• Sonuç bulunamadı

BAĞIMSIZ IRAK DEVLETİ VE TÜRKMENLERİN SORUNLARI

bunu başaramayacağını anlayınca mandacı bir proje gerçekleştirerek krallık yoluyla Irak’ı yönetmek istemiştir. Bunun üzerine İngiltere, 1930 yılına geldiğimizde artık mandacı konumundan vazgeçmiş ve Irak’a bağımsızlık yolunu açmıştır. Bağımsızlık yolunun açılması kendiliğinden gelişen bir olay değildir. Irak, İngiliz manda yönetimi altında yönetilmeye devam edildiği sıralarda 1927 yılında petrol üretiminin hızlanması ve elde edilen kârın büyük bölümünün yabancı şirketlere gitmesi halk arasında tepkilere yol açmaya başlamıştır. Böylece Irak’ta bağımsızlık için artık sesler yükselmiştir (Dobge, 2006: 3). İngiltere’nin, Orta Doğu politikalarında önemli bir yer tutan başta Kerkük olmak üzere Irak’tan kolay kolay vazgeçmeyeceği aşikârdı. Petrol ve Basra Körfezinin stratejik önemi İngiltere’nin bu coğrafyadan vazgeçmesini imkânsız kılmaktadır. Irak’taki menfaatlerinden vazgeçemeyen İngiltere, Irak yöneticilerine bağımsızlık karşılığında belirli şartlar sunmuştur.

19

İki taraf arasında yapılan antlaşmanın ilk maddesine göre; Irak, dış politika ve ortak menfaat konularını İngiltere’ye danışacaktı. Bir diğer maddesine göre ise savaş durumunda Irak, topraklarını, limanlarını, demir yollarını ve diğer tesislerini İngilizlere açacaktı (Saatçi, 2017: 170). Bu şartlar bağlamında İngiltere’nin de aracılığıyla Irak, 3 Ekim 1932 yılında bugün o dönemin Birleşmiş Milletleri (BM) olarak kabul edilen Milletler Cemiyeti’ne (MC) kabul edilmiştir. Bu üyelik azınlıkların korunması, yabancı haklarının korunması, insan haklarına saygı, manda güçleri tarafından yapılan anlaşmaları ve borçları tanıması gibi şartları kabul etmesiyle gerçekleşmiştir (Johnson, 2004: 16). Bağımsızlıktan kısa bir süre sonra Faysal ölmüş ve yerine milliyetçi eğilimde olan oğlu Gazi geçmiştir. Gazi, zayıf bir lider olarak bilinmektedir. Yaklaşık 6 yıl ülkeyi yöneten Gazi, daha çok ülke içerisindeki karşılıklarla ilgilenmiş ve İngilizlerin parmağı olduğu söylenen bir otomobil kazasında hayatını kaybetmiş ve yerine üç yaşındaki oğlu II. Faysal kral olmuştur. 18 yaşına geldiğinde ise 2 Mayıs 1953’de tahta çıkmıştır (Mansfield, 1973: 76-78). Özellikle Gazi’nin ölümünden sonra Nuri Said ismi çok fazla ön plana çıkmış ve 1958’de darbe olana kadar başbakanlık görevini devam ettirmiştir.

Irak’ın, İngiltere kontrolünde bağımsızlığına kavuşması ile birlikte Türkmenler daha iyi şartlara kavuşabileceklerini düşünseler de ilerleyen zamanlar bunun aslında hiç de böyle olmayacağını göstermiştir. 1937 yılında, özellikle Mussolini liderliğinde ki İtalya’nın faaliyetlerinin Akdeniz ve Orta Doğu’da iki ülke için tehdit olabileceği düşüncesine karşı Türkiye ve Irak’ın da içerisinde bulunduğu Sadabat Paktı imzalanmıştır. Irak ve Türkiye ilişkilerinin iyi gittiği bir döneme girilmiştir. Böylece Türkiye ve Irak’ın ilişkilerinin iyi gittiği dönemde Türkiye Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras başkanlığındaki heyet Bağdat’ı ziyaret etmişlerdir. Türkmenler bu haberle birlikte oldukça coşkulu bir sevinç göstermiştir. Bu durum Nuri Said’i tedirgin etmiş ve hükümete verdiği raporda “geçmişte Abbasilerin Türk nüfusuna girdiği gibi Türkmenlerin de Irak’ı ele geçirebileceğini, bu sebeple Türkmenlerin daima kontrol altında bulunması gerektiğini” bildirmiştir (Koçsoy, 1991: 129).

