• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Filistin ve Anadolu’daki Yahudiler

II Meşrutiyetin ilanı Osmanlı İmparatorluğunda memnuniyetle karşılandı. Çeşitli milliyetçi akımlar otonomi isteyerek faaliyetlerini attırdılar.72 1908 Ekiminde toplanan parlamentoda Arap ve Yahudi temsilcileri de vardı. İttihat ve Terakki cemiyeti Kudüs’te şube açmıştı. Üyeleri arasında Arap ve Yahudiler de bulunuyordu. Meşrutiyetin ilan edilmesi ülkede iyimser bir havanın esmesine neden oldu.73Bu beklenti içinde Yahudiler Filistin’in Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız olmasını talep etmemişlerdir. Geçmişte Avrupa ve Rusya’da

71 Bernard Lewis, Semitizm ve Anti-Semitizm, Çatışma ve Önyargıya Dair, Everest yay.,İstanbul, 2004 s.182 72 Alpay Kabacalı, a.g.e., İstanbul, s.127

yaşadıklarını hatırlamak onları bu düşünceye sevk ediyordu. Filistin’de Osmanlı koruması olmadan yaşamalarının mümkün olmadığını düşünüyorlardı. Dolayısıyla güçlü bir Osmanlı Devleti Yahudiler için de güvence idi. Ayrıca anayasanın ilanıyla pek çok haklara da kavuşmuşlardı.

Trablusgarb ve Balkan savaşları74 gösterdi ki, artık Osmanlı İmparatorluğu zayıflamış ve topraklarını koruyamaz hale gelmişti. Yahudiler için asıl sorun, Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’da boşaltacağı yeri kimin dolduracağı idi. Filistin’de nüfus bakımından fazla olan Araplar da gelecek için planlar yapıyorlardı. Araplar ve Filistinliler bu konuları müzakere ettiler.75 Görüşmelerin konusu; Filistin’de Araplar bir millet olarak varlıklarını sürdürmek istiyorlardı. Bu nedenle Yahudiler tarafından gelebilecek bir yardımı kabul edebilirlerdi. Yahudiler de Filistin’e göç etmek ve toprak satın almak istiyorlardı. Ancak Araplarla Yahudiler arasında yapılan görüşmelerde bir sonuç çıkmadı.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve bu savaşa Osmanlı Devleti’nin girmesi ile birlikte savaş geniş bir alana yayıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesinde İttihat ve Terakki yönetiminin büyük etkisi oldu. Bunun yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya yanında savaşa katılmasında, İngiltere ve Fransa’nın olumsuz tutumları da etkili oldu.76Osmanlı Devleti savaşın başlarında Enver Paşa komutasında başarısız Kafkas seferinden77 sonra dikkatini Orta Doğu’ya çevirdi. Harbiye Nazırı Cemal Paşa, IV. Ordu komutanı olarak 15 Ocak 1915’te Mısır’a karşı harekâta geçti. Ancak bu sefer de başarılı olmadı. Savaşta Suriye ve Filistin’de 5. ordu bulunuyordu. 1914’te Hayfa’da Osmanlı tabiiyetinde olmayan Yahudiler bir önlem olarak toplanarak İtalyanlara ait bir gemiyle İskenderiye’ye gönderildi.78 Osmanlı’nın Orta Doğu’da zayıf olduğu görüldü.

İngiltere bu durumdan yararlanarak Osmanlı Devleti’ni Orta Doğu’dan atmak için her yolu denemeye başladı.

