• Sonuç bulunamadı

2. BİR TÜR OLARAK ‘BİLİMKURGU’DA ELEŞTİREL DÜŞÜNCENİN

2.1. Bilimkurgu’nun Tanımı ve Doğuşu

Gelişen bilim ve teknoloji, geleceğin günümüzden farklı olacağının göstergesidir. Bu gelecek bilimsel düşünce ışığında öngörülebilir. Edebi bir tür olarak doğan bilimkurgu, ilk dönemden bu yana aynı doğrultuda ilerleyen batı uygarlığında, diğer popüler sanat dallarına da yayılarak yerini almıştır. Bilimkurgu pek çok farklı biçimde tanımlanabilir, fakat insanın kendisini ve çevresini gözlem, hipotez ve deney yoluyla anlayabilme aracı olan “bilim” ile ilişkisi herkesin ortak görüşüdür. Yakın ya da uzak gelecek senaryolarına sahip Bilimkurgu, şimdiki zamanda olma ihtimali olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını da kullanarak öyküler üretir.

Bilimkurgu, rasyonalizm, zamanın parelelliği ve evrimsel sürecin kaçınılmazlığından yola çıkarak günümüze ait eleştirel gelecek senaryoları üretir (Özakın, 2001: 82). Bilimkurgu özünde, günümüze özgü birtakım şeylerin gelecek bir zaman diliminde kökten değişeceği ihtimali üstüne bir yabancılaştırmadır.

Robert A. Heinlein “Kızıl Gezegen” olarak Türkçe’ye çevrilen kitabında; bilimkurgunun, var olan dünyadan bilgiyi temel alan, geçmişi ve günümüzü, bilim içerikli yöntemin önemini ve doğayı anlatmak için gelecekte olası olayların kurgulandığını söylemektedir (Heinlein, 1959). Bilimkurgu, bugüne ait bir uyarı niteliğindedir, insanoğlunun gelecekte karşılaşabileceği felaketlerin çözümünün günümüzde olduğunu gösterir. Dolayısıyla bilimkurgu, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasında bir köprü oluşturur (Balcı, 2000: 148).

Bilimkurgu, geleceğe dönük olmasına rağmen bugünün problemlerini inceleyebilen bir anlatım tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz olaylarına tanıklık eden ve gelecek için bir öngörü niteliği taşıyan bilimkurgu, gelecekte insanlığın sonu ya da dünyanın sonu gibi konuları ele alarak felaket temsilleri ortaya çıkarır. Felaketlere karşı çözüm üretmek ya da bu felaketlerin ortaya çıkmaması için yeni bakış açıları oluşturur. Bu bağlamda felaketleri yaşamamak için nelerin yapılması ve yapılmaması gerektiğini gösterir (Tok, 2000: 69).

Bilimkurgu, günümüz biliminin, insanlar ya da kitleler üzerindeki etkilerini konu alan bir türdür. Bilimsel bir yöntemi ya da açıklamayı öykünün ana dayanağı olarak alan edebi bir fantezidir. Bilimi temel alması nedeniyle, kurmaca türlerden ayrılır. Kurgusal ya da düşsel yönü yaratılan farklı dünyalar veya durumlarla ortaya çıkar. Temel aldığı konular nedeniyle keskin hatlar çizilmesi zordur. Modern toplumun getirdiklerine bağlı olarak devamlı gelişir ve değişir. Bilimkurgu, düşünceler ve fikirler edebiyatı olarak, okurlarına merak uyandıracak fantastik bilgiler ya da farklı bakış açıları sunar. Sonunu kestiremediğimiz farklı gelecek tasvirleri ortaya koyar. Daha önce üzerinde düşünülmemiş farklı gelecek senaryoları ortaya koyar. Aynı zamanda bilimkurgu, popüler kültürün ana unsurlarından biri ve aynı zamanda radikal ideolojinin gelişimi ve hayata geçirilmesi için bir araç haline gelmiştir (Bainbridge, 1986: 7).

