• Sonuç bulunamadı

Büyük Türk milletinin ihtiyaç duyulan her dönemde seçkin devlet adamları ve kumandanları yetiştirdiği bilinen bir gerçektir. Gâzi Osman Paşa da bu toprakların yetiştirdiği, bu milletin kendisiyle asırlarca iftihar edeceği müstesna insanlardan, kumandanlardan birisidir. Sadece Türk milletinin değil, düşmanlarının bile takdirini kazanmış olan Osman Paşa hakkında birçok eser yazıldı. Bunlardan biri de, Birinci kolordu Başkâtibi Hikmet Bey tarafından kaleme alınmış ve geliri Plevne savunmasında yaralanmış askerlere tahsis edilmiş olan “Plevne Kahramanı Gâzi Osman Paşa Şânındadır”1 adlı küçük

bir risaledir. Biz bu konuşmamızda, hacmi küçük ancak muhtevası büyük olan bu esere bağlı kalarak Osman Paşa’yı tanıtmaya çalışacağız.

Osman Paşa ve Askerlerinin Harp İlânı Karşısındaki Tavırları

Gâzi Osman Paşa, Vidin’de2 bulunduğu sırada harp ilânını bildiren, Padişah II. Abdülhamid’in telgrafı gelir. Paşa, Sırbıye’de birçok zaferler kazanmış olan kahraman birliğini ve bütün âlimleri, ileri gelenleri ve subayları bir meydana toplayıp büyük bir olgunluk ve vakar içinde Padişah’ın fermanını okuduktan sonra, fermanın önemi ve askerlerinin vazifelerinin en hassas noktasını beyan eden kısa bir nutuk söyler. Ardından dört nefer saflardan dışarı çıkıp meydanda tüfekleri ile ve en yüksek bir tavırla selam durduktan sonra, içlerinden bir asker başta Osman Paşa olmak üzere orada bulunanlara hitaben ve bütün arkadaşlarına vekâleten bir nutuk okur. Nutuk gayet muhtevalı, ifade itibariyle son derece düzgün ve sade olup Osmanlı askerinin yüksek hislerini ve fikirlerini tasvir etmek bakımından oldukça önemlidir. Başta Paşa olmak üzere, bütün âlimler ve subayların gözyaşları içinde dinledikleri bu nutuk metni, Mâbeyn-i hümayuna gönderilmiştir. Söz konusu nutuk şöyledir:

“Şimdiye kadar gözleyip özlediğimiz düğün bayramımızın bugün gelip çıktığını bu okunan ferman bize müjde eyledi.

* Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.

1 - Birinci Kolordu-yı Hümayun Başkâtibi Hikmet, Plevne Kahramanı Gâzi Osman Paşa

Şânındadır, İstanbul 1294.

2 - Harp öncesinde, “Garp Ordusu” adı ile anılan kuvvetlere kumanda etmekte olan müşir Osman Paşa, Tuna cephesi başkumandanı serdar-ı ekrem Abdülkerim Paşa’nın emrinde olup Vidin’de bulunmakta idi. Emrinde 25 piyade taburu, 12 süvari bölüğü, 48 sahra ve 6 dağ topundan oluşan bir kuvvet bulunan Osman Paşa, Rus saldırılarına karşı hazırlıklı olmak babında, askerlerine bir taraftan talim ve terbiye verirken, diğer yandan da Vidin kalesini tahkime çalışmaktaydı. Metin Hülagü, Gâzi Osman Paşa, İstanbul 1993, s. 53- 56.

Ruhsatınız olursa bu gece sabaha kadar şenlik edeceğiz. Çünkü Cenab-ı Allah’ın Kuran’ında bize nusret vaad ettiğini hocalardan işittiğimiz bunca ayât-ı kerimenin her biri kalbimizde demirden birer kaledir.

Muharebeyi kazanmak çokluğa azlığa bakmayıp kumandanın askere ve askerin kumandana olan emniyetiyle az askerin nice büyük orduları bozduğunu analarımızdan işittik. Size de Sırbıye muharebesinde olan emniyet ve muhabbetimiz bâkidir. Bunun için babalarımızın kanıyla yoğrulmuş olan vatanın bir karış toprağına bin baş telef edip düşmana ayak bastırmayacağımızı sevgili Padişahımıza muharebeye gelmek zahmetini çektirmeyeceğimizi kemâl-i emniyetle Padişahımıza bildirmenizi rica ederiz”.