İngiltere ve Fransa’ya göre savaş sonunda Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu yenilmeye mahkûmdu. Bu nedenle savaş sonunda doğacak yeni bir durumun bir kaosa meydan vermemesi

74

A. Cohen, a.g.e. s.87 ;Balkan Savaşları için bkz. Haluk Ülman. Birinci Dünya Savaşına Giden Yol, Ankara, 1972, ss. 198-202 ; İlhan Bardakçı. Bir İmparatorluğun Yağması, Balkan Bozgunu ve Birinci Dünya Harbi,Ankara , ss. 42 – 47

75

A. Cohen a.g.e., s. 104 – 109

76Ali İhsan Sabis, Birinci Dünya Harbi. İstanbul, 1991, C.I , ss. 57-60

77 Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, İstanbul, 1985, C.III, ss. 256 – 257 ; A.I.Sabis. a.g.e. ss. 289 – 293 78 A. Cohen. a.g.e., s. 113

için savaş sırasında kendi aralarında bir takım gizli anlaşmalar yaptılar. İngiltere ve Fransa arasındaki görüşmeler Sykes – Picot tarafından yürütüldü ve sonunda bir anlaşmaya varıldı.

İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey, 21 Ekim 1915’te Londra’daki Fransız elçisini, Şerif Hüseyin ile McMahon arasındaki yazışmalardan haberdar ederek, Osmanlıların ada toprakları üzerindeki Fransız önerilerini öğrenmek istedi. Savaş sonunda Orta Doğu’nun statüsünün belirlenmesini istiyordu. Savaş sonrası anlaşmazlığın önüne geçmek için İngiltere adına Mark Sykes, Fransa adına Charles Francois Georges – Picot arasında görüşmeler başlatıldı. Mart 1916’da Sykes ve Picot, Rus temsilcisi ile görüştü. Rus Dışişleri bakanı, Rusya’nın Anadolu’nun kuzeydoğusundaki toprak isteklerinin kabulü İngiltere ve Fransa Tarafından kabul edilirse Rus hükümetinin de İngiltere ve Fransa’nın tasarısını destekleyeceğini bildirdi. 13 Nisan 1916’da başlayan görüşmeler 23 Ekim 1916’da sonuçlandı. Arap toprakları İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılarak, Fransız bölgesi ‘A’, İngiltere bölgesi ‘B’ olarak haritada belirtildi. Fransa mavi bölgeyi, İngiltere kırmızı bölgeyi alacaktı. Bu bölgede İngiltere ve Fransa dolaylı veya dolaysız yönetimler kuracaktı. Kahverengi alanda ise uluslar arası idareler kurulacaktı. Buradaki düzenlemeler için Rusya’nın da onayı alınacaktı. İskenderun serbest liman olacaktı. Suriye Fransızlara, Irak ile Ürdün İngilizlere, Filistin ise uluslar arası bir konumda olacaktı. Sykes – Picot anlaşmasına göre Orta Doğu İngiltere ile Fransa arasında paylaşıldı.79

Ancak, Çanakkale savaşı İngiltere’ye Osmanlı İmparatorluğu’nun hala bir güç olduğunu gösterdi. Osmanlı İmparatorluğu ile tek başına mücadele İngiltere’ye pahalıya mal olabilirdi.

İngiltere, bu nedenle Orta Doğu’da yeni ittifaklara yöneldi.80 İlk olarak Arap kabilelerini Osmanlı İmparatorluğuna karşı kışkırtmaya başladı. Şerif Hüseyin’e Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklanması için her türlü yardımı vaat etti. Ayrıca, zafer kazanıldığında bütün Arabistan’ı Fırat’tan Türkiye sınırına kadar birleştirecekleri ve oğlunun da krallığa seçilmesinde yardımcı olacakları yolunda belli belirsiz söz vermişlerdi. 81Savaş sonunda ise İngiltere, Şerif Hüseyin’i Bütün bir Arap yarımadasının kralı olarak tanıyacaktı. Şerif Hüseyin Arap kralı ve halife olacaktı. Savaş sırasında İngiltere Şerif Hüseyin’e silah ve cephane yardımı yaptı.82Ayrıca Yahudi desteğini de almak için çaba harcadılar. Bunun bir nedeni ABD desteğini sağlamak için

79 J.C. Hurewitz, Diplomacy in the Middle East, A Documentary Record: 1914-1956, Canada (Toronto), 1956, C.II, ss. 18-19

80

Fahir Armaoğlu. Siyasi Tarih 1789 – 1960, Ankara, 1975, s. 425 81 Leonard Mosley, Petrol Savaşı, İstanbul, 1975, s.62