İkili ilişkilerin Irak’ta Türkmenleri sevindireceği düşünülebilir fakat paktın birinci maddesi gereği devletler birbirlerinin içişlerine karışamazlardı ve netice de Irak Türkleri ile ilgili herhangi bir maddenin yer alması da söz konusu olmamıştı (Çobanoğlu, 1994: 169). Türkmenleri daha iyi şartların olacağını düşünmeye iten ise

20

Başbakan Nuri Said tarafından 1932’de yayınlanan bildiridir. Bildiride; Türklerin ve azınlıkların varlığının kabul görüldüğü anlamı çıkmaktadır. Lakin uygulamada hiçbir şekilde bu yazılanlar hayata geçirilmedi. 16 maddeden oluşan bildirinin 4. maddesinin 5. fırkasında; “Arapça’nın Irak hükümetinin resmi dili olması, Kürtçe ve Türkçe başta

olmak üzere tüm azınlıkların mahkemelerde kendi dillerini yazılı ve sözlü olarak kullanma imkânı sağlamaktadır” ifadesine yer verilmektedir (Turan, 1996: 31-36).

Aynı deklarasyonun 9. maddesinde ise Türkmen ırkının Kerkük’te yoğun olarak yaşadığı kabul edilmiştir.

Daha önce de ifade edildiği üzere Irak hükümeti bu bildiride yayınladığı hakları uygulamada başarısız olmuş ve Türkmenlere, Iraklılık kavramı üzerinden yaklaşma stratejisine başvurmuştur. Irak devlet okullarında 1935-1936 yıllarından itibaren Türk dil ve yazısına göre eğitim yapılması yasaklanmıştı. Neredeyse tüm Türkmen okullarında Arapça dili ile eğitim yapılmaya başlandı (Doğan, 2018: 17). 1940’lara gelindiğinde Irak’ta İngiliz yanlısı ve karşıtı görüş ayrılıkları kendini göstermiştir. Özellikle ordu da mevcut rejime karşı görüşler belirmiştir. 1941 yılında ülkede Nazi taraftarı bir darbe girişimi olmuş, ancak İngiliz birliklerinin de desteğiyle darbe girişimi bastırılarak 1943 yılında Almanya ve İtalya’ya savaş ilan edilmiştir (Sönmezoğlu, 2000: 358). Ülkedeki ideolojik fikirler Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) girişimleriyle daha derinleşmiş ve 1941 yılında Irak Komünist Partisi kurulmuştur. Akabinde milliyetçi-Arapçı fikirler ön plana çıkmış ve ‘Yeniden

Doğuş’ manasında gelen Arap Sosyalist Baas Partisi’nin kurulmasıyla Irak’ta

uluslararası sitemin yansıması olan ideolojik ortam oluşmuştur.

1.3.1 12 Temmuz 1946 Gavurbağı2 Katliamı

1920 Telafer ve 1924’de Kerkük çarşısında yaşanılanların üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Kerkük’te bir başka katliam daha gerçekleşmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin hemen ardından Kerkük’te yer alan ve İngilizlerin kurduğu petrol şirketinin işçileri eylem yapmış, sonrasında ise iş bırakma kararı almışlardır. 3 Temmuz’da Kerkük’te Irak Petrol Şirketi’nde çalışan ve büyük bir kısmını Türkmenlerin oluşturduğu işçiler, IKP liderliği altında yüksek ücret talepleri, çalışma

2 Gavurbağı, Kerkük’ün karşı yakasında bulunan bir Türkmen Mahallesi olup; burada petrol şirketi işçileri ikamet etmektedir.