Harbin ilânından sonra çarpışmayı harikulâde bir şevk ile değerlendirerek vatanın kutsal toprağını muhafaza yolunda imkânlarının son derecesine kadar gayret edeceklerini, direneceklerini ilân ve te`min eden Osman Paşa ve kahramanlarının bu değerlendirmesi takdire şayan bir davranıştır.

Maiyetindeki kuvvetlerle Vidin’den Plevne’ye gelen3 Osman Paşa, Plevne gibi arazisinin coğrafyası gereği müdafaaya elverişli olmayan bir mevkii4 az müddet içinde yüksek bir duygunun eseri olarak kazma ile, balta ile birçok sağlam yapılı kale gibi yaparak dünyanın aklını ve şuurunu hayrete düşürmüş olan bu kahramanlar idi. Sekiz-dokuz ay gibi bir zamanda kendilerinin beş-altı misli düşmana yiğitçe karşı koyan ve böylece yiğitlik namusunu ve cengâverlik şânını sonsuz ufuklara kadar çıkaran işte bu şanlı gâziler idi.

Osman Paşa ve Askerlerinin Savaş Esnasındaki Gayretleri

Osman Paşa, harp hali başlar başlamaz, kendinden çok üstün güce sahip düşman kuvvetini mahvetmek için muzaffer kılıcını çeker, ordugâhda seyyar bir kale gibi bir baştan öbür başa dolaşır dururdu. O hücuma geçen taburun veya müfrezenin önünde yalınkılıç savaşır ve hem de Plevne ordularına kumanda ederdi.

3 - Harp öncesi Vidin’de bulunan Osman Paşa, Rusların Niğbolu ve Plevne’yi alıp Lofça’ya kadar ilerlemesi üzerine, birkaç defa üst makamlara yapmış olduğu teklifinin kabulünu müteakip 25.000 kişilik kolordusu ile 1 Temmuz’da Plevne’ye doğru harekete geçmiş ve 7 Temmuz günü Plevne’ye gelerek Rus askerlerini püskürtmüş ve Plevne’ye girmiştir. Hülagü, Osman Paşa, s. 65 vd. Plevne harbine katılan Albay Talat, Rusların eline geçmiş olan Plevne’nin, önceden oraya gönderilmiş olan Atıf Paşa kuvvetlerince geri alındığı ve Osmanlı idaresinin yeniden tesis edildiğini yazmaktadır. Albay Talat, Plevne Tarih-i Harbi, İstanbul 1296, s. 44. Bir başka eserde Paşa’nın Plevne’ye 19 Temmuz sabahı geldiği kayıtlıdır. Bk. Hikmet Süer, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi Rumeli Cephesi, Ankara 1993, s. 157.

4 - Plevne takriben 45 derece enlemde olup, kuzey yarımkürededir. Büyük Balkan silsilesinin kuzeyinden çıkarak Tuna nehrine karışan ve Tuna’nın sağ yönündeki bölge arasında bulunan verimli ve mahsuldar bir arazinin ortasında bulunan bir kasabadır. Savunma yönünden hiçbir değeri olmayan açık bir kasaba olan Plevne, Niğbolu, Ruscuk, Filibe, Sofya ve Vidin’e giden büyük ulaşım yollarının birleştiği noktada olduğundan stratejik bir öneme sahiptir. Halkın çoğu Bulgar olmak üzere savaş öncesinde nüfusu takriben 17.000 kadardı. Bu nüfus Rusların istilâsı önünde civar köylerden kaçıp gelen İslâm göçmenleri ile daha da artmıştır. Albay Talat, a.g.e, s. 36-37; Ahmed Cemal, Plevne

Çarpışmakta olan askerlerinin yanına varan arslan yürekli Gâzi Osman Paşa hemen kılıcı elinde olarak, hücum eden kahramanların önüne geçip; “Ey Plevne’nin şöhretli arslanları! Şân günleridir, vatan namusunu bize inandı, cihanın gözü Plevne’ye dikildi, Düşman bütün kuvvetini üzerimize yığdı. Biz de Osmanlı şanını gösterelim, bizim için ölmek var dönmek yoktur. Anladınız mı ki kader şurada bulunan 60.000 merdin mezarını burada hazırladı. Mutlak Plevne bize kabristan olacak yine zalim düşman bu sevgili toprağa ayak basamayacak. İşte kumandanınız ve karındaşınız olan Osman sizin önünüzde şehid olmağa gidiyor! Allah’ını seven arkamdan gelsin” heybetli narasıyla yer-gök sarsılır ve ihlâsla attığı her nara ve Allah Allah haykırışları göklerde müslümanların imdadına duacı olan meleklere kadar ulaşırdı. Onun bu ihlâslı ve kahramanca çıkışı bütün bir Plevne’nin dağlarını, istihkâmlarını adeta yerinden söker atardı. Kendisi bu hengâmelerde ön safta düşmana hücum edip çarpışır iken, yâverleri vasıtasıyla da ordunun her türlü harekâtını kontrol eder ve oralara emirlerini resmi olarak ulaştırırdı.

