• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşında Sırasında Bilecik

1.2. Mütareke Öncesine Genel Bir Bakış ve Bilecik

1.2.2. Birinci Dünya Savaşında Sırasında Bilecik

Birinci Dünya Harbinin yaşandığı 1914–1918 yılları arasında Bilecik ve çevresinden birçok kişi30 askere alınmıştır. Farklı farklı cephelerde savaşan bu askerler çok zor

şartlarda savaşı sürdürmeye çalışmış ve büyük sıkıntılar31 yaşamıştır (The Encyclopaedia of Islam, 1960:1218). Üretim çağındaki nüfusun askere alınmış olması büyük ekonomik problemler doğurmuş, tarım ve hayvancılık sektörlerinde üretim düşmüştür. Savaşın sürdüğü dört yıl boyunca tüm Anadolu’da hissedilen problemler Bilecik ve çevresinde de belirgin bir şekilde hissedilmiştir.

Dünya Harbi sırasında Türk ordusunun Çanakkale Savaşlarındaki başarılı mücadelesinin ardından bu cephede savaşmış olan askerler güneydeki İngilizlere karşı takviye kuvveti olarak Arabistan’a sevk edilmeye başlanmıştı. Arabistan yarımadasına

30 Birinci Dünya Harbinin ilk senesinde 1310 (1894) doğumludan yukarısı 1285 (1869) doğumluya kadar askere alınmıştı. Köylerde ise erkek olarak sadece 20 yaşın altındaki ve 45 yaşın üstündeki nüfus kalmıştı. Bilecik halkı sadece I. Dünya Harbi sırasında değil, Balkan Harbi sırasında da büyük fedakârlık göstermiştir. Söğüt ve nahiyeleri (Mihalgazi, İnönü, Bozüyük ve Domaniç’ten toplanan) 2000 kişilik dört bölükten oluşan bir tabur kurmuştu. Bu taburun ismi de yine Ertuğrul Taburuydu. Bu tabur 2 ay boyunca Binbaşı Nurettin Bey komutasında Söğüt’te talim yapmış ve sonrasında 2 yıl devam edecek olan Balkan harbine katılmıştır. 2000 kişilik ordudan sadece %10’u sağ olarak vatanlarına dönebilmiştir (Akbaş, 2011:5).

31 “Arabistan’a giden askerler Urfa Siverek’ten geçerken bir köye uğruyor. Çok aç olan askerler evdeki teyzeye soruyor paramız var bize yiyecek ver diyor ama teyze Tunna –Tunna diye cevap veriyor. Evde bulunan unlardan ekmek yapıp yedik. Asker o kadar açtı ki 5 kazan pilav yaptık yedik yetmedi bir beş kazan bulgur pilavı daha yaptık. Boru çalınarak asker yemeğe çağrıldı. Hatta çantalarımıza bile pilav doldurduk” (Akbaş, 2011: 11).

21

İstanbul-Sakarya-İzmit-Balıkesir-Bursa şehirlerinden yapılan bu sevkler genel anlamda demiryolu ağına sahip olan Bilecik üzerinden yapılmaktaydı. Bilecik Askerlik Şubesi de 1916 Mart ayında 1310, 1311, 1312 ve 1313 doğumlu olan bölge erkeklerini askere çağırarak kıtalarına sevk etmiştir. Asker ihtiyacı neticesinde sonradan 1314 ve 1315 doğumlularda cephede savaşmak adına askere çağrılarak ihtiyaç duyulan cephelere trenler ile sevk edilmişti. Harp sırasında Bilecik ve çevresinden askere sevk edilenler önce Eskişehir’deki sıhhiyelere götürülür ve burada 20 günlük bir muayeneye tabi tutulur ve yaklaşık 15–20 gün boyunca iğne ve aşı vurulup askere gönderilirdi. Ancak bu yolculuk mesafenin uzunluğu nedeniyle çok çileli geçmekteydi. Özellikle Arabistan’a sevk edilen askerler trenler ile yollanıyordu. Ancak tren yolu hatlarında yapımı tamamlanmamış bölgeler vardı. Toros tünelleri inşaat halindeydi. Bu sebeple burada trenlerden indirilen askerler 3 gün yürüyerek Toros dağlarını aşmak zorunda kalıyordu. 4. gün sonunda Tarsus istasyonuna varabiliyordu. Buradan yeniden trenlere bindirilen askerler Adana’ya kadar gider ve sonra İslâhiye dağını yaya olarak geçerlerdi (Akbaş, 2011: 6). Bu uzun yolculuk sonunda birliklerine sağlıklı bir şekilde ulaşmayı başarmak neredeyse büyük bir mucizeydi. İlkel şartlarda gerçekleşen bu sevkiyat sonunda askerlerin birçoğunda ishal, tifo, sıtma gibi hastalıklar ortaya çıkmaktaydı. Sağ salim birliklerine ulaşan askerlerde cephedeki sağlıksız koşullardan etkilenerek hasta olmaktaydı32. Bu nedenle I. Dünya Harbi’nde Arap yarımadasında savaşmak zorunda kalan bu askerler sadece İngiliz, Fransız birlikleri ile değil aynı zamanda salgın hastalıklarla da savaşmak zorunda kalıyordu. Çoğu askerin dizden aşağısı şişmekte, baldırları ve diş etleri kanamaktaydı. Bu hastalığın ismi ise “İskorbit” hastalığı idi. Bu hastalıktan ötürü bazı askerlerin ayakları bile kesildiği olmuştu. Bilecik bölgesinden Arabistan yarımadasına sevk olan Jandarma Onbaşı Ali de Arabistan çöllerinde savaştığı bir günü şu şekilde anlatıyordu:

