• Sonuç bulunamadı

1.1.3. Sanatsal Beğeni ve Estetik

1.1.3.7. Beğeninin Göreceliği Ve Ölçütü

“Kökeni Latinceye dayanan “De gustibus non est disputandum” sözü, günlük yaĢantıda sıkça karĢılaĢılan ve savunulan bir ifade olarak dilimize “Zevkler ve renkler tartıĢılmaz”

46

Ģeklinde geçmiĢtir. Latince, „Beğeniler tartıĢılmaz‟ anlamına gelen ve her türlü beğeniyi haklı göstermeye çalıĢan bu söz, beğenilerin niteliği ve ölçütlerinin belirlenemeyeceğini, herkesin beğeni koĢullarının kendisine göre doğru ve haklı olduğu anlamına gelmektedir. Beğeninin göreceli ya da göreli olmasını üm varlığı baĢka Ģeylere bağımlı olmakla belirgin olan ya da bir baĢka biçimde baĢka bir Ģeyle iliĢkili olmakla belirgin olan Ģeylere göreli denir” (Timuçin, 1976, s. 66).

Bir Ģeyin, bir değerin, bir bilginin, bir olgunun ya da yargının doğruluğu ve geçerliğinin kesin olmayıp, bir Ģeye, bir kiĢiye, duruma, zamana, kültüre göre değiĢmesi, değiĢebilmesi göreceli ya da göreli olması demektir. Beğeninin göreceli olması, beğenilerin nesnel olmayıp dolayısıyla tartıĢılamayacağı, beğeninin kiĢisel olduğu, özneye göre değiĢtiği, her beğeninin kendine göre doğruluğu ve geçerliliği olduğu anlamına gelmektedir. Eğer beğeni göreceli ise, “Ağlayan Çocuk Resmi” ile Rubens‟in oğlu “Nicholas‟ın Portresi” ya da Picasso‟nun oğlu “Paul‟un Portresi“, arasındaki nitelik farkı nasıl açıklanır? Bob Ross‟un manzaraları ile Cézanne‟nin manzaralarını beğenen iki farklı kiĢinin beğenisi aynı derecede doğru mudur? Rembrandt‟ın “Banyo Yapan Kadın”ı ile herhangi erotik bir kartpostal arasında bir nitelik farkı yok mudur? Burada farklı tercihler yapan farkı iki kiĢinin, beğendiği resimden aldığı haz, yasadığı duygu anlamında geçerli olabilir; ancak hazzın yaĢanmasından daha önemli olan Ģey, hazzın niteliğidir. Burada beğeniler tartıĢılmayabilir ancak “beğenilerin niteliği” tartıĢılır gözükmektedir. Belki, beğenilerin tartıĢılmayacağı sözünün haklı oluĢuĢu Ģekilde ileri sürülmektedir; Alımlayıcı yani eserle iletiĢim kuran kiĢi, Picasso‟yu Rembrant‟a, Vermeer‟i Matisse‟e, Monet‟i Sisley‟e daha çok tercih edebilir ya da Bedri Rahmi Eyüboğlu‟nun bir eserini, baĢka bir sanat eserine göre daha çok etkileyici bulabilir. Dikkat edildiği takdirde bu iddia da benzer Ģekilde pek haklı bir tarafının olduğu görülmemektedir.

BaĢarılı bir sanatçının yeteneği, yaratıcılığı, belki bir-iki istisna dıĢında, bütün çalıĢmalarına az-çok yansıdığını görmekteyiz. Çünkü insan, kiĢiliği, yetenekleri, yaratma yetisiyle ve farklı bakıĢ açısıyla bir bütündür. Dolayısıyla yaratıcı ve yetenekli bir sanatçının eserleri, aynı kaynaktan doğduğuna göre, nitelikli oluĢu da istisnalar dıĢında pek farklı olmayacaktır. Görüldüğü gibi beğeninin göreceliği, niteliksel açısında ele alındığında tartıĢılır görünmektedir. Ancak belki az da olsa bir beğeni hiyerarĢisinden söz edilebilir ve beğeni türleri ve nitelikleri sınıflandırılması yoluna gidilebilir. Burada Fendrich, “her ne kadar insanların yaĢadıkları deneyimleri anlayamasak da, beğeninin hiyerarĢik olduğunu ve tamamen subjektif bir konu olmadığını belirtir. Fendrich, beğeni (estetik) ve etik (moral)