82 T.C. Lawrence, Seven Pillars of Wisdom, İngiltere 1964 s.65; Philip Knighlev- Colin Simoson, Lawrens’in Gizli

Yahudilere ihtiyaç duymaları, diğer nedeni de, İngiliz politikacılarının Siyonizm’e sempati duymalarıydı. Yahudiler de bunlara karşılık veriyorlardı. Örneğin, Weizmann adlı bir Yahudi, 1904’ten beri İngiltere’de Menchester Üniversitesi’nde kimya bölümünde görev yapıyordu. Mısırdan aseton çıkarma formülünü İngilizlere vermişti 83 Siyonistlerin Filistin’e yerleşme umudu kaybolmamıştı. Avrupa’da uzun zamandan beri Filistin’de toprak sahibi olmak için çabalarını devam ettirmişlerdi. Aradıkları fırsat ise I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte önlerine gelmiş oldu. Siyonistleri yanlarına çekme düşüncesinde olan İngiliz yönetimi, Yahudilere çok geçmeden bu desteği sağlayacaktı. İngiliz başbakanı Lloyd George Yahudi sempatizanıydı. Fransızlarla yapılan gizli anlaşmaya ters düşmesine rağmen İngiltere, Filistin’de bir Yahudi yurdu oluşmasını destekledi.84

İngilizler, Filistin’e Fransızların elinde tuttukları Suriye ve Lübnan ile kendi kontrollerinde olan Mısır arasında tampon bölge olarak bakıyorlardı. Sykes, Filistin’in uluslar arası bir statüde olması gerektiğini ileri sürmesine karşılık, İngilizler, Filistin’deki Siyonist emellere daha önem vermeye başladı. Oysa 1916 yılından önce İngilizlerin Filistin konusunda net bir planı, projesi yoktu. İngiltere dışişleri bakanı Balfour, eğer Filistin’de uluslararası bir statü gerçekleşmezse, A.B.D.’nin bu bölümü himaye altına almasını savunuyordu.85

1916 yılında Lloyd George iktidara gelince, Siyonizm’e sempatisinden dolayı bu mesele ile ilgilenmeye başladı. Bu arada Rusya’da Çar’a karşı komünistler tarafından şiddetli bir muhalefet yapılıyor ve bu durum Çarlık rejimini tehdit ediyordu.86Olayların sonunda 1917’de Bolşevikler Lenin önderliğinde iktidarı ele geçirdiler. Rusya’da Çar’ın devrilmesiyle birlikte, Rusya’nın savaştan çekilmesi gündeme geldi. Çünkü Lenin savaş karşıtı bir politika izliyordu. I. Dünya Savaşı sırasında Rusya oldukça büyük kayıplara uğramıştı. Almanya karşısında sürekli büyük kayıplara uğradılar. 1915 başlarında Karpatya Savaşlarında 1 milyon, 1916’nın sonuna gelindiğinde çeşitli savaşlarda Rus ordusunda yaklaşık 3,6 milyon ölü ve yaralı vardı. Ayrıca 2 milyon civarında da esir vermişti. Bu tarihlerde acemi askerlerin orduya çağırılması ile köylerde çok büyük huzursuzluklar yarattı. Eğitim görmüş subayların azalması, cephedeki silah,

83Israel T. Naamani, Israel, A Profile, U.S.A. , 1972. s.25: Ayrıca Lloyd George’nin Siyonizme duyduğu sempati için bkz. David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, İstanbul. 1995; ss. 263 - 265

84

) Fromkin, a.g.e. , s. 282; Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İstanbul, 1977, C.II, s. 693 85 Charles D. Smith, Palestine and the Arab – Israel Conflict, New York, 1988, s.50

86 Bu dönemde Lenin önderliğinde yapılan muhalefet için bkz. E. H. Carr, Sovyet Devrimi 1917 – 1923, İstanbul, 1988, ss. 72 – 74

mühimmat ve yiyecek miktarının yetersizliği Rus ordusunu giderek daha kötü duruma düşürdü. 1917 başlarında ardı ardına alınan yenilgiler, kentlerdeki huzursuzluk ve toprak dağılımı yapılacağına dair söylentiler, giderek orduda yaygın bir dağılmaya yol açtı.87Bu durumdan yaralanan Almanya askeri durumunu güçlendirerek, Rusya içindeki Siyonistleri kendi tarafına çekmeye çalıştı.