Bilimkurgunun ortaya çıkması serüven-gezi yazılarıyla olmuştur. Serüven ve gezi yazıları sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan gerçek bilimkurgu örnekleri için bir ön aşama sayılabilir. İnsanları aşina oldukları ufukların ötesinde başka dünyaların olabileceğini düşünmeye itmiş ve bu işi sevdirmiştir (Oskay, 1982: 34). Herodotos ve Homeros’u hicvetmek için MS. II. yüzyılın ortalarında Yunanlı Samsatlı Lukianos tarafından yazılan, Gerçekmiş Gibi Sunulmuş Yüz Olay isimli eserde yer alan Gerçek Öykü başlıklı hikâye ilginçtir. Bir fırtınayla Ay’a fırlayan bir geminin serüveninin anlatıldığı öyküde; çılgın uzaylılar, Aylılar ve Güneşliler arasında geçen gezegenler arası bir savaştan, dünyada olan her şeyin duyulduğu bir kuyu ve görüldüğü bir aynadan bahsedilmektedir (Baudaou, 2005: 17).

Popüler edebiyatın önemli ismi Edgar Alan-Poe, popüler kültürdeki birçok türün ortaya çıkmasında katkı olduğu gibi bilimkurgunun ortaya çıkmasında da büyük katkıları olmuştur. Genellikle polisiye ve korku romanları yazarı olarak bilinen Poe, “kapalı, özerk mikro-dünyaların üretilmesini” olanaklı kılan anlatımını olgunlaştırmasıyla bilimkurgu türünün hikâye iskeletinin yapılandırılmasına katkı sağlamıştır. Aynı zamanda birçok yapıtında bilimsel detayları, öykünün eylem çatısını belirleyici öğe olarak fantastik bir atmosfer içinde işin içine katmıştır. Modern topluma yönelik eleştirilerini de bu anlatımıyla eserleri içine yerleştirmiştir.

Bilimkurgu romanlarının yapısal temelini oluşturan serüven ve gezi romanlarını bir bütün olarak ele almıştır. (Roloff - Seeβlen 1995: 34).

Aydınlanma düşüncesi Bilimkurgu türünün temeli olmuştur. Akıl-doğa mücadelesi Aydınlanma çağından itibaren oluşturulan serüven yazılarının temasını oluştururken, bilimkurgu edebiyatının da ana teması olmuştur (Roloff - Seeβlen 1995: 18). Aydınlanma, insanın insana tahakküm kurmasını ya da denetim altına almasını engeller ve bireyi özgürleştirir. Kralın buyruğunu yok sayan birey, kendini akılla denetleyebilme becerisini geliştirir, nevrotik tutkularını ve dürtülerini akılla, sürekli kontrol ederek dizginlemesini ve var olan toplumsal egemenliği, bütünlüğüyle değerlendirip aklın zorunluluğu olarak kavrayıp benimsemesi esaslarını getirir (Roloff - Seeβlen 1995: 18).

Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle bireyin mutluluğu cennette değil de bu dünyada elde etme hakkına sahip olduğunu keşfeder. Aydınlanmanın temel özellikleri, ahlakın dini duygulardan ayrılarak bağımsızlaşması, refahın ve gelişmişliğin gerçekleşmesinde aklın gerekli olmasıdır. İnsanlığın gelişimine neden olan aklın öneminin anlaşılması ve akla güvenilmesi, aynı zamanda doğa bilimlerinde de büyük gelişmelere de neden olmuştur. İnsanın doğa üzerinde egemenlik kurmasını sağlamıştır. Doğayla mücadelesinde başarılar kazanan insan aklı daha sonra da kültür dünyasında aynı başarıyı göstermiştir (Özhan Koçak, 2003: 34). Sanayi devrimi, endüstrileşme, modernleşme ile ilgili olan bilimkurgunun edebiyat alanında teknoloji odaklı farklı bir tür olarak ortaya çıkışı bilimsel gelişmeler aracılığıyla olmuştur. Teknolojik gelişmeler sayesinde gündelik hayatta köklü değişiklikler olmuştur. Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle ortaya çıkan bu yeni yaşam tarzı bireye yeni ufuklar kazandırmıştır.

