık durumuna ya da kişisel tercihlerine bağlı olarak değişik işlerden sorumlu olurdu. Endüstri uygarlığından önce iş bölümü çok temel düzeydeydi. Dolayısıyla, karşılıklı bağların asgari düzeyde olması, Birinci Dalga uygarlığının en önemli özelliklerinden biriydi.

Topluluklar ve köyler arasında alışveriş pek görülmediği ve çalışma tarzı da bunu gerektirmediği için, zaman birimleri yerden yere, bölgeden bölgeye, mevsimden mevsime değişiyordu. Zamanı saat, dakika, saniye gibi parçalara bölmek yerine, ev işleri için belirlenen zaman dilimlerine bölmek onlar için yeterliydi. Endüstrileşmiş toplumlar, ne kadar sürdüğü belli olmayan zaman aralıkları yerine, saat, dakika, saniye gibi çok net aralıklara ihtiyaç duymaktaydı. Dahası, bu birimlerin uzunluğunun toplumdan topluma, bölgeden bölgeye, mevsimden mevsime değişmemesi, belli bir standart izlemesi gerekmekteydi. Günümüzde bütün dünya belli zaman dilimlerine ayrılmış durumdadır. Artık zamanın standart hale geldiğini görebiliyoruz. İkinci Dalga uygarlığı, zamanı kesin ve standart birimlere bölmekten fazlasını yapmıştır. Bu birimleri düz bir çizgiye dizerek, sonsuz bir şekilde geçmişe ve geleceğe uzatmıştır. Böylece zaman doğrusal bir hale gelmiştir (Toffler, 2008).

Bu uygarlığın hakim olduğu dönem boyunca, gelecekte kendini gösterecek bazı gelişmeler de işaretlerini veriyordu. Antik Yunanistan ve Roma’da küçük de olsa seri üretim olarak adlandırılabilecek şekilde çalışan fabrikalar bulunmaktaydı. M.Ö. 400 yıllarında Burma’da petrol çıkarılmıştı. Babil ve Mısır’da büyük bürokratik sistemler kurulurken, Asya ve Güney Amerika’da büyük şehir merkezleri ortaya çıkarıldı. Takas devam ediyordu ama para hakimiyet kazanmaya başlamıştı. Uzak Doğu’dan Calais’ye kadar uzanan ticaret yolları çöllerden, okyanuslardan, dağlardan, ovalardan geçiyordu. Başlangıç aşamasında ki uluslara ek olarak, şirket yapıları dikkat çekiyordu. İskenderiye’de, buhar makinesinin bir atası icat edilmişti.

On yedinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Birinci Dalga henüz kendini tüketmemişti ama tam bu dönemde endüstrimi Avrupa’da patlak verdi ve tüm gezegende ikinci bir değişim dalgası başlattı. Dolayısıyla, 1650-1750 yılları arasına kadar süren bu dünya, Birinci Dalga uygarlığı olarak adlandırılabilir Bu yeni Dalga - endüstrileşme- ülkelere ve kıtalara ilkine oranla çok daha hızlı bir şekilde yayıldı. Sonuçta, birbirinden ayrı ve tamamen farklı karakterlere sahip iki değişim dalgası, aynı anda ama farklı hızlarda dünyayı sarmaya başladı.

Bugün Birinci Dalga görünüşte yatışmış durumdadır. Güney Amerika veya Papua Yeni Gine gibi bölgelerde hala tarıma dayalı bir şekilde yaşayan azınlık bir gurup dışında, Birinci Dalga’nın gücü temelde tükenmiş gibi görünmektedir.

İkinci Dalga uygarlığı gezegene yavaşça yayılırken, bağlantıya girdiği her şeyi değiştirirken, beraberinde ticaretten veya teknolojiden fazlasını götürüyordu. Birinci Dalga uygarlığıyla çarpışan İkinci Dalga uygarlığı, milyonlarca insan için yeni bir gerçeklik, yeni bir düşünce ve yeni bir yaşam tarzı anlamına gelmekteydi (Toffler, 2008).