İngiltere ise Rusya’nın bıraktığı boşluğu A.B.D. ile doldurmayı düşündü. A.B.D. askeri yardımına ihtiyaç duyuyordu. ÇünküRusya’da Çarlık rejiminin yıkılması ile yeni kurulan Sovyet Hükümeti hemen savaşa son verdi. Osmanlı-Rus Mütarekesi 4 Aralık 1917’de imzalandı. Daha sonra da 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması imzalanarak Osmanlı-Rus sınırları tespit edildi.88 Daha önce de belirtildiği gibi A.B.D. desteğini elde edebilmek için Siyonist tezleri desteklemeye başladı. Bu ayrıca A.B.D. ‘de yaşayan Yahudilerin bakan Wilson’u etkileyerek İngiltere ve Fransa yanında A.B.D.’yi savaşa sokmaya yardım edecekti. Bu düşünceler sonucu 2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu Yayınlandı.89

Balfour Deklarasyonu Siyonist hareket için önemli bir dönüm noktası oldu. her ne kadar bu deklarasyon bütünüyle Siyonist istekleri karşılamadıysa da, Siyonizm bu deklarasyonla uluslar arası bir statü kazandı. Yahudilerin en önemli kazancı, Filistin’e yerleşme hakkının tanınmış olmasıydı. Siyonistler, Filistin’de bir yurt değil, Filistin’in Yahudi yurdu olarak kabul edilmesini istiyorlardı Yahudiler bu konuda İngiltere gibi bir büyük devletin desteğini sağlamışlardı. Diğer yandan, Balfour Deklarasyonu Filistin’de bir Yahudi yurdunun kurulmasının yanı sıra Arap haklarının da korunmasından bahsediyordu. İngiliz sempatileriyle Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulabilmesi için bu konunun başarısını kolaylaştırmak için en iyi gayretler kullanılacak ve Filistin’de Yahudi olmayan toplumların dini ve sivil haklarına zarar verecek şeylerin yaptırılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. 90Siyonistler ‘Milli Ev’ gibi Filistin’in kurulması yerine ‘Milli Ev’in Filistin’de kurulmasını bir deklarasyon yayınlayarak istedi. Fakat İngiltere Siyonistlerin bu isteğini reddetti. Dolayısıyla Balfour Deklarasyonu’nun ikili karakteri Filistin’de iki millete doğru giden bir süreci de başlatmış oldu.

87 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Ankara, 1990, s.309 88

Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri, Ekim Devriminden Milli Mücadele’ye, İstanbul, Ocak 1979, ss. 12-34 89 Balfour Deklarasyonu metni için bkz. Hurewitz, a.g.e. , C.II, s.26

90 Ahmet Çelebi, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik, İstanbul, 1978, s.88; Peter Hopkirk, İstanbul’un

Birinci Dünya savaşının sonunda Filistin Suriye’den ayrılarak İngiltere mandasına verilmiştir. Bu durum Arapları hayal kırıklığına uğratmıştır. General Allenby 1917-1918’de Filistin’i Osmanlılardan aldığında ülkeye bir İngiliz askeri yönetimi yerleşmişti. O zamandan beri de askeri yönetimin her katında, Londra’nın kendilerine, halk tarafından kabullenilmeyen ve gerçekleşmesi güç bir politika, Balfour Deklarasyonu’na uygun olarak Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını öngörüyordu.91