19. yüzyılda modern bilimkurgunun önemli eserleri ortaya çıkmaya başlar. Bilimkurgu ismini almadan önce bu tür, İngilizce konuşulan ülkeler başta olmak üzere Batı literatüründe, bilim ve teknoloji hakkında fikirler üreten yazılar olarak görülür (Bainbridge, 1986: 16). Teknoloji ve bilimin kullanımına yönelik gelecekten araçların konu alındığı bir tür olarak edebiyatta ve sinemada kendini göstermeye başlar.

Ünsal Oskay, bilimkurgunun dünyayı kuşkucu algılama yaklaşımına dikkati çeker. Ona göre bilimkurgu insanoğlunun aşina olduğu, alışılmış algılamanın dışına çıkmak ister. Masallar ve mitlerde var olan yabancılaştırmaya benzeyen bir anlatıma başvurur. Var olan gerçeklikte algılama içinde gördüğümüz ve anlamlandırdığımız olguları onlara karşı kendimizi yabancılaştırarak, onları sıradan kalıpların dışında algılamamızı amaçlar. Diğer alanlarda görülen yabancılaştırmadan farkı eleştirel bir yabancılaştırma içinde olmasıdır. Görülen nesneden ya da kavramdan, anlamlandırılmak istenen kültürel yapıdan yabancılaşarak ona bakabilmek, Brecht’in de üzerinde durduğu gibi bilimin çoktan kazanmış olduğu bir yetidir, fakat sanat bunu yeni kazanmıştır. Bu yeni tutum, toplum yaşamındaki algılama biçimlerine ve onların nesnelerine karşı yabancılaşımdır (Oskay, 1982: 22).

Yabancılaştırma etkisi bilimkurgu türü içinde zamanın kullanımıyla da gerçekleştirilir. İnsanlığın gelişiminden, bilimin ve teknolojinin yenilikçi anlayışına duyulan endişelerden, geleceğe dair ütopik ve distopik tasarımlardan, söz eden yapıtlarda olduğu gibi öykü zamanı olarak gelecek zamanın seçimi dikkat çekmektedir. Bilimkurguda zaman kavramı değişkenlik göstererek, gerçekçi kurgularda karşılaştığımız şimdiki zaman, geçmiş ya da gelecek olabilir. Bilinen, deneyimsel tek boyutta olmak yerine bunun dışında tüm muhtemel seçenekleri değerlendiren çok boyutlu paralel zamanlar düzlemine yer verilir. Bilimkurgu, keşfedilmemiş, gerçekleştirilmemiş zaman boyutlarını bilişsel bir tarzla ele alıp değerlendirebilir ve bu zamanlara nasıl varılabileceğini incelemeye, tartışmaya ve var olan ampirik algılamamızın erişimdeki olası sınırlandırıcı ve çarpıtıcı etkilerini araştırabilir (Oskay, 1982: 31).

Bu anlatım türü öncelikle, bilinen ve alışıldık dünyanın sınırları içinde “yabancı alan” gibi sıkışıp kalmış nadir anormallikleri anlatmayı hedefler. Bu anlatım teknikleri aracılığıyla kendine has, bağımsız, özerk dünyalar yaratır. Bilinen dünyayla bağları en aza indirgenir. Bu bağlamda kendi yasa ve koşullarını oluşturarak okur üzerinde merak ve heyecan duygularını ortaya çıkarır ve onu etkilemesi kolaylaşır. Böyle bir anlatım tekniğini tercih eden yazınsal ürünlerin konuları genellikle, olağanüstü buluşlar, teknolojik yenilikler, keşifler, sıra dışı olaylar ve durumlardır (Roloff – Seeβlen, 1995: 35).

Bilimin gelişmeye başlaması, insanoğluna gündelik hayatı yanında dünyanın da değiştirebileceğine dair bir güç vermiştir. Dini inancıyla ilişkili olarak bazı sınırların aşılıp aşılmamasıyla ilgili olumsuz yöndeki tartışmaları ve karşı çıkışları da beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda ilk modern bilimkurgu eseri olarak değerlendirilen Mary Shelley’in (1797-1851) Frankenstein’ı dikkat çekmektedir. Hikâye, elektrik aracılığıyla kendi canavarını yaratan bir bilimadamını anlatır. Shelley bu hikâyesiyle araştırmaları ve buluşları kendini aşan çılgın bilimadamı örneğinin de ilkidir (Çiğdem, 1999: 71).