47

sorunsalının son derece birbirine benzerlik arz eden karmaĢık konular olduğunu belirterek iyiden kötüye kadar her türlü beğeninin, hiçbir zaman kanıtlanabilir nitelikte olmadığını belirtir” (Fendrich, 2008, s. 12).

Diğer taraftan sanat tarihi süzgecinden geçmiĢ baĢarılı bir sanatçı, neden sanat kültürüne ve birikimine sahip insanlar kitlesi tarafından beğenilir de, sanat kültürüne sahip olmayan insanlar tarafında küçümsenme yoluna gider ya da beğenilmez. Özellikle Modern ve Post- modern sanat sürecini ele aldığımızda, sanattan zevk almanın ön koĢulunun belli bir eğitim süzgeci ve donanımından geçmeyi ve sanat kültürüne sahip olmayı gerekli kıldığını göstermektedir. Tekrar beğeninin hiyerarĢik olduğu konusuna dönersek, “eğer beğeni hiyerarĢik ise beğeniyi sınıflandırmamız gerekir. Hangi tür beğeni özneldir, hangi tür evrenseldir, bunları birbirinden ayırmak gerekir. Bir erkeğin bir kadını güzel bulması belki yalnız onu ilgilendiren bir yaklaĢımdır. Ancak bir sanat yapıtı için aynı biçimde, bu kiĢilerin özel yaklaĢımlarıdır, kimseyi ilgilendirmez denemez. Her dönemin güzele iliĢkin yargıları değiĢse de söz konusu olan bir sanat yapıtı ise, ona yüklenen güzel değeri, diğer nesnelere yüklenen değerler gibi geçip gitmez” (Karayağmurlar, 1990, s. 72).

Eserde geçicilik ve kalıcılık unsurları da göz önünde bulundurursak bu koĢulu da bir ölçüt olarak kabul edebiliriz. Çünkü tarihte yer almıĢ ve pek tartıĢma götürmeyen sanat eserlerini baz (temel) aldığımızda, bu durum bir ölçüt gibi görünmektedir. Evrensel olmak da zaten bir anlamda aynı Ģeyi ifade etmektedir. Kendi zamanıyla sınırlı bir eser, kendinden sonraki zamana geçmeyi baĢaramayan bir yapıt, (gün yüzüne çıkma fırsatını bulamamıĢ ya da anlaĢılamamıĢ talihsiz yapıtları hariç tutarsak) kesinlikle sanat eseri sıfatını taĢımamaktadır. Kendi zamanından baĢka zamanlara taĢmıĢ olması, onun evrensel olduğunun da bir göstergesi olduğunu kabul ediyoruz. “Estetik yargılar çağları da aĢan niteliklere bürünür. Sanat adını alan bütün çalıĢmalar, insan yaratıcılığının tanıkları olarak değerlerini korurlar” (Karayağmurlar, 1990, s. 166).

Sanat eserinin çağların ardına aĢan kalıcı özelliği, devamlılığı estetik beğeni için bir ölçüttür. Geiger‟e göre “Estetikte fenomenolojik yöntem, zaman dıĢı ve özü daima aynı kalanı inceler. Fenomenolojik yöntemin, zaman dıĢı ve özü daima aynı kalana yönelmesi söyle açıklanabilir; Nasıl üçgenin daima aynı kalan özü, tek tek üçgenlerde çok çeĢitli kenar uzunluklarıyla somutlaĢırsa, tıpkı bunu gibi, daima aynı kalan estetik değerlerin değiĢikliklerinin çeĢitliliğinde aynı kalan özü çok çeĢitli biçimlerde somutlaĢır” (Geiger, 1985, s. 135-136).