Plevne’de şiddetine dağların bile dayanmasının mümkün olmadığı çok çetin muharebeler ve şiddetli çatışmalar ve sıradan savaşlar eksik olmayıp, hele Plevne demirden bir harp alanı olalı çok şiddetli top muharebesi sürüp giderdi.

Düşman gece gündüz her bir taraftan aralıksız top atışlarına devam ederek Osmanlı askeri üzerine dakikada değişik mermiler ile sanki ateş yağmuru yağdırır, yiğitliğin vakarın ve cesaretin timsali olan büyük dahi kumandan ise pek çok güllenin ateşine beş topla cevap verirdi. Hele istihkâmların içine gülleler düşmeye başladığı zaman vatanseverlikle dolu olan göğsünü ve kahramanlığını tabyaların kenarına dayayıp ve elindeki tüfeğe yaslanıp her an düşman bekleyen Osmanlı yiğitlerinin gösterdikleri muzafferane tavrı ve cesur halleri akıllara şaşkınlık ve kalplere incelik verirdi. Bu kahramanlar, on beş tanesi birden değişik seslerle (vınlamalarla) gelip bulundukları mevzinin içine düşmesi ile her biri bin parça, on beşer- otuzar cm.lik gülleleri daha havada kendilerine doğru gelirken arslanlara yakışır bir mertlik ve kahramanlığa has tebessümleri ile hafife alırlardı.

Hücum sırasında bu zamanın kahramanlarının halini gören gözler, bunların vücutlarının mutlak demirden ve kalelerinin ateşten yaratılmış birer insanüstü yaratıklar olduğu kanaatine ulaşırdı.

Osman Paşa, bütün bu ihlâslı ve yiğitçe çıkışları yanında, askerliğin gerektirdiği her türlü tedbiri alan ve sonuçta Allah’ın ve Peygamberimizin emirleri doğrultusunda kaza ve kadere rıza gösteren bir büyük inanç sahibi zat idi.

Osman Paşa’nın Zaferler Karşısındaki Tevazusu

Büyük kumandan, askerlerine zafer kazandıkları zaman neler söylenmesi icap ettiğini bildirmiş, düşmana karşı Yuha borusu çaldırmamıştır. Bir defasında Yuha çağıranlara şunları söylemiştir; “Evlatlar, bizim vazifemiz

âdil ve yardımcı olan Cenab-ı hakka şükür etmektir. Düşmanımızı mağlup eden kuvvet Allah’ın adalet kılıcıdır. Yuha çağırmak mağlup ve zelil olan düşmana mağrurca bir hakaret demek olup bu ise âli cenap olan müslüman askerlerinin şanına yakışmayacağından bundan sonra her hücumda Allah Allah ve her zafer ve takipte Elhamdülillah naralarıyla dilimizi süsleyelim”.

Muharebe esnasında çok büyük başarıları gerçekleştiren Osman Paşa, bunları ifade etmek söz konusu olduğunda kesinlikle mübalağaya kaçmaz, çok sade ve herkesçe kolay anlaşılır bir lisanla başarıları ifade eder, asla kendisine bir övünme payı ayırmaz, bütün bu başarıların Allah’ın bir lütfü olarak, bir takdir-i ilâhi olarak verildiğinden söz ederdi. Böylece hem kendi içimizde ve hem de dışımızda yani Avrupa’da mevcut olan kendini tanıtma, zaferden kendisi için büyük paylar çıkarma gibi bir anlayışa iltifat etmeyecek kadar yüksek yaradılışlı ve tevazu sahibi olduğunu gösterirdi. Zafer telgraflarının pek sade bir şekilde yazıldığını, Plevne Savaşları gibi savaşları dile getiren telgrafların diğer harp telgrafları gibi çok gösterişli ve süslü bir ifade tarzıyla verilmiş olmasının uygun olacağına dair bahis açanlara; “Ben vatana olan borcumu ve devlet ve padişahımdan sınırsız ve karşılıksız yediğim ekmeğin hakkını ödemeye çalışıyorum. Ben ne yaptım ve ne yapabilmeğe muktedirim ki sırf Allah’ın muvaffak etmesi ve Peygamberimizin ruhanî yardımı olan galibiyetleri bir takım yaldızlı sözlerle hâşâ zâtıma isnad edeyim? Ben bir âciz kulum, hiçbir şey yapmağa kâdir değilim. Hâkim ve fa‘‘âl ancak Allah’dır” cevabını verirdi.

