• Sonuç bulunamadı

1970 ve 1980‟lerde dünyanın farklı bölgelerinde çeĢitli finansal krizler ortaya çıkmıĢ bu krizlerin nedenlerini açıklamak amacıyla farklı kriz modelleri geliĢtirilmiĢtir. Bunlardan biride ilk olarak Paul Krugman tarafından ortaya konulan Birinci Nesil Kriz Modeli‟dir. Bu modele göre sabit döviz kuru rejiminin uygulandığı ekonomilerde, hükümetler bütçe açılarını para basarak finanse etmektedir. Bu bağlamda ulusal paranın değer kaybetmesiyle birlikte, merkez bankası döviz kurunu sabit tutabilmek için sürekli olarak döviz satımı yapmaktadır. Bu durum uluslararası rezervlerin azalmasına neden olmaktadır. Durumun farkına varan spekülatörler derhal ellerindeki ulusal parayla döviz alım faaliyetlerini arttırırlar.133

Parasal otorite döviz kuruna müdahale etmediği takdirde, spekülatif saldırılar ancak faiz oranlarının artması ve parasal tabanın azalması suretiyle önlenebilmektedir. Ancak, parasal tabandaki azalma önemli boyutlara ulaĢması, faiz oranındaki artıĢ ile birleĢince bankacılık krizi ortaya çıkmaktadır. Bankaların bilançolarının istikrarı krizler üzerinde etkili olan çok önemli bir faktördür. Ülkenin

132Tutar ve Demiral , a.g.b., ss.177

133Paul Krugman, “A Model of Balance-of-Payment Crises”, Journal of Money, Credit and Banking,

ve bankaların kredi itibarına bağlı olarak uluslararası piyasalardan sağlamıĢ oldukları kısa vadeli kaynakları, yurt içinde uzun vadeli yatırımların finansmanı için kredi olarak kullandırılmaları halinde meydana gelen vade uyumsuzluğu ve açık pozisyonlarının artması durumunda döviz kurlarında yükselme sonucu oluĢan para uyumsuzluğu banka bilançoları için önemli sorun olmaktadır.134

2.5.1. Döviz Riski

Döviz kurlarındaki dalgalanmaların en önemli nedenlerinden biri de ülkeler arası faiz oranları farklılıklarıdır.135

Böyle bir durumda kurlarda yaĢanabilecek ani değiĢiklikler, banka bilançolarında yer alan döviz kalemlerinin piyasa değerlerine yansımaktadır. Döviz kurundaki dalgalanmalar sonucu bankaların gelecekteki getirileri değiĢmektedir. Bilançolar açısında kur riski, yabancı para aktifleri ile yabancı para pasiflerinin birbirine eĢit olmadığı durumda ortaya çıkmaktadır. Bankaların kur beklentilerine bağlı olarak kar etme isteği aktiflerle pasifler arasındaki farkın nedeni olmaktadır. Bu riski göze alan bankalar, hem kar hem de zarar edebilmektedir. Zarar etme olasılığı nedeni ile asıl amaç kayıp miktarını minimize etmektir. Bu nedenle, bankalar döviz pozisyonlarını sürekli olarak kontrol etmek zorundadır. Döviz kurları, faiz oranları; maliye ve para politikaları; enflasyon; yatırım ve büyüme politikaları; ödemeler dengesi gibi ekonomik parametrelere bağlı olarak dengeye ulaĢmaktadır. Bu bağlamda Merkez bankaları döviz pozisyonlarını kontrol edebilmek, hedef kuru tutturmak, rezervlerini ve dıĢ borçlarını yönetmek amacıyla döviz piyasalarına müdahale etmektedir.136

Döviz kuru riski, bir bankanın riske maruz kaldığında net risk tutarının bankanın portföyündeki döviz pozisyonları dikkate alınarak hesap edilebilmektedir. Bu durum; Net Risk=(Döviz cinsinden aktifler-döviz cinsiden pasifler)+(Döviz satıĢı-Döviz

134Mert Ural ve Nilgün Acar Balaylar, “Bankacılık Sektöründe Yüksek Risk Alımı ve Baskı

Ġndeksleri”, Finans Politik Ekonomik Yorumlar, Cilt: 44, Sayı:509, (2007), s.48

135Katheryn Niles Russ, “Exchange Rate Volatility and First-Time Entry by Multinational Firms”,

NBER Working Papers 13659, National Bureau of Economic Research, (2007), s.3

136Esin Okay, “Türk Bankacılık Sektöründe Risk ve Kriz”, Ġstanbul Ticaret Üniversitesi Dergisi,