48

Bir arkaik Yunan heykelinin karĢısında birçok kiĢi hayranlık duymaktadır. Mona Lisa‟nın güzel ve etkileyici olmadığını söyleyen pek olmamıĢtır. Doğacı gerçekçi sanatsal eserler söz konusu olduğunda hemen hemen herkes için bir beğeni ortaklığından söz edilebilir. Beğenilerin ayrıldığı nokta, idealize edilmiĢ antik Yunan kültürünün, Rönesans‟la birlikte Barok sanatın da perspektif, hacim, ıĢık gölge ile doğayı gerçekçi bir tarzla en ideal biçimde yansıtan eserler dıĢında kalan sanatsal türlerde ve özellikle de non-figüratif sanat eserlerinde görmek mümkündür. Dolayısıyla araĢtırmamızda kullandığımız, öğrencilerin estetik beğeni düzeylerindeki anketinde, beğeni düzeyleri arasındaki farklılıklar, niteliksiz resimler ve sanat eserleri göz önüne alındığında, sanat eserlerine yönelik verilen puanların belirgin bir Ģekilde fazla olduğu yönünde bulgulara ulaĢılmıĢtır. Eğer ortak beğenilerimizin olamayacağı, beğenilerin göreceli olduğunu iddia edersek, sanat tarihinde yer almıĢ sanat eserlerine, yanlıĢ ya da haksız değerlendirmeler yapıldığını, bu eserlerin sanatsal geçerliliğinin olmadığını haddimize düĢmeden iddia etmiĢ olacağız.

Schiller (1990), “Ġncelmenin her çeĢit faydaları yanında, insan, kendisini güzelliğin gevĢetici etkisine bırakmıĢ görmektense, kaba ve katı olmak tehlikesini göze alarak, onun eritici gücün eksikliğine boyun eğer” der. Niteliksel bir beğeni zevkine sahip olmak, öncelikle nitelikli bir sanat eğitimi ve nitelikli bir estetik eğitime, kabinde de entelektüel bir zekâyla birlikte kültür birikimine, emek, çaba ve sonsuz ilgiye gereksinim duymaktadır. Özellikle eğitim ve kültürel seviyesi düĢük olan toplumlara baktığımızda sanat bir lüks tüketim maddesi olarak görülmektedir. “Hayatın katı, zor, ciddi ve kutsal değerlerinden oluĢan töre geleneğinin yanında, sanat bir zaman kaybı, Platon felsefesinde tarif edildiği gibi insanı yoldan çıkaran bir günah, yarar sağlayan günlük ihtiyaçlar ve kutsal görevlerin yerine getirilme zorunluluğu dururken, kendini güzelliğe, lükse, aylaklığa kaptırmak bir suç olarak görülmektedir” (Schiller, 1990, s. 48). BaĢka bir bakıĢ açısıyla hareket edildiğinde, beğeninin yüzeysel ve estetiksel zevke yabancı bir yola sapmaya baĢladığını görmekteyiz. Estetik beğeninin niteliği ve sanatsal bilinci geliĢtirebilmenin yolunu ise, ortak bir evrensel kültürün oluĢturulması ve kaliteli ve nitelikli bir sanat eğitiminden geçtiğini görmekteyiz. Beğenilerimizin farklı olmasının temel nedenleri arasında farklı kültürlerde olmamız, eğitim eksiklikleri ve kiĢisel deneyimlerin değiĢken olması olarak sayabiliriz.