“Tikrit çölünde istirahattayız. Ayaklarım şişmişti. Yürüyemez bir haldeydim. Komutan, doktora çıkmam için izin verdi. Revire gittim ve doktor durumumun ciddi olduğunu söyleyerek Seyyar hastaneye sevk etti. Hastaneye vardığımda burada sadece iki doktor vardı. Ayaklarıma verdikleri tentirdiotu sürüyor, ağzımı ise tonikli su ile gargara yapıyordum. Hastanede hastaların büyük bir kısmı yatıyor, yer bulamayan veya daha iyi olanlar oturuyordu. Musul’da ki Hastanede 10 gün kadar kaldıktan sonra ayağımın şişi inmişti. Ayağımın kesileceği korkusuyla yaşamak

32 Bilecik’in Söğüt ilçesinden Ali Onbaşı bu durumu şu şekilde ifade ediyordu: Birçok asker ishalden dolayı ayrılıyordu. Banyo yapamamaktan dolayı bit salgını oluyor ve bu sebeple bizi zaman zaman hamamlara sokuyorlardı. O kadar çok yol yürüyorduk ki artık bütün askerlerin ayaklarının altında birçok kabarcık oluşmuştu. Su toplamıştı. Tecrübeli arkadaşlarımızdan birisi tuzlu suya sokarak rahatlayacağımızı söyledi, gerçekten işe yaradı biraz da olsa sancılarımız azaldı (Akbaş, 2011: 12-19).

22

zorunda kalmıştım. Orada kaldığım süre içerisinde Bilecik ve çevresinden de gelen birçok asker vardı. Ordu Karargah çavuşu Bahrilerin Koca Arif ve Esri Köyünden Halil bunlardan birkaçıydı. Söğüt’teki mahalle komşularımız da buradaydı. Kızılsaraylı İbrahim oğlu Mustafa, Köse Şükrü, Yumuk İbrahim, Memiş Ağanın Kazım” (Akbaş, 2011:21-23).

Görüldüğü gibi bu dönemde birçok kişi Bilecik ve çevresinden gelerek Arabistan çöllerinde zor şartlarda savaşmak zorunda kalmıştı.

Harbin başlangıcında İtilaf kuvvetlerine karşı başarılı olan Osmanlı askerleri ilerleyen süreçte bu başarısını devam ettirmekte zorlanmıştı. İngilizler ve Fransızlar sömürgelerinden getirdikleri askerler ile savaşmakta ve savaş bölgesine yakın olan sömürgelerinden ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydi. Zengin sömürgeleri sayesinde İtilaf Devletleri cephede büyük sıkıntılar yaşamamaktaydı. En azından Osmanlı Devleti’nden çok daha iyi bir konumdaydı. Buna mukabil Osmanlı Devleti’nin savaşı sürdürebilmesi büyük oranda Almanya’dan gelen yardımlara bağlıydı. Cephelerde bu durum yaşanırken savaşa gitmeyen Osmanlı halkı da bu harpten doğrudan etkileniyordu. Ziraat, ticaret ve eğitim savaşın devamında daha da kötüleşmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti harbe girdiğinde genel seferberlik ilan etmiş ve 20 ile 45 yaş arasındaki bütün erkek nüfusu askere çağırmıştı. Ancak cephede artan asker ihtiyacı dolayısıyla Anadolu’dan yeni birliklerin istenmesi ise Anadolu şehirlerinin vaziyetini daha da vahim bir duruma sokacaktı. Meclis bir kanun çıkararak 45 yaş üstündeki ve askeri kabiliyeti olan erkek nüfusu cephede savaşmak için askere alınmasını istiyordu (MMZC. C.1, D.3, 7 Kanunuevvel 1915:207). Bu kanunun meclisteki görüşmeleri sırasında söz alan Bilecik Mebusu Mehmed Sadık Bey;