Osman Paşa’nın Askerleriyle Olan Muhabbeti

Osman Paşa çok iyi huylu bir insan olduğu için askerlerini kendinden ve çoluk çocuğundan bin kat daha fazla severdi. Gece gündüz onlarla konuşur, neferden üst rütbeli subayına kadar herkese Gâzi ve Arkadaş tabiriyle hitap ederdi. Gece ve gündüz çadırına karşı dakikada düşmanın binlerce yağdırdığı ateşe rağmen çadırdan çıkar bütün tabyaları yalnızca dolaşmaya giderdi. Uğradığı her bir istihkâmda askerler tarafından “Gâzi Babamız” geliyor diye büyük bir sevinçle karşılanır ve o da; “Selamün aleykum yâverilerim, ne yapıyorsunuz? Bakın yine ahmak düşman korkusundan kıyameti koparıyor. Müslümanlar hücum edecek zannıyla ödü kopmuş üzerimize gülle yağdırıyor, amma korkak düşman ha” diye söyleyerek askerin gönlünü alır, manevî güçlerini takviye yapar ve Allah’ın kendilerine yardım edeceğini imâ ederek başka istihkâmlara giderdi.

Paşa’nın tabyaları ziyareti bir yandan askerin moral gücünü kuvvetlendirmeye, bir yandan da yerinde gördüğü eksiklikleri derhal ortadan kaldırmaya yönelikti. Bu şanlı, büyük kumandan gerektiğinde hemen kaputunu sırtından çıkarır, tabya için gerekli olan hizmeti bizzat kendisi halletmeye çalışırdı.

Askerin ihtiyaçlarının giderilmesinde zorluklarla karşılaşılması durumunda askeri ümitsizliğe düşürmemek için hiç çekinmeden kendisini onlara benzetir, un çorbası ve peksimetiyle gıda ihtiyacını gidermeye gayret ederdi. İleri gelenlerden bazıları bu hususta edeple söze başlamak isteyince kendilerine; “hiç bir şeye ihtiyaç yoktur, bendenizin az yemek yemesi hiçbir sebebe dayanmayıp, sadece vücudumun sıhhatini sağlamak içindir. Çok yemekten rahatsız olduğumdan dolayı ancak hazmedebileceğim kadar hafif yemeklerle yetiniyorum” derdi ve onlarla birlikte yemek istediğini anlatmak için de; “bereketli olsun arslanlar, misafir alır mısınız?” diye sorar ve hemen onbaşı takımının arasına sıkışıp ümmetinin gözbebeği olan askerle yemeğe başlardı. Yemek sırasında hikmetli sözleri ve bir baba edasıyla söylediği kahramanlık ifadeleri askerin kalbine o derece tesir ederdi ki, vatan yolunda canlarını vermek için Gâzi babalarının bir emrine bin can feda etmek istediklerini, bunun için hazır olduklarını her halleri ile ispat ederlerdi.

Osman Paşa, tarihte mutlak şerefe mazhar olan yüksek ahlâkî değerlerinden başka, harbin dağların tahammül edemeyeceği kadar fazla olan masrafı esnasında devletini çok sevdiği ve düşündüğü için rütbesinin gereği ve geçimi için zaruri olan ödeneklerden ihtiyaç nispetinde olanlarını almış, geriye kalanını devlete terketmiştir.

Osman Paşa’nın Plevne Ahalisi İle Olan Münasebetleri

Osman Paşa’nın Plevne ahalisine karşı gösterdiği yakınlık onun şanını yücelten bir başka önemli vasfıdır.

Müdafaasız halka karşı düşmanın tavrı ve davranışı, hiçbir kural tanımamaktadır. O derece ki üzerinde Hilâl-ı Ahmer arması bulunan hastaneler bile ateş altında tutulmakta, her türlü emniyet ve asayiş ortadan kalktığı için insanlar tek sığınak yeri olarak ordugâh-ı hümayuna gelip Osman Paşa’nın himayesine sığınmakta idiler.