48

alıĢı) Ģeklinde ifade edilmektedir. Döviz kuru volatilitesinin baz alındığı yöntem ise döviz kuru riskinin ölçülmesine ait bir baĢka yöntemdir. Döviz kurunda dalgalanma arttıkça ülke parası cinsinden net kur riski de artmaktadır. Döviz kurundaki dalgalanmanın artması ülkenin döviz arz ve talebini etkiler. Döviz kuruna talep artıkça döviz fiyatı artar talep azaldıkça döviz fiyatı azalır. Bu Ģekilde dövize olan talebin artmasıyla birlikte döviz o ülke parasının aleyhine değiĢir. Benzer Ģekilde dövize olan talebin azalması veya arzın artması kurun o ülke parası lehine artması sonucunu doğurur.137

1997 Asya kriziyle birlikte ortaya çıkan en tartıĢmalardan biri de, ulusal paranın değerinde meydana gelebilecek oynaklıklara karĢı uygulanabilecek istikrar politikasıydı. Bu konuda IMF, yüksek faiz oranlarının ulusal paralarda meydana gelebilecek değer kaybını önleyebileceğini savunmuĢtur. Böylece yerli varlıklar daha cazip hale gelecek ve yabancı sermaye giriĢi artacaktır. Diğer taraftan, IMF karĢıtları, yüksek faiz politikalarının ekonomik durgunluğa neden olacağından bu politikanın önce bankacılık sektörünü sonra da özel sektörü olumsuz etkileyerek ekonomik krizlere neden olabileceğini ifade etmiĢlerdir. 138

Uluslararası faiz oranlarındaki dalgalanmalarla birlikte, geliĢmekte olan ülkelerin fon maliyeti artmakta bu durumda yatırımların nispi önemi de değiĢebilmektedir. Uluslararası faiz oranlarındaki farklılıklar, ülkelere giren özel sermaye hareketlerindeki artıĢla birlikte dalgalanma eğilimleri de artmaktadır. Bu Ģekilde ülkeye giren yabancı sermayenin yeterince sterilize edilmemesi halinde, banka mevduatları aĢırı boyutta yükselmekte ve bankaların mevduatları daha az güvenilir krediler Ģeklinde kullanılmaktadır. Örneğin, Güney Doğu Asya Krizi‟nde ülkeye giren yabancı sermayenin açık piyasa iĢlemleriyle yeterince emilmemesi, bankaların ödünç verilebilir fonlarının riskli yatırımlara yöneltmesine neden olmuĢtur. GeniĢleme sürecinin sona ermesi halinde, istikrarsızlık kaynakları finansal sistemi

137Ziya Tunç Aloğlu, “Bankacılık Sektörünün KarĢılaĢtığı Riskler ve Bankacılık Krizler Üzerindeki

Etkileri” Uzmanlık Yeterlilik Tezi, T.C. Merkez Bankası Bankacılık ve Finansal KuruluĢlar Genel Müdürlüğü, Ankara, Mart-2005, ss.37-38

138Luis-Felipe Zanna, “Fighting Against Currency Depreciation, Macroeconomic Instability and

Sudden Stops”, University of Pennsylvania, Board of Governors of the Federal Reserve System International Finance Discussion, Papers Number: 848, (2005), s.2

olumsuz yönde etkilemeye baĢlamaktadır. Piyasalarda oluĢan kaos, güven kaybı ile birlikte yabancı sermayenin aniden ülkeyi terk etmesi banka mevduatlarında ani azalıĢlara neden olurken, bankaların varlıklılarının zarar görmesine neden olmaktadır. Reel döviz kurlarında ortaya çıkan dalgalanma, bankaların yükümlülükleri ve varlıkları arasında döviz kuru ve vade uyumsuzluğu halinde bankalar üzerinde doğrudan; kredi talep eden banka müĢterilerinde ise dolaylı olarak büyük kayıplara neden olmaktadır. Yapılan araĢtırmalar sonrası; enflasyon oranındaki yüksek değiĢkenliğin, reel döviz kurundaki artıĢın ve devalüasyon riskinin bankaların yükümlülüklerini artırdığı ortaya koyulmuĢtur. Bu durumun kırılganlığa neden olacağı ileri sürülmektedir.139