Edgar Allan Poe'nun teknolojik ilerlemenin çelişkilerine gösterdiği tepkilerden farklı olarak Verne'in teknolojiyle hesaplaşması çok daha radikaldir. Keskin bir gözlemle incelediği, ironik portrelerle desteklediği teknolojik ilerlemeyi, serüvenli bir oyuna çeviren Verne, bilimkurgunun kitleler tarafından tanınmasında büyük etkisi vardır. Verne, bilimkurgu türü içinde yazdığı hikâyelerinde mühendislik bilgisini ve teknolojinin yüceltilmesi gerekliliğini savunur. Verne’in amacı, fizik, jeoloji ve astronomiyle ilgili bilgileri özetleyerek, kendine has etkileyici bir anlatımla dünyanın tarihini yeniden oluşturmaktır. Verne’in öykülerinde henüz keşfedilmemiş yerlerin ya da olayların gizemi vardır. Bu gizemi keşfetmek için karakterler genellikle Ay’a mermi fırlatan top, denizaltı veya Robur’un uçan makinesi gibi gelişmiş teknik donanıma sahip makinelerin kullanımına başvurmaktadırlar. Dolayısıyla Verne’in bir anlamda teknolojiyi yücelttiği söylenebilir fakat bu durum yazarın salt bir teknoloji hayranı olduğu anlamına gelmemektedir. Bilimsel gelişmenin yönünü iki farklı kutupta ele aldığı Prensin Beş Yüz Milyonu (Les Cinq cents Millions de la Bégum, 1879), doğada yaşamın dönüşümünü işlediği Denizin İstilası (L’Invasion de la Mer-1904) ve tüm dünyayı etkileyen bir kıyameti tasvir ettiği Sonsuz Adam (L'Eternel Adam-1910) gibi gelişimi eleştirdiği distopik hikâyeleri de vardır (Baudaou, 2005: 23).

Bilimkurgu türünün gelişiminde önemli bir isim olan Herbert George Wells, modern bilimkurguyu daha da ileri bir boyuta taşımıştır. Bilimkurgu türünün konularını birbirinden farklı roman kurgularında ele alarak türün dağarcığını oluşturmuştur. Wells, genel olarak edebi yönü ağır basan Jules Verne’den farklı olarak bilimsel bir çevreden gelmiştir.

Wells ilk eseri Zaman Makinesi’ni (The Time Machine, 1895) Heineman’da yayınlamıştır. Wells’e göre teknolojinin gözlenmesi ve sunduğu olanaklar ikinci plandadır. Onun eserlerinde teknolojik gelişimin toplumsal dayanakları ve tesirlerine yönelik bir araştırma söz konusudur. Eserlerinde oluşturduğu küçük dünyaları kurarken, insanların bu dünyayla etkileşimlerini ve tepkilerini ele alır. Bu yönüyle teknolojiyi üreten ve kullanan toplumun sorunlarını incelemiştir. Bilimkurgu türü içindeki distopik tasvirlerin öcüsü olarak bu türe damgasını vurmuştur. Wells, tasarladığı öykülerde toplumsal düzenin üzerine düşünmüş ve bunu eserlerinde vurgulamaya çalışmıştır.

Wells bir toplumbilimci gibi teknolojiyi değil de teknolojiyi üreten toplumun sorunlarını odağına alır. O, insanların okudukları şeyden etkilenerek düşünmelerini ister. Wells ile Verne’in benzerliklerinin oldukça fazla olmasına rağmen Wells, toplumsal eleştirileri ve evrim kavramının başka bir perspektiften incelenmesi bakımından Verne’den ayrılır. Wells’in distopik yönü, insanoğluna ideal, mükemmel bir toplum önerememesinden kaynaklanır. Eserlerinde, insanı sürekli gelecekte bekleyen tehlikelere karşı yeni görevlere hazırlaması ütopik tasarımlarında belirginleşen distopik unsurlardır. Zaman Makinesi ve Dr. Moreau’nun Adası’nda bilimsel gelişmelerin kötü sonuçlar doğurabileceğine dair kötümserliği ifade eden Wells, Çağdaş Bir Ütopya’da teknoloji aracılığıyla yaratılan ve özlemle istenilen devleti anlatır. Bu ütopyasında Wells, bilim ve teknolojinin doğayla uyum içinde olduğu, her şeyin makineleştiği bir ortamı tasvir eder. Eserlerinde doğal ve sosyal çevresiyle hesaplaşan karekterleri ele alıp çoğunlukla olumlu çözümler bulması, onun sadece bir yazar değil, aynı zamanda bir toplumbilimci olma isteği taşıdığını da gösterir (Roloff - Seeβlen,1995: 40). Bilimkurgu türünün kayda değer bir okur kitlesine kavuşmasında Verne ve Wells’in yaratmış olduğu etkinin payı büyüktür. Yeni Amerikan yaklaşımında dergilerde, teknoloji ve bilimkurgu öykülerine yer verilmiş, teknolojik araçlar fantastik bir ortamla, heyecan ve eğlence unsuru olarak sunulmuştur.

