• Sonuç bulunamadı

Beşinci Cumhuriyetin Siyasi Arka Planı ve

2.6. Başlıca Yarı-Başkanlık Uygulamaları

2.6.1. Örnek Model: Fransa

2.6.1.3. Beşinci Cumhuriyetin Siyasi Arka Planı ve

Fransız siyasal rejiminin Beşinci Cumhuriyet öncesinin en temel özelliği Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyet döneminde parti sistemine egemen olan

132 YAVUZ, “Türkiye’de Siyasal Sistem Arayışı ve Yürütmenin Güçlendirilmesi “, s.233

133 ÇAĞLAR, “Bir Anayasacının Seyir Defteri”, s.34-35

parçalanmışlıktır. 1945-1956 yılları arasında yapılan genel seçim sonuçları dikkate alındığında, ortalama 6 partinin katıldığı her seçimde, oy ve sandalyelerdeki parçalanma 0,790 gibi yüksek bir orana ulaşıyordu.134 Raymond Aron bu dönemde parti sistemindeki parçalanmışlığı, büyük ölçüde Fransa’nın türdeş olmayan sosyal yapısına bağlamaktadır.135

Lipson ise parçalanmanın en önemli nedeninin Fransız toplumunun temel ilkeler konusunda dahi anlaşamaması olduğunu belirtmiş, ancak bu anlaşmazlığı Fransız toplumunun ulusal bir özelliği olarak kabul etmenin açıklayıcı olmadığını ileri sürmüş ve pragmatizm karşısında ideolojinin egemen olmasının nedenini lise ve üniversitelerde baskın olan Latin eğitim geleneğine bağlamıştır.136 Bu nedenle

“...parti sisteminin niteliği ile seçim sisteminin türü arasında bir nedensellik bağı varsa, Fransa örneğinde parti sisteminin birincil neden, seçim sisteminin de sonuç olduğu kesindir. Kabine sistemi ile kabinenin anayasal fesih yetkisi için de aynı şey geçerlidir.”137 Fransız toplumunun parçalanmasının nedenini temel ilkeler konusunda anlaşamama olarak değerlendiren Lipson’un bu yaklaşımı Türkiye’nin bugünkü gerçeğine de uymakta ve bu nedenle çözümün merkezin ortak değerlerini içerecek yeni bir toplumsal sözleşmeden geçtiği yönündeki yaklaşıma geçerlilik kazandırmaktadır.

Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyet dönemlerinde Fransız siyasal rejiminde siyasal ve kültürel nedenlerle ortaya çıkan siyasal parçalanma, merkezin erimesi ve istikrarsızlık olguları daha öncesinden Beşinci Cumhuriyet kurucusu De Gaulle’ü

134 TOSUN, “Başkanlık ve Yarı Başkanlık Sistemleri”, s.110-111

135 ARON, “Demokrasi ve Totalitarizm”, s.208

136 Leslie LİPSON, “Demokratik Uygarlık”, (Çev. Haldun Gülalp-Türker Alkan), Ankara:Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984, s.331-336

137 LİPSON, a.g.e., s.331

yeni bir rejimin zorunlu olduğu düşüncesine yöneltti. Bu çerçevede De Gaulle işgalden yeni kurtulmuş Fransa’nın Bayeux kasabasında 1946 yılında yaptığı ünlü konuşmasında “Sahip olduğumuz ilkeler ve edindiğimiz tecrübeler, yasama, yürütme ve yargının birbirinden kesin bir biçimde ayrı olmalarını ve birbirlerini dengelemelerini emrediyor” diyordu. De Gaulle Üçüncü Cumhuriyet’in anayasa bilimcisi Carre de Malberg’in eserlerinde parlamenterizmden çıkış yolları üzerinde kafa yoruyordu. Böylece O, yürütme parlamentoya bağımlı hale geldiği için yönetebilirliğin zaafa uğradığını, bunun ise ülkeyi yönetebilir olmaktan çıkardığını, bu nedenle yönetebilir bir Fransa için yürütmeyi güçlendirmenin gerekliliğine inanıyordu. Çünkü mutlak parlamenterizmin yönetilebilirliği zaafa uğratması veya Foucault’un deyimiyle gouvernementalite138 (hükümet etme fiilini) engellemesi Fransa’yı yönetim krizine sokmuştu. Bu bakımdan yürütmeyi zayıf düşüren nedenleri saptayarak anayasal demokrasi içinde bu durumdan kurtulmanın yollarını bulmak konusunda çaba harcamak gerekiyordu. Bu gerekliliği kavrayan önemli isimlerden biri olan Carre de Malberg, genel iradenin yansıması olduğunu savunduğu parlamentonun bu düşünceye dayanarak klasik parlamenterizmin öngördüğü güçler ayrılığına ve bu güçlerin birbirlerini dengeleme ilkesine artık pratikte uyum gösteremeyeceğini belirtmiştir. Ona göre, dengeli bir sistem kurabilmek ve mutlak bir parlamenterizmin egemenliğinden kurtulabilmek için cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini, ona parlamentoyu fesih yetkisinin ve referanduma başvurabilme yetkilerinin verilmesini ve yasaların anayasaya uygunluğunu saptayan yargı denetiminin zorunlu olduğunu ileri sürüyordu.139 Böylece Beşinci

138M.FOUCAULT, “Omnes et singulatim vers une critique de la raison politique”, Le Debat, no 41, 1986; Aktaran: VERGİN, “Cumhuriyetin Yönetebilirliği İçin İktidar Yapısında Değişim: Yarı-Başkanlık Sistemi”, s.10

139R.Carré de MALBERG, “La loi expression de lavolonté générale”, Economica, Paris, 1984;

Aktaran: VERGİN, a.g.m., s.10

Cumhuriyetin kurumlarını 30 yıl önceden ileri süren Malberg, hem De Gaulle’ün düşün kaynağı, hem de yazdıklarıyla, siyasi destekçisi olan anayasa profesörü Michel Debre’nin hocasıydı.