Daha önce de belirttiğimiz gibi, Yahudilerin Filistin’de bir anavatana sahip olma faaliyetleri, yani Siyonizm hareketi 1880’lerde Rusya’da ortaya çıkan Yahudi aleyhtarlığı (anti- semitizm) karşısında Rusya Yahudilerinin Filistin’e göç etmek zorunda kalmaları ile başlamış ve Budapeşteli Yahudi gazeteci Dr. Theodor Herzl’in 1896’da yayınladığı “Yahudi Devleti”(Judenstaad)adlı eseri ile hızlanmıştır. Herzl 1897 de Dünya Siyonist Teşkilatı’nı kurmuş, Avrupa ve Amerika’daki nüfuzlu ve zengin Yahudiler, büyük devletler nezdinde teşebbüslerde bulunarak Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak için çalışmışlardır.92

Siyonistler savaş sırasında Başkan Wilson’a da etki yapmışlar ve Wilson’un da Siyonizm davasına kazanılması, İngiltere’yi de bu davaya karşı sempatik ve destekleyici bir durum almaya götürmüştür. Bunun sonucu Balfour Deklarasyonu adını alan belge, Yahudilerin anavatan davasında bir dönüm noktası olmuştur. İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917 de Siyonist Federasyonu Başkanı zengin bankacı Lord Rothschild’a gönderdiği bir mektupta, İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi anavatanının kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmiştir. Bu deklarasyon 1918 yılı içinde, sırasıyla Fransa, İtalya ve Birleşik Amerika tarafından da kabul ve desteklenmiştir93

Filistinliler, İngiliz emperyalizmi ve Siyonizm ittifakına karşı mücadelelerinde önce “Pan- Arabizm” formülünü denemişler; ancak, diğer Arap milliyetçilerinin kendi başlarının çaresine bakmalarıyla ilk hayal kırıklığına uğramışlardır. Bu kavşakta Osmanlıların yıkılmasından pişmanlık duymuşlar ve bir ara Türklerle yeniden temas kurup “Osmanlıcılığı” yeniden canlandırmayı düşlemişlerdir. Harp sırasında Büyük Güçler’ce Sykes-Picot -Sazanov Antlaşmasının yayınlanması, Balfour Bildirisi’nin ilanı ile Araplar arasında huzurluklar başlamış,

91 Davıd Fromkin, Barışa Son Veren Barış,Modern Orta Doğu Nasıl Yaratıldı., 1914-1922, Çev. Mehmet Harmancı Sabah yay. 1989 s. 433

92 Geniş bilgi için bakınız: Mim Kemal Öke, Vambery, Belgelerle Bir Devletlerarası Casusun Yaşam Öyküsü, Bilge yay., İst. 1985 s.135-161

şüphe ve tereddütler kısa sürede hayal kırıklığı ve pişmanlığı beraberinde getirmişti. Araplar bu bağlamda Türklerle temas imkanı ararken tercihlerini Osmanlı nezdinde değil, Kuva-yı Milliye istikametinde yapmışlardır. Çünkü, bir kere, Babıali’ye hakim olan Hürriyet ve İtilaf Partisi Hükümeti, Sevr’i imzalamakla, Balfour Bildirisi ve Filistin mandası da dahil olmak üzere, İtilaf Devletlerinin bölgede kurmaya çalıştıkları sömürgeci düzeni kabullenmiş oluyorlardı.94

Osmanlı’nın ilgisi için matbuata bakmak yeterli olacaktır. Günün gazeteleri Orta doğu’daki gelişmeleri, yabancı ajanslardan veya gazetelerden alarak, Türk kamuoyuna aktarmaya çalışırlar. Ancak, Mütareke’de sansür vardır; dolayısıyla İtilaf Devletleri’ni eleştirmek mümkün değildir. Bu sebeple Orta Doğu olayları “yorumsuz” işlenir.