“Şimdi umumiyetle 45 yaşından yukarı eli silah tutanları sevk edecek olursak, gerek nakliyat ve gerek ziraat işini görenler bunlar olduğu için bu işler de bozulacaktır. Onun için, bu mesele tahfif edilmelidir. Çünkü bir zürra, iki, üç çift koşan bir adamın evladı, damadı askere gitmiş, kendisi o çiftlerin başında çoluk çocuğuyla, kadınlarıyla yalnız kalmış, o da askere alındığı zaman bütün işler muattal kalacak ve bu suretle heyet-i umumiyemiz bundan zarar görecektir.”

diyerek bir bedel karşılığında bu kişilerin muaf tutulmasını teklif etmiş, Ancak bu teklif meclis tarafından kabul edilmemişti. 21 Şubat 1916 tarihinde ise 17 yaşındaki erkek çocuklarının ihtiyaç halinde Haziran ayından itibaren askere alınması ile ilgili kanun tasarısı meclis gündemine geliyordu. Bu kanundan da anlaşıldığı gibi cephede işler yolunda gitmemekteydi. Bu kanun tasarısı sırasında söz alan Bilecik Mebusu Mehmed Sadık Bey, 17 yaşında askere alınacak gençlerin Haziran yerine Ağustos ayında askere

23

alınmasının daha uygun olacağını belirterek bu sayede hem eğitim-öğretim33 döneminin tamamlanmış olacağını hem de Ağustos ayına kadar çiftçinin mahsulâtı bu gençler tarafından tarladan kaldırılacağını söylemişti. Bunun üzerine Mehmed Sadık Bey’in bu teklifi kabul edilmişti (MMZC. C.2, D.3, 8 Şubat 1915:103–105). Bu kanunun mecliste onaylanmasından sonra Bilecik’ten de 17 ve 18 yaşındaki gençler Ağustos ayından itibaren birer ikişer ay arayla cepheye sevk edilmeye başlanmıştı (Koca, 1965:79). 17 yaşında askere çağrılan bu gençler askerlik şubelerinde üç kısma ayrılıyordu. Vücutları gelişmiş, yapılı, uzun boylu olanlar birinci sınıfı oluşturuyor ve bunlar kısa bir süre talim gördükten sonra doğruca harp cephelerine giderek ölüm-kalım savaşı yapıyordu.

İkinci kısım ise bünye itibarıyla pek fazla gelişmeyen sınıfı oluşturuyordu. Bunlar ise cephe gerilerinde görev verilmek üzere yine cephelere sevk ediliyordu. Üçüncü sınıfı oluşturanlar ise vücut yapıları gereği çelimsiz ve cılız oldukları için gelişmeleri amacıyla gelecek seneye bırakılıyordu34. Buna mukabil 17 yaşından 45–50 yaşa kadar olan erkek nüfusunun cepheye alınması bütün Anadolu şehirlerinde olduğu gibi Bilecik ve çevresinde de sıkıntıları beraberinde getirecekti. Ancak yapılacak fazla bir şey yoktu. Savaş esnasında yaşanan bu sıkıntılar yanında bir de Ermeni meselesi patlak vermişti. Yüzyıllardır Müslümanlarla beraber aynı coğrafyada yaşayan Osmanlı Ermenileri bazı bölgelerde çeteler kuruyor, isyan ediyor, Türk köylerini basıyor ve İtilaf Devletleri’nin vaatlerine kanıyorlardı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti 27 Mayıs 1915 tarihinde Tehcir kanunu çıkarmak zorunda kalarak Anadolu’da bulunan ve Osmanlı’ya karşı silah kuşanıp isyan eden Ermenilerin Musul-Halep-Şam gibi vilayetlere gönderilmesini kararlaştırdı. Ermeniler ile Müslüman ahali o kadar iç içeydi ki, hemen hemen bütün Anadolu şehirlerinde Ermeni nüfusunun varlığından az da olsa söz etmek mümkündü. Tehcir kararının alındığı 1915 senesinde Bilecik ve çevresinin toplam nüfusu içerisinde Ermeniler 24.081 kişi ile % 10,7’lik bir paya sahipti (BOA. DH. EUM. KLU.15/73). Bilecik ve çevresinde yaşayan bu Ermenilerin ne kadarının tehcire tabi tutulduğu hakkında arşiv vesikaları ne yazık ki bizlere kesin bir sonuç vermemektedir. Ancak