Osman Paşa perişanlık içindeki ahâliyi kendi kardeşleri ve yaverleri gibi kanadının altına alıp onları korurdu. Düşmanın her türlü ateşinden muhafazaya çalışır, o çaresiz insanların her türlü üzüntülerini, dehşete kapılmış hallerini giderirdi.

O büyük kumandan, muzaffer kılıcını hiçbir zaman elinden bırakmaz, zaman zaman istihkâmlara geçer, orada çarpışır ve müthiş bir mücadele ile düşmana karşı koymaya çalışan kahramanları teşci ve teşvik eylerdi. Bazan çadır ve kulübeler içinde yerleştirmiş olduğu ailelerin yanına koşup; “Korkmayın hemşeriler! Allah düşmanı yine perişan etti, nusret bizimdir. Şurada elli-altmış bin dindaşınız var onların ve en-nihayet benim vücudum parçalanmadıkça bir tüyünüze halel gelmez. Resul-i ekrem efendimiz bizimle beraberdir” ifadesiyle mazlumların gönlünü ihya etmeğe çalışır, dizlerine kadar çamurlara batmış olduğu halde, kendisine Allah’ın bir vediası ve

Padişahın özel emaneti olarak kabul ettiği beldenin insanlarını çamurlar içerisinden çıkarır çadırlara yerleştirir, onlar için gerekli olan yaşama şartlarını sağlamaya uğraşır ve bu elim manzara karşısında gizli gizli ağlardı. Plevne ahâlisinin bu büyük kumandana karşı gösterdikleri samimi yakınlık her türlü izahın yetersiz kaldığı bir derecededir ve bu inceliği tespit eden bir kimse duygularına hâkim olamayıp gözyaşı dökmekten kendini kurtaramaz.

Onun ahâliye karşı bu duyarlılığı insanlar arasında yankı bulmuş ve herkes ve hatta çocuklar bile onun adını dillerinde tekrar eder olmuşlardı. Bu çocuklar şehir içine bir gülle düştüğünde veya istihkâmatta bir tüfek ateşi gördüklerinde, bütün samimiyetleri ile “Gâzi babamız yine cenk ediyor, Allah sen imdadına yetiş” diye bülbül dilleriyle ona muzaffer olması için dua ederlerdi. Herkes büyük bir olgunlukla onun selamına durur, pencerelere koşar; “Ey Plevne arslanı! Allah kılıncını keskin etsin, düşmanın kahr olsun. Sende bu sebat ve bu kahramanlık var iken biz de düşmandan zerre kadar korkmayız. Cümlemiz asker ve hepimiz şehadete aşığız. Bin yaşa gâzi pederimiz” nidalarıyla hem kendileri ağlar, hem de Osman Paşa’ya gözyaşı döktürürlerdi.

Osman Paşa’nın Müskiratla Mücadelesi

Plevne’de işreti yasak etmiş olan Osman Paşa, satıcıları ikna ederek bedeliyle müskiratı satın almış, görevlendirdiği adamlar vasıtasıyla imha ettirmek suretiyle işret ortamını ortadan kaldırmıştır. Yanındakilere;“İçkinin insan için ne derece zararlı olduğu bilinen bir gerçektir. Özellikle akıl ve hikmet dini olan İslâmiyet, bunu bize yasak etmiştir. Mücahitlere aşk ve şevk verecek güç ancak tek Allah’a olan inanç ve güvendir. Savaş içinde bulunan İslâm ülkesinde içki neye lâzım?. Biz o musibetin bir damlasını ağzımıza koymayız. Fakat düşmanımıza arslanlar ve yerinden oynamış dağlar gibi hücum ederiz. İşte içkiyi heyecan ve gayret bilenlerin halini karşımızda görüyoruz. Hiç olmaz ise o bedbahtlardan ibret alalım” diyerek işretin zararlarını anlatmaya çalışırdı. Paşa, böylece işret hakkında ortaya koyduğu fikir ve gayretleri ile ahâlinin daha düzenli ve tertipli olmasını sağlamıştır.