21

şartlarının iyileştirilmesi ve kötü muamele nedeniyle greve gitmişlerdir (Tripp, 1995: 358).

İşçilerin taleplerini bildiren kişilerin tutuklanması sonucu öfkelenen işçi grubu eylemlere devam kararı almıştır. Başta ücret ve çalışma şartlarını protesto eden grup, Gâvurbağı olarak adlandırılan meydanda düzenli olarak toplanarak gösteri ve konuşmalar yapmaktaydı. Protestoculara yapılan tüm uyarılara rağmen işçiler geri adım atmamış ve haklarını talep etmek için direnişe devam etmişlerdir. Meydanı kuşatma altına alan polis ile işçiler arasında çıkan çatışmada 5 işçi hayatını kaybetmiş, 14 işçi ve 6 yerli polis de yaralanmıştır (Hürmüzlü, 2006: 93).

Ölenlerin tamamına yakını Türkmen olup; Türkmenlerin tarihi açısından hafızalardan yine silinmeyecek acı bir hatıra niteliğindedir. Hükümet kanadı ise Kerküklü göstericilerin kışkırtıcı ve komünizm işbirlikçileri olduğu lanse edilmeye çalışılmıştır. Irak Komünist Partisi de bu olaylardan kendisine zaman zaman pay çıkarmaktadır. 1946’da henüz komünizm ve sosyalizm kavramları dünyada yeteri kadar güç bulmamışken Irak gibi bir yerde işçi hareketinin olmasını beklemek pek de mümkün değildir. Fakat Kerkük’teki petrol işçilerinin grevini kışkırtmakta Komünist Parti’nin parmağının olduğuna şüphe bulunmaktadır (Marr, 2017: 47). Irak’ta solun tarihi üzerine araştırmalar yapan yazar bu olayın, Bağdat’ta Britanya’nın ülkedeki varlığına karşı yapılan bir miting olduğunu ve mitingin ilk anlarında polisin bir göstericiyi öldürdüğünü ifade etmektedir (Salucci, 2005: 112).

Hürmüzlü (2006) yapmış olduğu araştırmalarda o döneme ait Irak Hükümetinin yaptırmış olduğu soruşturma raporunu gözler önüne sermiştir. Rapora göre; işçilerin silahsız olup ve sadece taş atması, polis tarafından gösterilerin yeri ve zamanının bilinip kontrol altına alındığı ve greve katılanların saldırganca değil uysalca hareket ettiği açıkça beyan edilmiştir.

Türkmenlerin başına gelen felaket zincirindeki bu ikinci trajedi artık Türkmenler arasında birlik mesajlarının da yayılmasını sağlamıştır. Milli kimlik ve kültürü korumak için belirli faaliyetler yapmanın gerekli olduğu düşüncesi meydana gelmiştir. Bu düşünceyi körükleyen etkenlerinden birisi de 1950 yılında birçok bölgede Türkçe eğitimin yasaklanması olmuştur. Sonuçta bu konuda başarısız olunmuş çağrılar yeterli desteği bulamamıştır. Katliam, Türkmenlerin siyasi bakımdan Irak’ta meydana gelen olaylarda etki sahibi olmaları için bir dönüm noktası

22

oluşturması gerekirken tam aksine onları daha fazla siyasi yalnızlığa ve sosyal açıdan kabuğuna çekilmeye itmiştir (Samancı, 1999: 74). Bu çekilme durumu 1958 yılına kadar devam etmiştir.

Türkmenler yaşanan siyasi temsil sorunlarının yanında bir de coğrafi olarak diğer gruplarla sert bir mücadeleye çekilmek istenmiştir. Kerkük, zengin yeraltı kaynakları nedeniyle birçok iç ve dış çıkar gruplarının ilgisini çekmiştir. Netice olarak Kerkük topraklarında çoğunluk olan Türkmenler de hedef haline gelmişlerdir. Türkmenlerin yaşadıkları sorunları anlayabilmek için çoğunluğu Türkmen olan Kerkük bölgesinin neden hedef haline geldiğini incelemekte fayda vardır.