2.5.2. Piyasa Riski

1970‟lerin baĢlarında yükselen enflasyon oranları döviz ve para piyasalarını olumsuz etkilemiĢtir. Finansal kurumlar, bu dalgalanmalardan korunmak için türev ürün iĢlemlerine baĢlamıĢlardır. 1970 sonrası riskten korunmak amacıyla enstrüman zenginliğinin yaĢanmaya baĢlandığı bir dönem olmuĢtur, bu dönemde global bankacılık sisteminde yapısal değiĢiklikler meydana gelmiĢtir. Bu bağlamda, büyük bankaların birleĢmesiyle, birçok finansal kurum global nitelik kazanmıĢtır. Finansal kurumların büyümesiyle birlikte, bankacılık faaliyetlerini düzenleyen yerel otoriteler finansal kurumlara yönelik kısıtlamaların bir kısmını kaldırmıĢtır. Bu Ģekilde müĢterilere yeni ürünler sunulmasıyla, dünya bankacılık sektöründe rekabet de artmıĢtır. Ayrıca iletiĢim ve bilgi teknolojilerinde yaĢanan geliĢmeler de bankaların türev ürünlerinin iĢlem hacimlerini; dolayısıyla bu ürünlerin doğası nedeniyle finansal kurumların karĢılaĢabilecekleri piyasa risklerini fazlasıyla artırmıĢtır.140

1990‟lı yıllara kadar bankacılık alanında piyasa riski kredi riskine oranla çok daha geri planda ele alınmıĢtır. Ancak, finansal piyasalardaki bütünleĢmenin hız kazandığı dönemlerde Komitenin (Basel Bankacılık Denetim Komitesi) de

139Levent Çinko ve Rengin Ak, “KüreselleĢen Ekonomilerde YaĢanan Bankacılık Krizlerinin

Anatomisi”, Maliye Finans Yazları, Yıl: 23, Sayı:83, (Nisan-2009), ss.71-72

140

50

gündemine girmiĢtir. Basel-I UzlaĢısı‟na yönelik yoğun eleĢtirilerin ve sunulan önerilerin etkisiyle gerçekleĢtirilen çalımsalar sonucunda, piyasa riski için de sermaye ayrılmasını öngören taslak, ilgili çevrelerin görüĢleri alınmak üzere 1993 yılında yayınlanmıĢtır. Yayınlanan taslakta bankalarca gerçekleĢtirilen iĢlemler „bankacılık iĢlemleri‟ ve „alım satım iĢlemleri‟ Ģeklinde ifade edilmiĢ; alım satım iĢlemleri bağlı oluĢabilen piyasa riski için de sermaye yükümlülüğü getirilmiĢtir.141 Ayrıca yayınlanan taslakta, bankaların karĢılaĢabileceği risk unsuru olarak faiz oranları veya döviz kurlarındaki değiĢmelere de yer verilmiĢtir.142

Piyasa riski, faiz oranları ve döviz kurlarının finansal piyasalardaki hareketlerine bağlı olarak değiĢimleri halinde, bir bankanın uğrayabileceği zarar veya sermaye kaybetme riski olarak tanımlanmaktadır. Basel I standardının temelini oluĢturan kredi riski 1980‟li yıllarda en önemli bankacılık riski olarak gösterilmiĢtir. Ancak ilerleyen yıllarda çok sayıda Amerikan finans kurumu finansal piyasalardaki faiz oranları ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar yüzünden iflasın eĢeğine gelmiĢtir. Bu yüzden Amerika‟da, 1996 yılından sonra bu eksikliği gidermek amacıyla, sermaye yeterliliği rasyosu (SYR)‟ [Sermaye Yeterliliği Rasyosu (SYR) = Özkaynak / Risk Ağırlıklı Varlıklar ve Gayri nakdi Krediler (KR)] nin paydasına faiz oranı ve döviz kurlarına dayalı risklerin birlikte tanımlandığı piyasa riski için de gerekli sermaye miktarı ilave edilmiĢtir. Bu uygulama Türkiye‟de de yüksek döviz kurları ve faiz oranlarındaki oynaklıklara bağlı oluĢan 2000 ve 2001 yılı krizleri sonrasında, BDDK piyasa riskinin bankacılık sermaye yeterliliği oranı hesaplanmasına dâhil edilmesini 2001 yılı sonu itibariyle zorunlu hale getirmiĢtir.143

141Ebubekir Ayan, “Türkiye‟de Bankacılık Risklerinin Yönetiminde Basel-II UzlaĢısı ve Faiz Ġle Kur

Risklerine ĠliĢkin Bir Uygulama”, (BasılmamıĢ Doktora Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007), s. 95