Günümüz dünyasında kültürlerarası sınırların kalktığı bir dönemde ortak beğeni alanlarının oluĢacağını söyleyebiliriz. Ancak bu sefer de bir baĢka sınıfsal ayrıklık ortaya çıkması muhtemel gözükmektedir. Bunlar arasında estetik sanat bilinci almıĢ olanlar ile estetik

49

eğitim bilgisi ve bilincinden yoksun kiĢilerin olması ve insanların popülerleĢen kültürün etkisinde kalarak yeni ve büyük bir kitlenin olması ve farklı eğitim ve kiĢisel sebeplerden kaynaklanan ayrıklıkların karĢımıza çıkabilmektedir. Birde insanoğlunun kendine özgü psikolojik yapısı nedeniyle de her zaman beğeni arasındaki farklılıklara Ģahit olacağız. Fakat kaliteli eğitim, bilinçli kültürel birikim ve yaĢantılarımızın ortaklıklarından doğan bir takım kazanımlarımız sayesinde, bu farklar en az seviyede kendisini gösterecektir. Tabi ki buradaki amacımızın farklılıklarımızın ortadan kaldırılması değil aksine, amaç nitelikli ve fark edilebilir bir sanat beğenisini yaratmak olacaktır. Estetik eğitimin amacı da zaten daha güzeli görmeye çalıĢmak, dünyayı daha derin algılayabilme ve anlayabilme yetisini elde etmek olacaktır. Kaliteli bir estetik eğitimden geçemeyen bir beğeni de gündelik hayatın içerisindeki rastgele olasılıklar arasında yer almaya mahkûm olacaktır. Etik ve estetik değerlerin eğitimini, Ģansa bırakılacak kadar önemsiz değerler olmadığını belirtmemiz ve topluma aĢılamamız gerekmektedir.

GeliĢmemiĢ, yeterince eğitilmemiĢ, ilkellik örneklerinin dolaĢtığı ve kaba bir beğeni niteliği, gerekli incelikten ve gerekli eğitimden yoksun olan, derinlikten yoksun sığ bir algılama düzeyi, her toplum için en büyük düĢmandır. Çağı geriden takip eden, etik ve estetik değerlerin olmadığı bir toplumu düĢünmek her halde en son istediğimiz Ģey olsa gerek. Beğenilerimizin niteliğini kanıtlayamayabiliriz, ama herkesin bilmesi gerekir ki sanat eseri ile hobi niyetiyle resim yapan bir amatör ressamın ortaya koyduğu resim arasındaki nitelik farkını, az da olsa estetik eğitim almıĢ bir birey çok net ayırt edecektir. Biraz estetik hazza ve zekâya sahip olan bir kiĢi bile, Rafaello‟un bir eseri ile hafta sonları resim kursuna giderek Bob Ross tarzında resim yapmayı öğrenmiĢ bir amatör resmini karĢılaĢtırmaz. Bu zekâya sahip kiĢi, Rafaello ve Ross arasında bir nitelik farkı olmadığını, beğeninin göreceli olduğunu, Rafaello‟un eseri yerine amatörün resminin beğenileceğini ya da ikisinin de niteliksel olarak tartıĢılamayacağını asla söylemez.

Karayağmurlar (1990), “biz nesneleri güzel, hoĢ, çirkin, görkemli, yararlı, iyi, yüce, doğru, yararlı vb. nitelemelerle anlatmaya çalıĢırken, bu niteliklerin gerçekten nesnelerin özellikleri mi, yoksa bizim nesnelere yüklediğimiz değerler mi olduğunu sorar ve Ģöyle der. “Estetik anlamda bir nesneye bazı değerler yüklüyorsak bu değerler, öncelikle bizden kaynaklanan, ancak sanatsal bir yapıt söz konusu olduğunda, bazı ortaklıkların bulunduğu özel değerlerdir. Bu ortak alanlar insanın doğasından kaynaklanan, özü her yerde ve çoğu zaman aynı kalan, evreni algılama biçimine denk düĢen değerler bütünüdür. Genel insansal olan, evrensel olan değerler vardır. Ġnsanların özünde aynı kalması, yüzeysel olarak