1910 yılında Frank A. Munsey’nin editörlüğünü yaptığı Munsey Magazines, bu tarihten itibaren roman ya da deneme şeklinde kaleme alınmış, bilimkurgu türünün dikkat çeken örneklerine yer vermiştir (Baudaou, 2005: 30). Ancak o dönemde gerçekçi yaklaşımın ön planda olmasından dolayı bilimkurgu ve benzeri öyküler ilk başlarda ciddiye alınmamış, kurgusallık ikinci plana itilmiştir (Bainbridge, 1986: 12). Amerika’da bilimkurgu türünün yaygın bir hale gelmesi “pulp-magazine” dergileri sayesinde olmuştur. Bilimkurgu türüyle sınırlandırılan ilk tematik dergi Hugo Gernsbeck’in editörlüğünü yaptığı Amazing Stories dergisidir. Bu derginin ilk sayısında bir tanımlama yapılır. “Scientifiction” teriminin H.G. Wells, Jules Verne ve Edgar Allen Poe tarzı hikâyeleri, bilimsel gerçekçilik ve gelecek öngörüsüyle harmanlanmış etkileyici romanları ifade ettiğini açıklar. Türün ürünleri “science fiction” olarak anılmaya başlanır (Bainbridge, 1986: 16). Gernsbeck’e göre bir hikâye gerçek bilim içermediği veya ona dayanmadığı sürece bilimkurgu olamaz. Bu düşünceyi Sturgeon şu sözlerle destekler:

“Eğer bir hikâyeniz var ve içindeki bilimsel bilgiyi çıkardığınızda hikâye yapısı dağılıyorsa, o hikâye bir bilimkurgu ürünüdür, fakat bilimle alakalı öğeleri çıkardığınızda hikâye ayakta kalıyorsa, o zaman Teksas yerine Mars’ta geçen bir kovboy hikâyeniz var demektir” (Sturgeon, 1973: 73).

Bir tür olarak bilimkurgu popülerleşmeye başladıktan sonra yazınsal anlamda da gelişmeler yaşanmış, coğrafi ve kültürel farklılıklara göre çeşitlenmeye başlamıştır. Amerika kıtasında yaşanan gelişmelerle diğer ülkelerde gerçekleşenler arasında bir ayrım olmuştur. Bu ayrımı ortaya koyan yaklaşım, insanların endüstriyel hayatın nimetlerine yönelik tutumlarındaki farklılıklarda görülmektedir. Kapitalist unsurlarla oluşturulan ve onaylayan Amerika kıtasının ütopik yaklaşıma karşın, teknolojinin elit kesim tarafından bir tahakküm mekanizmasına dönüşme ihtimaline dayanan distopyacı yaklaşımıyla Avrupa yaklaşımı söz konusudur. Amerika Birleşik Devletleri’nde bilimkurgu gelişme aşamasındayken, Almanya ve Rusya gibi ülkelerde türün eleştirel potansiyeli ortaya koyularak, teknolojinin totaliter bir yönetime aracılık edeceği yönünde sorgulamalar yapılmaya başlanmıştır. Almanlar ve Ruslar, toplumsal kaygılarını geleceğin büyük şehirlerinde veya başka gezegenlerde ortaya koymuşlardır.

Benzer Belgeler