142

Basle Committee on Banking Supervision ,“The Supervisory Treatment Of Market Risks” Consultative Proposal , Basel: (April-1993), s. 3

143Suat Teker, K.Evren Bolgün ve M.BarıĢ Akçay, “Banka Sermaye Yeterliliği: Basel II

Standartlarının Bir Türk Bankasına Uygulanması”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt.3, Sayı:12, (2005), ss.42-54

2.5.3. Kredi Riski

Kredi riski bankaların maruz kalabileceği en eski risklerden biridir. Ekonomik krizlerin ve durgunluğun görüldüğü dönemlerde daha da artabilmektedir. Kredi riski özetle bir borçlunun borcunu ödeyememe durumu olarak ifade edilmektedir.144

Bu bağlamda özellikle iĢlem faaliyetlerinin büyük bir kısmını döviz ve döviz cinsinden varlıklarla gerçekleĢtiren bankalar hem kendilerini hem de piyasaları riske maruz bırakabilmektedirler.

GeliĢmekte olan ülkelerde bankacılık sisteminde mevduat kalemleri kısa vadeli bir yapıya sahiptir. Ayrıca söz konusu ülkelerde yabancı para cinsinden iĢlemlerin payı yüksektir. Bu ülkelerde bankacılık sistemi devalüasyon sonrası dönemde, hem kur riskinden hem de faiz oranlarındaki artıĢtan olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca, geliĢmekte olan ülkelerde bankalar kısa vadeli borçlandıkları için böyle bir durumda likidite sıkıĢıklığı sorunu yaĢamaktadır. Diğer taraftan, kontratlar yabancı para cinsinden düzenlendiği için devalüasyon durumunda, yurt içi firmaların borç miktarı artmaktadır. Firmaların borç miktarı artarken, ulusal para cinsinden olan gelirleri aynı oranda artmamaktadır. Bu durumda mali yapıları bozulan firmalar için, daha önce bankacılık kesiminde aldığı kredilerin geri dönüĢlerinde sorunlar ortaya çıkmaktadır.145

144Adem Anbar, “Credit Risk Management In The Turkish Banking Sector : A Survey Study”,

Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com, Cilt.5, Sayı:17, (2006), s.10

145Cafer Kaplan, “Bankacılık Sektörünün Yabancı Para Pozisyon Açığı:

Türkiye Örneği” Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, AraĢtırma Genel Müdürlüğü, (Haziran-2002), s.5

52

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKĠYE’DE FAĠZ, DÖVĠZ KURU VE MAKROEKONOMĠK PERFORMANS

3.1. TÜRKĠYE’DE FAĠZ ve DÖVĠZ KURUNUN BELĠRLEYĠCĠLERĠ

GeliĢmiĢ ülkelerde geleneksel üretim yöntemleriyle mal üretmek yerine daha kârlı gibi gözüken finansal sektöre yönelik eğilim daha da artmıĢtır, bu Ģekilde reel üretimden kaçan sermaye yüksek risk ve düĢük faaliyet gösteren yatırım fonları Ģekline dönüĢüp finans alanında faaliyet göstermeyi tercih etmektedir. Hayli kabarık iç ve dıĢ borç stokuna sahip birçok geliĢmekte olan ülke, borçlarını telafisi olabilecek finansman ihtiyaçlarını temin etme konusunda serbest ticaret ve kambiyo rejimleri dâhilinde uluslararası sermaye piyasalarına yönelmektedirler. Söz konusu ülkeler kısa vadeli sermaye hareketlerini, özellikle portföy yatırımlarının ülkelere doğru yönelmesini sağlamak amacıyla yüksek faiz ve düĢük döviz kur politikası uygulamaktadır.146

Türkiye ekonomisinde, özellikle 1990‟lı yıllarda görülen ekonomik krizlerde dıĢsal etkenlerin rolü büyük olmuĢtur. Söz konusu krizlerin baĢlıca nedenleri arasında sürdürülemez iç borç dinamiği ile baĢta kamu bankaları olmak üzere finansal sistemdeki sağlıksız yapının kalıcı bir çözüme kavuĢturulamaması gösterilmektedir. Bu dönemlerde Türkiye‟de uygulanan yüksek reel faiz, düĢük kur politikası finansal küreselleĢme ile birlikte doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının değil daha çok spekülatif amaçlı kısa vadeli portföy yatırımlarının artıĢ göstermesine neden olmuĢtur. Ancak kısa vadeli bu akımların ekonomide oluĢan en ufak bir istikrarsızlık birlikte aniden ekonomiden çıkması krizlere yol açmıĢtır. 1990‟larda dıĢ açığı finanse etmek amacıyla Türkiye‟de uygulanan istikrar programlarında, daha