50

değiĢen ancak temelde aynı kalan değerler üretmesine ve dünyayı aynı ya da benzer algılamasına bağlıdır. Bu aynılık evrensel „doğru‟yu ve „güzel‟i doğurmaktadır”. Evrensel doğrular genel insansal olan iliĢkilidir. Bu doğrular ya da değerler, Geiger‟in eurytmik iĢlev dediği iĢlevle açıklanabilir. Eurytmik iĢlev, bir parçalara bölüp düzenleme iĢlevi olması, onun estetikte ilk anlamıdır. KarmaĢıklık ben‟e yabancı bir Ģeydir, egemen olamadığı bir durumdur. “DüzenlenmiĢ olma, yabancı nesneleri, ben için egemen olunabilir Ģeylere çevirir.” Biçimsel değerler, eurytmi denen biçimsel ilke: simetri, uyum, ritim ve denge, çoklukta birlik olaylarıdır. “Sanatın hiçbir alanı yoktur ki, (güzel olanın da, doğanın da) bu ilkelere bağlı ve onlara göre biçimlenmiĢ olmasın. Eurytmi düzenleme iĢlevi, yığına biçim verme iĢlevidir Eurytmi düzenleme iĢlevi, insan doğasına uygun, ustaca düzenlendiğinde, evrensel ya da nesnel güzeli yaratır. Bu nesnel olan güzellik bizler için genel bir kıstas görevi görmektedir ve beğeni yargısının tartıĢılabilineceğini gösterir” (Geiger, 1985, s.79-80). “Beğeni yargısı, estetik yargı üzerinde tabii ki de tartıĢabiliriz. Çünkü beğeni yargısının bir genelliği vardır, beğeni yargısının dayandığı bir prensip vardır” (Tunalı, 1983, s. 98). Bu değerler, eğitimden yoksun bırakılmıĢ ya da herhangi bir rahatsızlığa maruz kalmıĢ insanların dıĢında, insanın tabiatına denk düĢen ve sanatsal anlamda insanları etkileme yoluna giden değerler olduğu açıktır. Herakleitos, “Her canlı türün kendine göre iĢlevi ve bu iĢleve bağlı olarak da kendine göre hazzı vardır„en güzel maymun bile çirkindir… ve eĢeğin samanı altına yeğ tuttuğu kesindir” der (Timuçin; 1976, s. 119-120).

“Ġnsanın doğal yapısı ya da Herakleitos‟un deyimiyle iĢlevsel olan sanatsal değerlere plastik unsurları örnek olarak gösterebiliriz. Yaratıcı bir Ģekilde ortaya konmuĢ trajik bir eser, eserin evrensel etkilerini gösteren içeriksel yanına baĢka bir örnek olarak gösterilebilir. Trajediyle bezenmiĢ bir oyunu farklı toplumlarda aklı baĢında hiç kimse komik bulması pek muhtemel değildir. Ġnsan dıĢ dünyayı algılama biçimi, kültürel kodlar dıĢında, hem Ģekilsel, hem de tinsel anlamda benzerlikler taĢımaktadır” (Tunalı, (1983, s. 94). Bütün bu olanlara rağmen Ģöyle bir itirazla karĢılaĢabiliriz; KiĢideki her duygusal durum, kiĢide uyandığı haz açısından doğruluğu vardır ve hazzın duygusal etkileri genel olarak aynı Ģeye göndermelerde bulunur. Acaba bu ne kadar gerçek ya da doğrudur? Bir sanat yapıtının plastik unsurlarının biçimlerinden duyduğu hoĢlanma ve ön-yapı aracılığıyla eserin derin arka-yapısını, algılayan ve bu içerik-biçim bütünlüğünün bilincinde sonuçlara ulaĢan bir izleyicinin duyduğu haz duygusuyla, “sevgilisinden mektup almıĢ asker” kartpostalından haz alan kiĢinin aldığı haz duygusu aynı mıdır? Herkesin hem