33 Bilecik ve çevresinde 1914 Nisan ayında bölgede eğitim veren medreseler tatil olmuştu. 1914 senesi Temmuz ayında I. Dünya Harbinin patlak vermesi üzerine ise Bilecik’in köylerinde tedrisatta bulunan medreseler, bir daha açılmamak üzere kapatıldı (Koca, 1965:75).

34 1915 yılında çıkarılan bu kanun neticesinde Bilecik’in Söğüt ilçesine Bağlı Çaltı köyünden 17 yaşında 30’un üzerinde genç askere çağrılmıştı. Bu kişilerden vücut yapısı itibariyle gelişmiş ve cephede savaşabilecek kudrete sahip Halil Koca ve Halit Hasan olmak üzere iki kişi seçilmişti. Cephe gerilerinde görev yapmak içinse Abdullah Gökçe, Mehmet Tiftik ve Tevfik isminde üç kişi seçilirken geri kalanlar ertesi sene biraz daha gelişmeleri için çelimsiz ve cılız sınıfına ayrılmıştır (Koca, 1965:80).

24

1915 senesinde Bilecik ve Söğüt’teki Ermenilerin bir kısmı Halep ve Musul taraflarına tehcir edilmişti. Bilecik’ten Ali Onbaşı hatıralarında Musul’da bulunduğu sırada gönderilen Ermenilerden bir kısmını gördüğünü ifade eder:

“Söğüt Ermenilerinden Muratçalı Urgancı Ürpen, Bilecik at arabacılarından Artin ve Tenekeci On ikinin kızına tesadüf ettim. Nasılsınız diye hal hatırlarını sordum. Durumlarının iyi olduğunu ifade ettiler. Geçimlerini sağlıyorlardı. Urgancı Ürpen, sebze yetiştiriyordu. Sohbetimiz eski günlerden olmuştu. Bana söğüttekileri sorarak kalanların kulaklarını çınlattık. Burada rahatlarının iyi olduğunu birkaç kez tekrarladı”

diyerek, Bilecik’ten gönderilen Ermeniler hakkında da bilgiler vermiştir (Akbaş, 2011:30). Daha sonraki yıllarda yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başını büyük oranda ağrıtacak olan bu mesele Ermeniler tarafından “Ermeni Soykırımı”

şeklinde dünyaya ilan edilecekti. Ancak 1915 yılında Bilecik’ten gönderilen Ermenilerin tehcir edildikleri bölgelere sağ salim gittiklerini ve burada rahat bir şekilde hayatlarına devam ettiklerini biliyoruz.

Harp bütün şiddetiyle devam ederken bir diğer problemde Hintli ve Arap Müslümanlardan35 gelmekteydi. İngilizler, Hintli ve Arap Müslümanlara karşılarında Alman askerlerinin olduğu propagandasını yapıyor ve buna inanan Hint ve Arap Müslümanları Osmanlı ordusuna karşı savaşıyordu. Tüm bu olumsuz şartlara Osmanlı Devleti’nin bağlı bulunduğu İttifak grubundan kopmalar başlayınca Osmanlı Devleti de savaştan çekilmek durumunda kalmıştı. Böylelikle 4 yıl devam eden I. Dünya Harbi’nin faturası da çok ağır olmuştu.

Sonuç olarak bütün Anadolu’da olduğu gibi Bilecik coğrafyasında da birçok kişi cephede savaşmak için askere alınmış, ancak geri dönememiştir. Geri dönmeyi başarabilenler için ise savaşın bitmediği kısa sürede anlaşılacaktı. Terhis olarak memleketlerine dönen Bilecikli askerler, yeni bir savaş için teşkilatlanmaya başlayacaktır.