Genel olarak Fransa’da yarı-başkanlık rejiminin kurulmasında, yönetim krizinin ve Cezayir sorununun çözümlenememesinin etkili olduğu görüşü kabul edilmektedir. Bu görüş doğru olmakla birlikte, yeterli değildir. Daha 30 yıl öncesinden yarı-başkanlık rejiminin kurumlarını öngören De Gaulle yönetim krizinin başlangıcını Üçüncü Cumhuriyet’e kadar götürüyordu. Bu doğrultuda Dördüncü Cumhuriyet’te yönetim ve istikrarsızlık sorunlarına çözüm getirememiş, sözü edilen olumsuzluklar Fransız siyasi hayatının yapısal özellikleri haline gelmişti. Bu nedenle De Gaulle 1946 yılında Bayeu kasabasında zihnindeki siyasi projeyi şöyle açıklıyordu; “Bir yandan, güçler ayrılığının katı bir şekilde uygulanması, diğer yandan, delegasyon sisteminin iptali ve salt seçmen tercihine başvurmayla birlikte halk egemenliği ilkesinin siyasal sürecin tüm aşamalarında hayata geçirilmesi...

Bunun mantıksal sonucu olarak da, genel oyla seçilmiş cumhurbaşkanının yürütmenin başı olarak yeni anayasal düzenin zirvesini oluşturması...”140

1958 öncesi Fransa’nın yaşadığı ekonomik durağanlık, uluslar arası konjonktürden kaynaklı sorunlar, yapılması gerekli siyasi yenileşme reformları ve Cezayir sorunu parlamenter rejimin kurumlarıyla çözümlenemeyecek, yeni bir rejimin kurulmasını zorunlu kılan sorunlardı. Yeni rejimle seçmen topluluğunun bölünmesiyle ortaya çıkan siyasi parçalanmanın ve parlamentonun güçsüzlüğünün son bulacağına inanılıyordu. Bunun için güçlerin birbirinden kesin bir biçimde ayrılması, yürütmenin meşruluk kaynağının parlamentodan farklı olması, birbirinden ayrı

140 VERGİN, “Cumhuriyetin Yönetebilirliği İçin İktidar Yapısında Değişim: Yarı-Başkanlık Sistemi”, s.11

olması gerekli bu iki gücün meşruluklarını cumhurbaşkanlığı seçimi ve parlamento seçimi gibi iki ayrı seçimden almaları gerekiyordu. Bu çözüm hem kişi hak ve özgürlüklerini güvence altına alan, hem de ülkeyi güçlü bir yönetime kavuşturacak bir rejim kurmanın zorluğunu aşmak zorundaydı. De Gaulle bu zorluğu ülkeyi yönetilebilir hale getirerek ve bireysel özgürlükleri siyasi istikrar ortamında koruyan seçim aracılığıyla çözeceğine inanıyordu.141 Ancak De Gaulle ile Andre Malraux’un sohbetlerini içeren “Les chenes qu’on abat” isimli eserde belirtildiği üzere ona göre seçim sisteminin türü önemsizdir, önemli olan koşullara göre “raison d’etat” ilkesi doğrultusunda seçim sistemine karar vermekti.142 Bu nedenle De Gaulle ilk önceleri nisbi temsil seçim sistemini, sonraları ise iki turlu çoğunluk sistemini tercih etmiştir.

Cezayir Savaşını 1962’de sona erdiren ateşkes kararı ve ardından yapılan Evian antlaşması 1958’de kurulan Beşinci Cumhuriyette kurumlaşma ve gelişme adına önemli yenilikleri gündeme getirdi. Denetim işleviyle sınırlandırılmış bir parlamento anlayışına sahip yeni rejimin geriye götürülmesini engellemek için De Gaulle cumhurbaşkanının genel oyla halk tarafından seçilmesi doğrultusunda anayasa değişikliğine öncülük etti. Bu harekete muhalifler “sürekli darbe rejimi, iktidarın kişiselleşmesi, bonapartizm girişimi, demokratik teamüllerin çöküşü” gibi gerekçelerle karşı çıktılar. Başta Komünist partisi olmak üzere, Fransız solunun tamamı yeni rejimi kendilerini sonsuza dek iktidardan yoksun bırakacak bir tuzak olarak görüyordu.143

Rejimin istikrar sorunu Dördüncü Cumhuriyet’in ortalama dört ay iş başında kalan kısa süreli hükümetlerine karşılık Beşinci Cumhuriyet hükümetlerinin görev

141VERGİN, “Cumhuriyetin Yönetebilirliği İçin İktidar Yapısında Değişim:Yarı-Başkanlık sistemi”, s.12

142 VERGİN, a.g.m., s.12

143 VERGİN, a.g.m., s.12

süresinin ortalama üç yıl olması ile çözülmüştür denebilir. Cumhurbaşkanı ile parlamento çoğunluğunun farklı siyasi görüşlerden olması da bu istikrarı bozamamıştır.

Fransa yarı-başkanlık rejimiyle ekonomik ve manevi olarak büyük zararlara uğradığı Cezayir sorununu çözmüş ve terörü önlemiştir. Bu dönemde ekonomik ve siyasi alanda gerekli yeniliklerini yaparak uluslararası alanda rekabet gücünü artırmıştır. Böylece kendisi gibi bir zamanlar imparatorluk olan İspanya ve Portekiz’in maruz kaldığı çöküntü ve gerileme tehlikesinden güçlü yürütmeyle ve demokrasiden taviz vermeden kurtulmuştur.144