51

fikir olduğu gibi böyle bir durumda, farklı niteliklerde olan sığ bir beğeni nesnesi ile derin ve estetik özellikleri olan bir beğeni nesnesi önünde duyulan hissel hazzın yoğunluğu ve niteliksel değeri arasındaki fark çok açık bir Ģekilde kendini gösterecektir. Dolayısıyla, beğeniler kesinlikle tartıĢılabilir ve iyi ve kötü beğeni ayrımı kesinlikle vardır diyebiliriz. “her beğeninin geçer ve meĢru olduğunu, her beğeni yargısının doğru olduğunu söylemenin, estetik yargılar üzerinde tartıĢılamayacağı anlamına geldiğini ifade eder. Dolayısıyla insanlar kadar beğeniler ve zevkler olduğu, beğeniler ve zevkler arasında bir tutarlılığın olmadığı sonucunu çıkarır. Böyle bir sav bir estetik değer septisizmine yol açar” (Tunalı, (1983, s. 95).

Lenoir‟nın (2004) tespitlerine göre, beğeninin göreceliği, düĢünürleri de ikiye ayırmıĢ durumda, “KuĢkucular, beğeniye bir ölçüt koymanın olanaksız olduğunu ileri sürer ve kiĢinin deneyimine bağlı olarak beğenilerin bir bireyden ötekine, hatta aynı birey için bir andan ötekine değiĢtiğini anımsatırlar. Hume, Kant ve Hegel güzelliğin evrenselliğini, zevklerin çeĢitliliğini insanlar arasındaki farklara (kimi insanlar baĢkalarından iyi-kötü daha duyarlı, daha bilgilidir) dikkat çekerek, görecelik düĢüncesine karĢı çıkarlar”. “Aslında tam da Hume, beğeni standartları adlı denemesinde, daha duyarlı, daha bilgili insanların beğenilerinin bir kıstas olarak kabul edilebileceğini ileri sürer. Duyarlılığı yüksek ve daha entelektüel insanların algılayabildiği estetik değerlerin, aynı hissel hazza ve bilgiye sahip olmayan insanların algılayamayacağı gerçeğine karĢın, her iki insan tipinin de kendine özgü beğenilerinin varlığı, tartıĢmaya nokta koymak adına, bizleri Ģu noktaya taĢır; Estetik değerlendirmeler hem öznel, hem de evrenseldir” (Bolla, 2001, s. 21).

Beğeniyi hem öznel ve hem evrensel olduğunu kabul ettiğimize göre Fendrich‟in (1997), “belirttiği gibi hiyerarĢiktir ve sınıflandırılmasının gerektiğini belirtir. Ampirikler, beğeninin öznel tarafına, Rasyonalistler evrensel tarafına odaklandıkları için tartıĢma sürüp gitmektedir. Öznel olarak sınıflandırılabilecek beğeni türleri ve evrensel olarak sınıflandırılabilecek beğeni türleri gibi birbirinden ayrıldığı bir literatürün oluĢturulması gerektiğini savunur. Böyle yapıldığında bu tür tartıĢmaların bir sonuca bağlanması sağlanmıĢ olur”.

Beğeni, toplumsal yaĢantının içinde geliĢtiğine göre (eğitim ortamını da sosyal bir ortam olarak kabul edersek), söz konusu olan beğeni nesnesinin tanınmıĢ, öğrenilmiĢ ve benimsenmiĢ olması gerekir. “Hiç çağdaĢ klasik müzik dinlememiĢ birine, diyelim ki Cage‟in yapıtları dinletmeye kalkarsak, kiĢinin ses dünyasıyla hemen yakınlık kurulmasını bekleyemeyiz ve bu durum pek de olası değildir” (Bolla, 2001, s. 68).