Sevr, iyice incelendiğinde görülecektir ki 95. madde Filistin ile ilgilidir. 94–97,Suriye- Irak ve Filistin’e 98–100 ise Hicaz’a ilişkin düzenlemeleri ihtiva eder. Osmanlı 132. maddeyle bu topraklarda “ileri sürebileceği bütün haklardan ve sıfatlarından, İtilaf Devletleri yararına vazgeçtiğini ” açıklamaktadır. Ayrıca ek protokolle Milletler Cemiyeti Misakı’nın mandalara ilişkin maddesini de imzalamıştır. Demek ki, Arapların açısından Babıâli’ye sulh şartlarını değiştirmek üzere işbirliği ricasıyla, müracaat etmenin hiç bir yararı yoktur. 95

Arap milliyetçilerinin Kuva-yı Milliye’ye yanaşmalarının ikinci ve önemli bir sebebi de, M. Kemal Paşanın Paris koşullarına karşı mukavemete kalkışması ve bunda da başarılı olabileceği intibaını, daha 1919’larda itibaren, verebilmesidir. Arap milliyetçileri ile Kuva-yı Milliye arasındaki “ilk”teması kimin sağladığı konusunda yazarlar arasında fikir birliği yoktur. Evans’a bakılırsa, ilk teması Türkler, Halep bölgesinde kurmuşlardır. Burada eski Osmanlı ordusunda görev almış Arap asıllı subaylardan biri olan Yasin Paşa ile Mustafa Kemal’in adamları buluşmuşlardır. Cebesoy ise hatıralarında ilk adımın Araplardan geldiğini kaydetmektedir. Halep milli teşkilatından Şakir Nimet Bey ile Yusuf Paşa devreye girmişlerdir. Ali Fuat Paşa, bu müracaatların “memnuniyetle”karşılandığını yazmaktadır.

M. Kemal Paşa, Milli Mücadelenin başlangıcında, sömürgelere karşı Osmanlı Müslüman milletlerinin birlikte hareket etmelerinin zaruretine inanmıştı. İslam alemine gönderdiği beyannamelerde Türk davasının enternasyonel boyutuna dikatleri çekiyordu. Tevetoğlu’nun yayınladığı bir belgede, M. Kemal Paşa 15 Haziran 1919’da Irak şeyh-ül-meşayihi Uceymi

94 Mim Kemal Öke, Kutsal toraklarda Siyonistler ve Masonlar Çağ yay. İst 1991 s.409 95 Mim Kemal Öke ,a.g.e, s.409

Paşaya aynen şöyle yazıyordu:“Bütün cihan’ı İslamın iki gözbebeği olan Türk ve Arap milletlerinin iftirak yüzünden ayrı ayrı düçar-ı zaf’ı olması Ümmet-i Muhammed için şanlı bir halde buna karşı elele vererek Ümmet-i Muhammed’in hürriyet ve istiklaliyeti uşrunda mücadele eylemek bizler için farz-ı ayındır. Unsurların sufuf-u an’anatını siyanet ile Makam-ı Mukaddes-i Hilafet etrafında toplanarak küffar esaretinden tahlis-i giriban eylemeğe ma’tuf mücahedatınızda zat-ı necibaneleriyle beraber olduğumu arz ederim.96

İngiltere Filistin’de bir Arap-Yahudi işbirliğini gerçekleştirmek istiyordu. İngiltere’nin arzu ettiği Arap-Yahudi işbirliği, “Hicaz Arap devleti” adına Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal ile, Dünya Siyonist Teşkilatı lideri Chaim Weizman arasında imzalanan bir anlaşma ile gerçekleşti.97

Fakat Emir Faysal’ın bu Yahudi sempati ve dostluğu uzun sürmedi 1920 yılından itibaren başlayan çatışmalar fasılalarla günümüze kadar devam ede gelmiştir. Mili Mücadelede Ankara Hükümeti her ne kadar Araplarla iyi ilişkiler kurmaya çalışmışsa da Orta Doğu siyasetine müdahaleden yana değildir.98

Bilindiği gibi Mütareke’de Türkiye işgal edilir. Kaynaklar, özellikle İzmir’de Musevilerin Türk yanlısı hareketlerini işlemektedirler.99 Musevilerin Yunan işgalcilerine de pek yakınlık göstermedikleri kaydedilmektedir. Mütarekede’ki Rum ve Ermeni ayrılıkçılarının tutumlarıyla karşılaştırıldığında hayli farklı bir yaklaşım sergileyen Türkiye’nin Musevi cemaatinin gerek Filistin’de kurulan Yahudi yurdu, gerek ise imparatorluktan cumhuriyete geçişe bakış açıları da farklıdır.