Osman Paşa’nın Dünyanın Takdirini Kazanması

Osman Paşa, isabetli kararları ve maharetli harp stratejisi ile bütün dünyanın dikkatlerini üzerine çekmiş ve onun dehşetli kılıcından her an ecel terleri döken İslâm dininin düşmanlarının bile hayretini ve saygısını kazanmış bir büyük askerdir. Askerlikteki üstünlüğünü herkes kabul etmiş, özellikle Avrupalılar onun karşısında hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Bunlardan meşhur Moltke; “Osman Paşa muharebenin talihini değiştirmiş ve özellikle savaşın hücum kısmını büsbütün boşa çıkarmıştır” demek suretiyle ona karşı duyduğu hayranlığını dile getirmiştir.

Osman Paşa’nın Üstün Vasıfları

Tahminen 45 yaşında olan zamanın faziletli kahramanı Hazreti Gâzi’nin mevcut nitelikleri şu şekilde tarif edilebilir: Sağlam ve güçlü bir bünye, nurlu bir yüzde siyah sakalın bıraktığı mükemmel bir görünüm, keskin bir zekânın ortaya çıkışını simgeleyen, herkesi kendisine hayran bırakan üstün güzellik belirtileri kendisinde toplanmış olan namlı bir kahramandır.

Onun mübarek yüzüne bakmasını ve mevcut olan özelliklerini tahlil etmesini bilen hemen herkesin üzerinde anlaşacakları husus şu idi: Onda çok yüksek bir din sevgisi, vatan gayreti, askerlik mesleğinin gerektirdiği sebat ve cisim haline gelmiş olan askerlik namusu vardı. Denilebilir ki zamanımıza gelinceye kadar gelmiş geçmiş bütün şehitlerin ve mânâ büyüklerinin yüksek ruhları bir araya toplanmış ve böylece hepimizin adını duyduğumuz meşhur Gâzi Osman Paşa ortaya çıkıvermiştir.

Gözleri iri ve siyah ve gayet dikkatli, derinlere işleyici ve her bakışında birtakım endişelerin saklı olduğu bir kişi idi. Onun bakışları tüyler ürpertici idi. Gözleri kahramanlık duyguları sonucu kızarır ve adeta yumurta şeklinde bir yakutu andırırdı. Kahramanlığı ve milli şiddeti söz konusu olduğu zaman o, yaralı bir arslanın kükremesini andıran bir hale dönüşürdü. Kısa süreli düşünme fırsatı bulduğu sıralarda harp stratejisi ile meşgul olur, savaş vaktinde tüylerinin her biri adeta kaza okları şekline dönüşür ve temiz siması arslanın kükremiş halini andırırdı.

Gâzi Osman Paşa hazretleri üstün vasıflı olarak doğmuş ve bu tabii meziyetini mekteplerde aldığı bilgilerle süslemiş, en seçkin ve mükemmel bir zâbit olarak Mekteb-i Harbiye’den mezun olmuş, her bir rütbeyi muazzam bir hizmet karşılığı olarak almış, eski Rusya muharebesinde, Cebel-i Lübnan’da, Girit’te, Sırbiye’de ve Yemen’de bulunarak kılıcının hakkı ve kanının bahası olarak kazanmış bir kimsedir.

Bu Gâzi Paşa ümmet-i Muhammed’e çok kıymetli bir yadigârdır. Gelecek nesillerin iftihar edeceği bir kimsedir.

Osman Paşa mücadelelerinin manevi cephesi sanki Hz Peygamberimiz asrındaki müslümanların gösterdiği mücadelelerin XIX. asırda vuku bulmuş hali gibi tarif olunacak faziletlerle doludur. Gâzi Paşa’nın tedbirlerle dolu ve vakar âbidesi olan niteliklerinden birisi de harp mesleğinin ortaya çıkardığı hadiselerle ilgili yazdığı resmi telgraflarda görülmekte olup bu konuda yukarıda bilgi verilmişti.

Osman Paşa gerçekten cesaretin ve yiğitliğin timsâli idi. Mübarek cismini daima düşman mermilerine hedef tutar, top ve tüfek ateşinin en şiddetli ve tehlikeli cihetlerine karşı göğüs gererdi. Allah O’nun varlığını mazlum müslümanları düşman istilâsına karşı korumak için yarattığını akla getirdiğinden varlığı adeta hata etmekten korunmuştu.

Bu mübarek vücudun cihad merkezi olan mukaddes çadırı gülle parçalarının isabetinden delik deşik olmuştu. Her tarafından pencereler açılmıştı. Âlimler ve subaylar çadırı emniyetli bir yere nakletmek istemişler, bütün ısrarlara rağmen red cevabı almışlardır.

Ey Osman Paşa! Ey arslan yürekli gâzi! Senin gibi şanlı ve namuslu,