52

Bolla (2001), bu durumu, bizlerin söz konusu beğeni nesnesinin, habitus‟un bir parçası olduğumuzla açıklamaktadır. Peki, Habitusun ne olduğunu biraz açmak gerekirsek; “Habitus karmakarıĢık bir yapıya ve kavrama benzemektedir. GeçmiĢteki sosyal yaĢantılarımızdan yola çıkarak, yeni karĢılaĢılan ve geçmiĢle benzerlik taĢıyan durumlarda, yeni bileĢimler ve sentezler ortaya koymak ve bunun sonucunda da yeni algılamalar, taktikler, eylemler ve beğeniler bütününün ortaya çıkarılmasıdır”.

Bourdieu‟ya göre “habitus, bireylerin, grupların ya da sınıfların, zevkleri, alıĢkanlıkları ve jestleride içine alan gündelik yaĢam pratikleri ya da insanların zihinlerindeki kültürel yapılardır” (Lizardo, 2009, s. 35). Bourdieu, habitus kavramını kültürel sermayenin aktarılmasını açıklamak için kullanır. “Belli bir kültür çevresi içinde yetiĢmiĢ bir insan için bir baĢka kültür çevresi ile ilgili bir kültür fenomeni mesela bir sanat eserini anlamak onu değerlendirmek güçtür, hatta bu imkânsızdır” (Tunalı,1983, s. 103). Bunun sebebi ise habitusun, dünyayı kavrayıĢımızda, dünyayı algılayıĢımızda ve hatta hislerimizin içeriğinde etkili olması durumudur. Habitus, sıradan alıĢkanlıklarımızdan ve eğilimlerden öte bir yerdedir, bilinç dıĢımızdadır. Soyut olarak düĢünürüz fakat somut olarak gündelik yaĢantımıza yargısal durumlarımıza ve davranıĢ biçimimize yansır.

Buradaki bizim için önemli olan noktalardan birisi Ģudur; Ġnsan tecrübeleri, duyguları vasıtasıyla aldığı renkleri, biçimleri, tonları vs. görsel değerleri, o görüntülerle birlikte o ana eĢlik etmekte olan duygusal yaĢantıyla birlikte alırken, aralarındaki bağ, o uyarıcıların o insan için anlamsal olarak etkilenmektedir. O ana dair herhangi bir parçanın hatırlanması, görülmesi ya da yaĢanması, o anla bağı olan diğer görüngü ve duygularda yaĢanarak o anın canlanmasına neden olur. Eskide kalmıĢ yaĢantı kırıntıları ile yeni yaĢantı arasında bağ kurar ve daha önceki bilgiler, duygular ve yaĢantılarla birlikte karĢılaĢtırmalar yaparak anlamlandırılır. Bu tanımlama sürecinde yeni bir hayat, değersel, anlamı olan biranla beraber, üzerine etiketlenen yeni bir duygusal Ģeylerle birlikte hafızaya kaydolur. YaĢadığı bu yeni his onun beğenisini oluĢturmaktadır ve ona özgü bir durumdur. ġayet söz konusu olan beğeninin içeriksel yönü kültürel, etik, sanatsal yönlerden bir derinliğe sahip değil ise evrensel bir niteliğe sahip olmadığını da söyleyebiliriz. Kültürler ve dönemler arası beğeni objelerinin farklılığının, görüntüde, ayrıntılarla ilgili olduğu, özünde değiĢmeyen, aynı kalan bazı koĢulların olduğu düĢüncesi öne çıkmaktadır. Bu görünür farklılıkların özünde aynı olan değerler, kültürel ve törensel normlar için de güncel olduğu için, bu konudaki örneklerden yararlanmaya asgari ölçüde baĢvurmak gerekmektedir.

53

Morris (1981), “temelde benzerlikler taĢıyan kültürlerin arasındaki ilginç farklılıkların ve çeĢitliliklerin bizleri aldatarak, benzerlikleri sakladığını, örttüğünü bizlere Ģu örnekle gösterir; Bazı kültürlerde cenaze törenlerinde karalar giyilir, bazılarında ise tam tersi beyazlar.” Benzer Ģekilde bazı kültürlerde çok beğenilen bir tat, baĢka bir kültür de

Benzer Belgeler