146Didem Öztekin ve Filiz ErataĢ, “Net Portföy Yatırımları ile Reel Faiz Arasındaki ĠliĢkinin Küresel

Kriz Çerçevesinde Değerlendirilmesi: Türkiye Uygulaması”, Paper Presented at EconAnadolu 2009: Anadolu International Conference in Economics, EskiĢehir: (June 17-19, 2009), ss.8-9

çok sermaye giriĢine bel bağlamıĢ ve enflasyonist beklentileri kırmak için sabit kur sistemi güven veren bir araç olarak kullanılmıĢtır.147

Kısa vadeli sermaye giriĢine olan bu bağımlılık, Aralık 1999 Döviz Kuruna Dayalı Ġstikrar programı ile artarak devam etmiĢtir. Ancak uygulanan program gereği yüksek faiz oranları, döviz kuru değerlenmesi ile birleĢmiĢ, bu durum reel yatırım alanlarındaki fonların, finansal spekülatif alanlara kaymasına yol açmıĢtır. Böylece programın uygulanmaya baĢlamasından 11 ay sonra Kasım 2000‟de Türkiye finansal bir kriz yaĢamıĢtır. 2000 krizinden hemen sonra alınan önlemler kapsamında, faiz oranları ile önceden açıklanan TL‟deki değer kaybı oranları arasındaki uyumsuzluk, hazinenin iç borcu döndürme gücünü azaltmıĢ, bu durum faiz oranlarını yükselmesine neden olmuĢtur. Bu süreçte, siyasi alanda yaĢanan belirsizlik ve döviz kuru rejimine olan güvensizlik nedeniyle de ġubat 2001‟de söz konusu rejim uygulamadan kaldırılmıĢtır. Bu tarihten sonra dalgalı kur rejimine geçilmiĢ ve para politikası olarak da enflasyon hedeflemesi benimsenmiĢtir.148

Merkez Bankası‟nın. Bu konuyla ilgili yapılan açıklaması aynen Ģöyledir: “Özellikle 2001 yılı sonrası Kurun değeri, piyasa koşulları altında belirlenmekte, ekonomik ve siyasi tüm politika uygulamalarının sonuçlarını ve beklentileri yansıtmaktadır. Yüksek faiz, düşük kur seklinde bir politika uygulaması yoktur. Türk parasının değeri amaç değil, sonuçtur. Nitekim 2001 yılı sonrası dönem incelendiğinde reel faizlerin ve Türk parasının değerinin ters yönde hareket ettiği görülmektedir. Uygulanan politika “düşük enflasyon için gereken faiz politikası” dır. Politika faiz oranları düşürüldüğünde birbiriyle çatışan iki faktör döviz kuru üzerinde etkileşimde bulunur: 149

147Öztekin ve ErataĢ, a.g.m., ss.8-9 148Süleyman Değirmen

ve Filiz Elmas, “Türkiye‟de Faiz ve Kur Politikalarının Ġhracat Üzerindeki Etkisi”, Ekonomik YaklaĢım, Cilt:19, Sayı :69, (2008), ss.50-55

149DurmuĢ Yılmaz, “Büyüme, Ġstihdam ve Ġhracat Ġçin Fiyat Ġstikrarı”, TCMB Sunum, Ankara: Kasım

54

1. Birincil Etki: Türk parası cinsinden varlıkların getirisi düşer, döviz talebi artar, Türk parası üzerinde değer kaybetme baskısı oluşur.

2. Beklenti Kanalı: Ekonomik gidişatla ilgili olumlu sinyal verilmiş olur, güven artar, ters para ikamesi güçlenir, Türk parası üzerinde değer kazanma baskısı oluşur.

Bunlara ek olarak döviz kuru ve döviz likiditesi, yatırımcı davranışları, farklı beklentiler gibi nedenlere bağlı olarak döviz kuru ekonomik temellerden ve politika faizlerinden kopuk hareket edebilir. Bu kanallardan hangisinin ne derecede baskın olacağını o anki konjonktür belirlemektedir. Politika faiz oranlarının fiyat istikrarı hedefiyle çelişecek şekilde indirildiği durumlarda enflasyon beklentileri dolayısıyla orta ve uzun vadeli faizler ile kur genel seviyesi olumsuz etkilenecektir.”150

Benzer Belgeler