Hahambaşı Hayim Nahum Efendinin İzzet Paşa kabinesi zamanında hükümet tarafından “özel bir görev” ile yurt dışına çıkması Musevi cemaatinde kaygı uyandırmış ve tartışmalara sebep olmuştu. Bu görevin duyulması üzerine Musevi Milli Meclisi, basına bir açıklama yaparak, Hahambaşının ziyaretinin Musevi Milletinin “rıza ve muvafakatı” olmadan yapıldığını; Hayim Nahum Efendinin kendileri tarafından onaylanmadan böyle bir görevi kabul etmeye “hak ve

96

Mim Kemal Öke, Siyonistler ve Masonlar, İstanbul 1991 s. 410-411

97 Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, Ankara 1994 s. 39 98 Kazım,Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1980 s.479

selahiyeti” olmadığını ve bu görev dolayısıyla bundan böyle ortaya çıkacak gelişmelerin Musevi Milletince “mazhar kabul olunmayacağını” bildirmişti.100

İkdam, Türkiye’ye dönen Hahambaşı ile derhal bir mülakat yaparak, görevin mahiyetini sorgulayacaktı. Haim Nahum Efendi, cevaben Sadrazam’ın 23 Ekim’de (1918) kendisini çağırdığını ve aynen şunları söylediğini bildirecekti: “Hükümet-i Osmaniye gayet buhranlı zamanlar geçiriyor. Mütareke imzalanmak üzere bulunuyor. Demek oluyor ki, Almanya ile katt-ı münasebet edeceğimiz günün arifesinde bulunuyoruz. İtilafçılarla olan münasebetlerimize binaen size Amerika ile münasebet-i siyasiyemizin iadesi ve sefir Elkus’un İstanbul’a avdet ettirilmesi vazifesini nam-ı resmi surette tevdi ediyorum.”

Bu teklife karşılık olarak Hahambaşı, vazifenin “ağır” ve Ermeni Meselesinden dolayı da Amerika kamuoyunun Türkiye aleyhinde olduğunu kaydedecektir. İzzet Paşa da bunu bildiğini söyleyecektir. “Çaresiz” kaldığını belirten Hahambaşını ertesi gün (24 Ekim) veliaht ve bizzat padişah (Vahdettin) kabul edecek ve aynı ricayı tekrarlayacaktır. Hahambaşına göre, seyahat “gayet acildi” ve dolayısıyla Meclise haber vermeye vakti kalmamıştı. Hahambaşı bundan önce de Amerika da bulunmuştu. Orada önemli yerlerde tanıdıkları vardı. Seyahatin ilk durağı Lahey olacaktır. Amerika’ya ayın 27’sinde kalkan gemiye ise binemeyecekti. Çünkü ABD Başkanı Wilson, 12 Aralık ta Avrupa’ya gelecekti. Hareket etseydi, başkanı bulamayacaktı. Onun için Lahey’de kalmayı tercih etmişti. Hayim Nahum Efendi, 1915’de bir İngiliz diplomatı ile görüşmek üzere Dedeağaç’a bir temsilci gönderdiğini; bunun da yine kendi teşebbüsü ile üzerine gerçekleştirildiğini İkdam muhabirine hatırlatacaktı. Bu Dedeağaç Buluşması’ndan sonra Hahambaşı’nın İngiliz dostları yine bir teklifte bulunmuşlar, fakat bu teşebbüs de, bu sefer Sadrazam’ın reddiyle, yine akim kalmıştır. Bu teşebbüslerden dolayı Almanya kendisini “İtilaf Devletlerini tutmakla suçlamış” fakat o, kendisinin aslında “Fransa’ya mektup olduğunu “ belirtmişti.

5 Ağustos 1919’da Haim Nahum Efendi, yanında cismani Meclis reisi İttihadcı Emanuel